Mekan Deneyimi, İnsan Psikolojisi ve Yapay Zeka

31.01.2025

Psikiyatrist Prof. Dr. M. Kemal Kuşçu’nun, 2007 - 2017 yılları arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde verdiği “Mekan ve İnsan” başlıklı ders de, mekanların, bireylerin duygusal ve davranışsal tepkileri üzerindeki etkilerine odaklanıyor.

Prof. Dr. M. Kemal Kuşçu, mimarlık ve tasarım alanının dışından bir profesyonel olarak, mekan ve insan ilişkisine ilgi duymaya başlama sürecini ve bu konudaki çalışmalarının detaylarını aynı zamanda öğrencisi olan mimar Gonca Çetinkaya’ya anlattı.

Gonca Çetinkaya: Öncelikle sizi tanımak isteriz hocam. Psikiyatri alanını seçme sürecinizi de merak ediyorum.

M. Kemal Kuşçu: Amasra’da doğdum ve ilköğretimi Ankara’da tamamladım. Daha sonra İstanbul Erkek Lisesi’nde yatılı okudum. Erken yaşta yatılı okulda okumak ilginç bir deneyimdi. İnsan yaşamının erken bir döneminde çevreyi ve insan ilişkilerini gözlemlemek, bu deneyimleri tecrübe etmek, insana o yaşlarda çok şey katıyor. Zeki, yaratıcı ve dinamik insanlarla birlikte okudum. Çok büyük bir zenginlikti o ortam benim için.

Lise yıllarımda bir yıl AFS Değişim Programı ile Amerika Birleşik Devletleri’ne gittim. O dönemde AFS bursları mevcuttu, bu bursla Kültürlerarası Lise Değişim Programı’na katıldım. Ülkedeki akranlarıma göre oldukça şanslı bir eğitim hayatı geçirdim. Çok iyi hocalarla, dolu dolu bilgili akranlarla okuma fırsatım oldu. Bu da insan ilişkilerini gözlemlememde bana çok yardımcı oldu. Böylesine zengin bir ortamda insanla ve toplumla ilgili pek çok tartışma ve etkileşimin içinde kendinizi buluyorsunuz. Bu durum benim için insanla ilgili bir şeyler yapma isteğini doğurdu.

Lise çağlarında davranış bilimleri ya da toplum bilimleri ile ilgili bir şeyler yapmak istediğimi fark ettim. Lise öğrencisi olarak bu konu beni cezbetti. Davranış bilimleri üzerine yazılmış kitapları okumaya başladım ve bu yazarların çoğunun psikiyatrist olduğunu gördüm. Bu nedenle tıp fakültesine gitmeye karar verdim. Tıp fakültesine başlarken de ilk günden itibaren amacım psikiyatrist olmaktı. Tıp okurken bir dönem İsveç’in Uppsala Üniversitesi’nde hayvan davranışı (etoloji) üzerine çalıştım.

Mezuniyetim sonrasında Giresun’da bir dağ köyünde pratisyen hekim olarak mecburi hizmet yaptım. Bu da fikrimi daha da pekiştirdi. Sonrasında Marmara Üniversitesi’ne geldim. O dönemde Marmara Üniversitesi, liberal ve oldukça geniş perspektifle psikiyatrinin kurumsallaşmış yapısının ötesine geçmeye çalışan bir klinikti. Marmara’da ilk yıllarım benim için adeta bir öğrenme panayırıydı. Meraklarımı ve heyecanımı besleyen bol keşifli bir dönemdi.

Orada benim için öne çıkan birkaç konu oldu, bunlardan ilki, toplum ruh sağlığıydı. Grupların, kendi içlerinde birbirlerini nasıl iyileştirdiklerine odaklanan çalışmalar yaptım. İkinci olarak, bu durumun kültürel yönleri dikkatimi çekti. Diğer bir ilgimi çeken konu ise aile ve aile içi ilişkilerdi. Bu konular üzerinden psikiyatrinin içinde kendime bir yol bulmaya çalıştım. Sonuçta, toplumsal etkilere odaklanan bir araştırmacıyla yaşam olayları üzerine çalışma fırsatım oldu. Aynı şekilde ailelerle çalışırken sistemik düşünce ile tanıştım. Tüm bunlar uzmanlık alanımı belirlememe vesile oldu.

