Mimarlığı Toplumsallaştırmak: Bilgi, Seçenek, Siyasi Sorumluluk
Yine geçen ay bu köşede yer alan yazının bıraktığı yerden devralayım. Evet, 15. Venedik Bienali’ne üç aydan kısa bir süre kalmasına ve Türkiye’yi temsil edecek serginin İKSV tarafından oluşturulan seçici kurulca yaklaşık üç ay önce belirlenmiş olmasına rağmen sergi projesinin ne kavramsal ne de fiziksel ayrıntıları halen kamuoyuyla paylaşılmış değil. (Bu yazı yayın sürecine girdikten sonra İKSV 7 Mart'ta düzenlenecek bir toplantıyla bienal projesinin detaylarını kamuoyuyla paylaşacağını duyurdu.) Geçen ayki yazı, bu durumu, projeyle ilgili bildiğimiz tek şeyin Venedik ve İstanbul arasında tersane mevzuu üzerinden bir ilişki kuruyor oluşu ve projenin müellifi Teğet Mimarlık’ın aynı zamanda Haliç Tersaneleri’nin dönüşümünde de yer alışını da hesaba katarak gayrimenkul piyasasının güdümündeki mimari üretime ilişkin şeffaflık eksikliği sorununun yeni bir tezahürü olarak irdeliyordu. Bense, özellikle Venedik Bienali’nin bu yılki küratörü olan Alejandro Aravena’nın mimarlık pratiği Elemental’in konut meselesine olan ilgisi ve benzer “sosyal sorumluluk sahibi” pratikler etrafında şekillenen tartışmalara da değinerek bu ay eleştiriyi bir kademe daha soyutlayacağım. Zira, kentsel rantın belirleyici olduğu bağlamlarda mimari üretimin muzdarip olduğu sorunun ölçeğinin çok daha geniş olduğuna inanıyorum. Kanımca esas sorun, mimari üretimin toplumun genelinin erişimine kapanması. Bilginin şeffaflığına dair eksiklikse bu sorunun alabildiği en az üç halden yalnızca biri. Aşağıda, diğer iki halin “somut seçeneklerden yoksunluk” ve “siyasi otoritenin kendini mesuliyetten kurtarması” olduğunu öne süreceğim. Dahası, topluma kapalı mimarlığın alabildiği bu iki hal ile “sosyal sorumluluk sahibi” pratikler arasındaki ilişkisinin ilk bakışta görünenden çok daha girift olduğunu savunacağım.
BİLGİ ÜRETİMİ VE BİLGİYE ERİŞİM
Geçen ay bu köşede vurgulandığı gibi, gayrimenkul piyasası güdümünde toplumun geniş kesimleri tarafından erişilemez hale gelen mimarlığı yeniden topluma açmanın ilk adımı elbette bilgiye erişimi şeffaflaştırmakla ilgili. Bu cephede birçok girişim de tüm hızıyla sürmekte. Benzer girişimlere Türkiye’den verilebilecek en önemli örnek, gerek kentte gerekse kırsalda mekanı rant odaklı bir biçimde dönüştüren projelerin altında yatan sermaye ve iktidar ilişkilerini gözler önüne seren Mülksüzleştirme Ağları projesi. Bir süredir ikamet ettiğim şehir olan Londra’da ise, özel teşebbüsün sahipliği ve kontrolünde biçimlendirilen kent mekanlarının vatandaşa “kamusal alan” olarak sunulmasına karşı çıkan London Space Academy girişimi dikkate değer. Girişim, İngilizce’de POPS (privately owned public space) kısaltmasıyla da bilinen, “kamusal alan” görünümlü özel mülkleri düzenli kitlesel eylemler aracılığıyla haritalandırarak ortaya çıkan bilgiyi kamuoyu ile paylaşıyor.