Psikiyatri ihtisası sonrasında İngiltere’ye gittim. Orada iki farklı alanda eğitim aldım. Bunlardan biri antropoloji, ki bu beni sizlerle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde buluşturan konulardan biriydi. Londra’daki Üniversite Koleji’nde bu eğitimi aldım. Psikiyatriyi insan kavramıyla tamamlayan konulara meraklıydım. İkinci eğitimim ise sistemik yaklaşım üzerineydi. Bu eğitimi Londra’daki Tavistock Kliniği’nde tamamladım. Daha sonra Türkiye’ye döndüm.

GÇ: Psikiyatriyi mekan ile bağlama fikrinin nereden geldiğini merak ediyorum.Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde bu konu bağlamında ders verme süreciniz nasıl gelişti?

MKK: İngiltere’den döndükten sonra birçok şeyi bir araya getiren bir model kurmaya çalışıyordum. Bunlardan bir tanesi sistemik perspektifti. Bugün biliyorsunuz, “sistemik düşünme” adı altında bir tasarım programı mevcut. Sistemik bakış açısı, aslında aile konusundan öne çıkan bir yaklaşım. Bir sistem, kendi içerisinde sürdürülebilir ilişkileri nasıl oluşturuyor? sorusu ana araştırma konusu. Temel merakı ise, ilişkilerde, nasıl bir yaklaşımla, nasıl bir ilişki ve bağlantı modeliyle bu sürdürülebilirliği sağlayabiliriz? sorusu.  

İkinci konu ise antropoloji. Merak ettiğim şey, insan deneyimiydi. Özellikle 2004 yılından sonra bu konuya odaklandım. Burada insan psikolojisinden değil, insan deneyiminden bahsediyorum. Deneyim merkezli çalışmalar nasıl yapılır? Özellikle etnografinin temel modeli olan katılımcı gözlem, sadece etnografların değil, herkesin uygulayabileceği bir yöntem olabilir mi? Katılımcı gözlemle deneyimi nasıl öğreniriz?Bu model üzerinden bilgi üretimini nasıl sağlarız? gibi sorular üzerine düşünerek bu modelleri kurguladım ve geliştirmek için bir proje ekibi kurdum. 

2007 yılında, bir dostumuz aracılığıyla sevgili Kemal Çorapçıoğlu ile tanıştım. Kendisi o dönem Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Yapı Fiziği ve Malzemesi Bilim Dalı’nde hocaydı. Kemal Bey’e projelerimden bahsedince, “Bu yapmak istediğiniz şeyi bizim okulda ders olarak vermek ister misiniz ?” diye bir fikir ortaya attı. Çünkü anlattığım konu, mimarların ve tasarımcıların çok ihtiyaç duyduğu bir konunun karşılığıydı. Üstelik o zamanlar bu konular ülkemizde çok fazla konuşulmuyordu. Sonunda bu üç konuyu bir araya getiren bir ders programı oluşturmaya çalıştık. 

Dersin içeriği tamamen ortak bir pratik üzerineydi. Siz de hatırlarsınız, yaparak öğrendiğimiz, grubun kendi içinde kolektif çalışmayla öğrendiği ve sistemik bakışı katılımcı gözlemci olarak kendine bir metodoloji olarak seçmiş bir öğrenme sınıfı oluşturduk. Bu modelin öğretilebilir, paylaşılabilir ve çoğaltılabilir olup olamayacağı hala en büyük merakım. Ders keyifle başladı ve ilk yılında büyük ilgi gördü. İlk altı-yedi yıl boyunca dersi resim bölümünden, sosyoloji bölümünden, hatta İTÜ ve YTÜ’den misafir öğrenciler aldı. O zamanlar ders seçimi çok farklı disiplinleri içeriyordu ve oldukça multidisiplinerdi. Sonrasında ders seçimlerinde sınırlamalar getirildi ve sadece mimarlık öğrencileri dersi seçebildi. Farklı bölümlerden gelen öğrenciler dersi daha çeşitli kılıyordu. 