SOMUT SEÇENEKLERİN GELİŞTİRİLMESİ
Bilgiyi şeffaflaştırmak her ne kadar mimarlığı tekrar toplumun genelinin hizmetine sunabilmek adına hayati bir adım olsa da, o bilgiyle ne yapıldığı da bir o kadar önemli. Zira, piyasa odaklı yaklaşımların farkında olup bu yaklaşımlara somut alternatifler üretilemediğinde, farkındalık paradoksal olarak boğucu bir etkiye de neden olabiliyor. Çabalarını somut seçenekleri mümkün kılmaya yoğunlaştıran güncel yerli örnekler arasında, Haliç Tersaneleri’nin dönüşümü etrafındaki tartışmaya da temas ettiği savunulabilecek, Endüstri Mirası Keşfi inisiyatifi yer alıyor. İnisiyatif, İstanbul’daki işlevsiz endüstriyel tesislerin “bulundukları kentsel çevrenin ihtiyaçları ve ilişkileri gözetilerek yaşayan mekanlar haline getirilmesi” amacıyla başladığı çalışmaları, bugünlerde Kasımpaşa Un Fabrikası örneğinin değerlendirileceği bir projeyle somutlaştırıyor. Bir diğer güncel örnek ise, Küçük Armutlu Yerinde ve Yerlisiyle İyileştirme Ulusal Mimari Fikir Yarışması. İstanbul gayrimenkul piyasasının gözüne kestirdiği mahallelerden olan Küçük Armutlu’nun “yerinde ve yerlisiyle birlikte” iyileştirilmesini amaçlayan yarışma, başka bir tür kentsel dönüşümün mümkün olduğunu kanıtlayacak somut mimari seçeneklerin üretimine ön ayak oldu. Küçük Armutlu örneğine de damgasını vuran barınma hakkı, gayrimenkul piyasasının güdümünde hareket etmenin mimarlığı toplumun geniş kesimlerinin karşısında konumlandırışının küresel olarak da en yakıcı biçimde hissedildiği mesele. Barınma meselesi, “soylulaştırma” başlığı altında aşina olduğumuz tartışmaların yanı sıra, savaş ve doğal afet gibi türlü kriz durumu nedeniyle de toplumun geneline hitap edebilecek türden mimari üretimleri elzem kılıyor. Öyle ki ana akım yaklaşımlar da meselenin yakıcılığının farkına nihayet varmış gibi gözüküyor. Mimarlık alanında dünyadaki en önemli ödüllerden Pritzker bu yıl “sosyal sorumluluk sahibi” ve “katılımcı” konut projeleriyle bilinen Alejandro Aravena’ya giderken İngiltere’nin en önemli sanat ödülü Turner ise yine imkanları kısıtlı toplumsal kesimlerle birlikte bu kesimlerin yaşam koşullarını iyileştirmek için tasarladığı mekansal müdahaleler nedeniyle Assemble adlı mimarlık kolektifine verildi.
SİYASİ SORUMLULUĞUN GÖZDEN KAÇIRILMAMASI
Ancak kent alanlarının toplum yararının gözetilmediği yaklaşımlarca yeniden biçimlendirilmesi küresel ölçekte ve tüm hızıyla devam ederken, eleştirilerden nasibini alanlar arasında yalnızca emlak sektörü ve siyasi otoriteler gibi olağan şüpheliler değil, Aravena ve Assemble gibi pratikler de var. Buradaki eleştiri, “sosyal sorumluluk” ve “katılımcılık” ilkesiyle hareket eden benzer pratiklerin çözmeye çalıştıkları sorunların ortaya çıkışı kadar, olası çözümlerin geliştirilmesi doğrultusunda da sorumlu tutulması gereken aktörlerin bu sorumluluğu örtbas etmelerine dolaylı yoldan yardımcı olduklarına dair.