Mimar Sinan dönemi, benim hayatımda çok dönüştürücü bir deneyim oldu. Tasarım okulunda, tasarım öğrencisinin nasıl geliştiğini, nasıl eğitildiğini görme fırsatım oldu. İstemsizce, ben de bir antropolojik çalışma yapmış oldum. Bu ders benim için büyük bir öğrenme süreciydi. 2010 - 2011 yıllarında, bu dersle birlikte hayatıma tasarım düşüncesi girdi.  Tasarım düşüncesiyle birlikte derse daha da cesaretle yaklaşmaya başladım. Sistemik bakış, katılımcı gözlem ve deneyim, kolektif çalışmanın bu bağlamda nasıl gerçekleşeceği, grupların bir araya gelerek nasıl üretim yapabileceği ve projeleri tasarıma nasıl yönlendirebileceğimiz üzerine yoğunlaştım. Bu süreçte çok ilginç çalışmalar yaptık ve öğrenciler, birlikte çalışmayı öğrendiler. Ben ise hayatıma tasarımı daha fazla dahil ettim ve 2012’den itibaren kendime profesyonel bir yol açmış oldum. Giderek daha fazla tasarım merkezli projeler almaya ve bu projelerde çalışmaya başladım. Halen de Koç Üniversitesi’nin farklı programlarında uygulama örneklerini oluşturmaya gayret ediyorum.

GÇ: Sizce, mekanlar, insan psikoloji üzerinde ne gibi deneyimler ve etkiler bırakır?

MKK: İlk olarak şunu belirtmem gerekiyor, mekan ve mekan psikolojisi konusunda bir uzman olduğumu düşünmüyorum. Hatta bu alanda kolay kolay bir uzmanlık oluşturulabilir mi, ondan da emin değilim, çünkü çok geniş bir alan. Mimarlar bir mekan tasarımı yaparken, insanların gündelik deneyimlerini an be an şekillendiriyorlar. Bu, inanılmaz bir deneyim. Bunu ilk fark ettiğim yer ise psikiyatri mekanlarının oluşum süreciydi.

Psikiyatriye ilk başladığımda Marmara Üniversitesi’nde çok küçük bir klinikteydik. Ancak klinik, kendi ihtiyaçlarını karşılamak için o küçük mekanı oldukça zengin bir şekilde kullanıyordu. Bazen çok geniş ve uygun mekanlarınızın olması o mekanların deneyim açısından olumlu olduğu anlamına gelmiyor. Orada şunu fark ettim ki, insanlar, o küçük alanda bir araya gelerek mekanı yeniden üretiyorlardı. En çok dikkatimi çeken şey, insanların mevcut mekanlar içinde yeni mekanlar üretmeleri ve bu süreçte buldukları çözümler oldu. 

Bu nedenle hatırlarsınız, derste trafik ışıklarını incelemiştiniz. Oraya bir trafik ışığı koyuyorsunuz, ancak zamanla çevresi zenginleşiyor ve şekilleniyor. Simitçi geliyor simit arabasını koyuyor, seyyar satıcı kendine bir yer buluyor ve birdenbire o ışığın etrafı bir sosyal doku haline geliyor. Dolayısıyla bana sorarsanız, bir mekanın sosyal ve psikolojik olarak en değerli yanlarından biri insan ilişkileri üzerinden yeniden üretilebilir olmasıdır.

Mekan, insan deneyimini zenginleştiren bir alan olmalı. Bu zenginleştirmenin en önemli yanlarından biri de kurallardan ziyade, mekanın birlikte üretilmiş olmasıdır. Çünkü artık şu kurala giderek inanmamaya başladım: “Burası böyle olmalı”, olabilir, ancak bunu hep birlikte tartışmak ve kullanıcıyla beraber oluşturmak çok daha zenginleştirici bir deneyim sağlıyor. Artık mesele neyin iyi ve fonksiyonel olduğundan çok, o fonksiyonel olanın nasıl ve hangi süreçle tanımlandığı ile ilgili.

GK: Yapay zeka ile ilgili birçok yeni program çıktı. Mekanları hangi teknolojik unsurlar ile deneyimleyebiliriz?

MKK: Aslında, bir önceki soruda anlattığım yolculuğun son noktasından bahsetmek isterim. 2018 yılından beri Koç Üniversitesi’nde Karma Gerçeklik Laboratuvarı’nda çalışıyorum. Bunu özellikle belirtmemin nedeni, yapay zekadan önce de üretilen mekanları deneyimleme şansımızın olması. Artırılmış gerçeklik deneyimi bunlardan bir tanesi. Sadece yapay zeka değil, diğer teknolojik arayüzler ve araçlar da mekanı deneyimlememize olanak sağlıyor. Sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik fenomenleri bunun örnekleri. Ya da bu deneyimleri 3D olarak dev ekranlara yansıttıklarında da mekanı deneyimlemiş oluyorsunuz.

Örneğin, Ars Electronica’da şu şekilde bir uygulama yapmışlar: Notre Dame Katedrali’nin 3D fotogrametrisinin eski haline göre her bir detayını inşa etmişler ve bu modelin içinde gezebiliyorsunuz. İnanılmaz bir deneyim, ancak detaylar içinde kaybolabilirsiniz. Bu modeller içerisindeki deneyimler, gerçek mekan deneyimlerine oldukça güçlü alternatifler sunuyor. Bazen bu tür deneyimler, gerçek bir binayı gezmek kadar etkileyici olabilir. Mekan deneyimine yardımcı olan bir diğer unsur da son dönemde mimarların sıklıkla kullandığı VR (sanal gerçeklik) gözlükler.

GK: Teknoloji ile üretilen mekanların deneyimlenmesinin insan psikolojine nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?

MKK: Bir örnekle başlamak isterim. Önümdeki masada seçtiğim bir vazonun nasıl duracağını artırılmış gerçeklik ile buraya yansıtabiliyorum. Peki, bunun insan zihninde nasıl bir karşılığı var? Yapay zekanın ürettiği olasılıkları denemek için bir ortamın oluşması gerekiyor. Bu ortamın gerçeklik düzeyi deneyimimize yön veriyor. Şunu fark ediyorum ki, artırılmış gerçeklikte bu tür ortamlarda yapılan denemeler, bize farklı gerçeklik düzeylerini deneyimleme şansı veriyor.

Şu anda birçok mimar, VR gözlüklerle mekanların deneyimlenmesi üzerine çalışıyor. Bu tür sanal deneyimlerde ilk geçiş anının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. İlk deneyim, aslında görme biçimi ve görme algısıyla doğrudan ilgili. Özellikle beden, mekan algısıyla ilgili bir zorlanma yaşanıyor, bir tür geçiş alanında deneyim yeniden kurgulanıyor. Ben, bu zorlanmanın ve ara alanın kişilerin mekanı ve ortamı algılama becerilerini geliştirdiğini düşünüyorum. O tür deneyimlerin, zihinsel esnekliği artıracağı yönünde bir hipotezim var, özellikle mekanı deneyimlerken.

Tabii bu tür teknolojiler halen çok başlangıç noktasında ve uygulamalarına yönelik kısıtlılıklar var -fiziksel reaksiyonlar gibi- ancak yine de geniş bir keşif alanı mevcut.

GK: Yapay zeka ile tasarlanan mekanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Gelecekte olumlu ya da olumsuz olarak ne gibi etkiler bırakabilir?

MKK: Yapay zeka ile üretilen mekan ve görsel önerilerinden bahsedecek olursam, kendi gözlemimi paylaşmak isterim. Bunu, yaptığımız bir çalışmayla anlatmak isterim. Tıp fakültesindeki öğrencilerle birlikte, 2050 yılında psikiyatrinin nasıl olacağını düşündük ve bir atölye çalışması gerçekleştirdik. Bu atölye çalışmasının sonuçlarını MidJourney’e aktararak, gelecekte bir psikiyatri hastanesi nasıl olacak? sorusunun cevabını aradık ve bu durumu görselleme fırsatımız oldu. Benim gözlemime göre, yapay zeka programlarının kendilerine özgü bir estetik anlayışları var. Bu tür uygulamaların içsel bir estetik dünyası bulunuyor ve az çok nasıl bir görsel ortaya çıkacağını tahmin edebiliyorsunuz. Bizim çalışmamızda da MidJourney’in kendine has yorumuyla bir hastane görseli ortaya çıktı.

Ancak son dönemde bu alanda da yoğun bir değişim söz konusu. Ars Electronica’da bu sürecin daha da zenginleştiğini gözlemledim. Dünyanın tanınan animatörlerinin ve film yapımcılarının yapay zeka ile ürettikleri film örneklerini izledim. Orada daha gelişmiş yapay zeka modellerinin kullanıldığını gördüm ve benim deneyimimin çok ötesine geçtiklerine ve çok renkli içerikler oluşturduklarına tanık oldum.

Bir soru - cevap oturumunda şu soru soruldu: “Yapay zekayı ne olarak görüyorsunuz? Bir araç mı yoksa bir iş ortağı mı?” Çoğu, yapay zekayı iş ortağı olarak tanımladı. Gelecekle ilgili net bir şey söylemek imkansız olsa da şunu unutmamak gerekir: Kullandığımız arayüz ne olursa olsun, o arayüzün karşısında oluşturduğumuz insani işlemler, o arayüzün performansını belirleyecektir. Örneğin, çok iyi bir mimar olabilirsiniz, ancak bir mimar olarak mimari çözümleri oluştururken gerçekleştirdiğiniz eylemler ve oluşturduğunuz ilişkiler de büyük önem taşır. Dolayısıyla, yapay zeka da bir şekilde sizin onunla nasıl etkileşime girdiğinizle ilgili bir şey. Bu etkileşim biçimini iyi çalışmanız ve hazırlamanız gerekiyor. Benim gözlemim bu yönde.

GÇ: Ben şunu belirtmek istiyorum tüm bu konuştuklarımızın üzerine. Biz normalde insan olarak sosyal bir varlığız ve bir mekanı tasarlarken işveren ile ciddi bir vakit geçirip, sohbetler ediyoruz, tartışıyoruz ve tasarım sürecine ciddi bir zaman ayırıyoruz. Günümüzde yaşadığımız insan odaklı süreç ile yapılan tasarımlar yapay zeka devreye girince sizce nasıl bir farklılık yaşayacak? İleride yapay zeka, insanların mekan ihtiyacını, bu yaşanılan süreçleri es geçerek çok hızlı bir üretim ile sonuçlandırabilir mi?

MKK: Bu bir spekülasyon olurdu sanırım. Bu soruyu cevaplayacak kişi belki de ben değilim. Ancak gözlemlerimden bahsedebilirim. İnsan deneyimi ve etrafındaki ilişkilerin gücü, bir süre daha yapay zekanın önünde olacak gibi görünüyor. Bu durum, ilişkilerin gücüne ve insan merkezliliğe ne kadar değer vereceğimizle, onu ne kadar öncelik sırasına koyacağımızla ilgili. Sonuçta bir gün, bir ay, hatta üç ay boyunca izlemek, gözlemlemek, konuşmak ve etkileşim kurmak yerine beş-on dakika içinde yapay zeka modeline sorup cevap almayı tercih edersek, bu durum insan etkileşiminin tembelleşmesine yol açar ve bu tehlikeli bir durum olabilir. 

Birbirimize sorduğumuz bir sorudan bazen bambaşka açılımlar doğabiliyor. Yapay zeka ile bu açılımları yapar mıyız? Sanmıyorum. Ancak şu da bir gerçek ki, giderek daha lokal ve özelleşmiş yapay zeka programları üretmek istiyorlar. Örneğin, sadece mimari alanda hizmet veren ve bu soruları cevaplayan bir model gibi. Daha etik ve kendi etik normları olan yapay zeka sistemlerinin gelişeceğini görüyoruz. Bu çalışmaların ilerleyen yıllarda nereye evrileceğini bilemiyorum ama bu gelişmelerle birlikte, zamanla keşfedeceğimiz yeni bilgisayar modellerinin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Bu yapay zeka programları, insanın gelecekte doğa ile ilişkisini yeniden gözden geçirmesi ve bu ilişkinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini düşündürecektir. “Yapay zekanın sınırı ne olacak?” sorusundan ziyade, “Bizim insan olarak sınırımız ne?” sorusunu sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Eğer biz bir sınırda kalıp, yapay zekayı yalnızca bir araç olarak kullanırsak, bu ilişkide sorunlar yaşanabilir.

GÇ: Ars Electronica gibi sanat ve bilimin kesiştiği bir festivale katılımcı olarak gitmişsiniz. Festivalle ilgili deneyimlerinizden de kısaca bahseder misiniz? Türkiye’de bu alanda yapılan bir çalışma var mı?

MKK: Ben oraya gözlem yapmak için gittim. Senelerdir gitmek istediğim bir festivaldi. Festival, bağımsız bir yapının etrafında oluşturulmuş bir kent, adeta bir “hap” gibi. Bu kent ve “hap” içinde teknoloji, dijital teknolojiler, inovasyon, sanat, bilim ve toplum bir arada bulunuyor. Hepsi aslında toplum merkezli. “Toplum adına faydalı neler oluşturulabilir?” sorusu etrafında toplanmış diyebiliriz. Büyük bir festival ve oldukça eğlenceli bir dört gün geçiriyorsunuz. Herkese tavsiye ederim.

Oradaki gözlemim şu: İnsan, kendi doğasıyla ve doğayla yeniden ilişkilenmeye çalışıyor. Bunu da teknoloji, bilim ve sanatı kullanarak yapıyor. Bence en önemli nokta bu. Sanat, bilim, teknoloji ve toplum arasındaki bu dörtlü kombinasyon inanılmaz bir sinerji oluşturuyor.

Türkiye’de bildiğim kadarıyla Ars Electronica çapında büyük bir festival yok. Tabi ki birçok girişim mevcut. Türkiye’de tasarım okulları etrafında bir araya gelen, teknolojiyi ve dijital sanatı içeren yapılar var. Hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) teknoloji ve inovasyon müzesi açtı. Bununla ilgili birçok kurumda da atılımlar gerçekleşiyor.

GÇ: Son olarak gelecekle ilgili planlarınızı sormak istiyorum. Gelecekte projelerinize nasıl devam edeceksiniz?

MKK: Mimar Sinan’da ders vermek, bir noktada hayatımı değiştirdi. Yukarıda da bahsettiğim gibi, tasarım düşüncesi hayatıma girdi. Farklı bir perspektifle insanın yaptığı işi nasıl çoğaltabileceğini gördüm. Siz tasarımcılar, işlerinizi çoğaltabiliyorsunuz. Bir mekan deneyimi, çoğaltılabilir bir deneyimdir. Birbirinden farklı binlerce insan, oluşturduğunuz mekanı deneyimliyor. Her biri için farklı yeni bir dağarcığın oluşmasına fırsat veriyor ürettikleriniz. Bu anlamda tasarım düşüncesi, benim de geleceğe dair planlarımı şekillendirmede ciddi bir rol oynadı.

İnsan deneyimi üzerine araştırmalara fırsat veren bir platform üzerine çalışıyorum. Projemiz, tasarım araştırmacılarının insan deneyimi merkezli olarak nasıl bir araya gelebilecekleri, nasıl içgörü oluşturabilecekleri ve bunun etrafında nasıl bir işbirliği yaratabilecekleri üzerine. Bunun sonucunda, bu iş birliğinin onların tasarımlarına yeni çözümler üretmek için nasıl bir fırsat sağlayacağını incelemek istiyorum.

Yaptığım işi nasıl çoğaltabilirim? Bunu yaparken, tasarımı, bu çoğaltma sürecinde nasıl kullanabilirim? Bunlar da gelecekte yapacağım çalışmalar arasında olacak.

GÇ: Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim hocam.

Kaynakça
Kuşçu, K. (2011). Mekân ve İnsan. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.
Ars Electronica. (n.d.). "Ars Electronica Festival: Art, Technology, and Society." Accessed from https://ars.electronica.art
Rustemli, A. (2021). "Human Psychology and Architectural Spaces." Journal of Design Studies, 15(3), 45-57.