Gerçekten de Aravena’nın konut projelerinin Şili’nin en büyük enerji şirketi COPEC’in hayırseverlik girişimi olarak finanse ediliyor ya da Assemble’ın müdahalelerinin mahallelilerin emeği ve çabalarına dayanıyor olmasının, siyasi otoritenin kendisini sorumluluktan sıyırmasına ön ayak olduğu söylenebilir. Eleştirinin bu boyutu, kemer sıkma politikalarının kendisini iyiden iyiye hissettirdiği ülkeler için özellikle geçerli. Zira, hayırseverlerin ve sade vatandaşların toplumun temel sorunlarına çare olabiliyor gözükmesi, aynı zamanda siyasi otoritenin kamu kaynaklarını barınma, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetleri ücretsiz ya da düşük ücretlerle sağlamak yerine iş dünyası ve finans sektörünü canlandırmak amaçlı kullanmaya devam edilebilmesi için de son derece elverişli bir iklimi mümkün kılıyor. Dahası, Aravena’nın daha sonra evin sakinleri tarafından tamamlanmak üzere yarısını bitmemiş halde bıraktığı konut tasarımları ya da Assemble’ın geçici çözümler ve geri dönüştürülmüş malzemelere sıkça başvurması, mimari ve maddesel nitelikten ödün veren çözümlerle yetindikleri için eleştiriliyor. Gerçekten de bu tür küçük ölçekli, cerrahi ve “hiç yoktan iyidir” müdahalelerin yarattığı tantananın arasında adına “sosyal devlet” dediğimiz sistemin olmazsa olmazlarından olan nitelikli barınma hakkının karşılanması sorumluluğundan günümüz siyasi otoritelerinin ne denli kaçındığı gerçeği kimi zaman gümbürtüye gidebiliyor.
Neyse ki barınma meselesi, siyasi otoritenin sorumluluğunun gözden kaçırılmamasını amaçlayan girişimlere de ilham olmuş durumda. Söz konusu girişimlere dünyadan verilebilecek örnekler arasında, Londra’da gayrimenkul piyasasının insafına terk edilmiş atıl durumdaki sosyal konutları işgal ederek 300 pound gibi cüzi rakamlara onarıp yaşanılabilir hale getiren Sweets Way Resist ve Focus E15 gibi inisiyatifler bulunmakta. Bu gibi inisiyatiflerin hayırseverler ya da vatandaşlar liderliğinde ve mimari nitelikten ödün verilerek kotarılacak yeni evlerdense, siyasi otoriteyi, halihazırdaki konut altyapısının değerlendirmeye ve dolayısıyla “sosyal devlet” olmanın gereklerini yerine getirmeye zorladığı görülüyor. Benzer bir yaklaşıma Türkiye’den verilebilecek önemli bir örnekse Düzce Evsiz Depremzedeler Dayanışma ve Konut-Yapı Kooperatifi. 1999’da Düzce’de yaşanan deprem sonrası içerisinde yaşanamayacak hale gelen konutlarla ilgili yapılan hak sahipliği tespitinde hiçe sayılan kiracıların 2003’te kurduğu kooperatifin, devletten koparmayı başardığı arsa tahsisiyle siyasi otoriteyi topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmeye mecbur bıraktığı söylenebilir. Kooperatifin bu kazanımı şimdilerde ise Düzce Umut Evleri adlı konut projesiyle taçlanma sürecine girmiş durumda.
Mimarlığı tekrar toplumun genelinin erişimine sunabilmenin üç kademesini “bilginin üretimi ve paylaşımı”, “somut seçeneklerin üretilmesi” ve “siyaseten sorumlu olanların bu sorumluluğun gereğini yapmaya zorlanması” olarak listelerken bu üç kademenin üçüyle de angaje olmamış örnekleri toptan tefe koyduğum gibi bir sonuç çıkarılmasın. Yine de şeffaf bilgi ve uygulanabilir alternatiflerin üretilmesine yönelik sergilenen değerli çabaların, siyasi sorumlulardan talepleri de içerecek müdahalelere evrilmesinin yollarını hep birlikte düşünmeye devam etmeliyiz.
İlgili İçerikler:
-
19. Venedik Mimarlık Bienali’nin Teması Açıklandı
-
2025 Venedik Mimarlık Bienali’nin Küratörlüğünü Carlo Ratti Üstlenecek
-
Venedik Mimarlık Bienali Biterken...
Dünyanın en önemli mimarlık etkinliklerine ev sahipliği yapan Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi Kasım’da sona eriyor. Mimarlık alanındaki en bilinen ve geniş katılımlı uluslararası buluşmalarda güncel tartışmalara yön veren Venedik Mimarlık Bienali'nin bu yılki teması “Geleceğin Laboratuvarı” idi.
-
Venedik Mimarlık Bienali'nin İlk Direktörü Paolo Portoghesi Hayatını Kaybetti
-
Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi Kitabı Yayında
-
18. Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu Açıldı
-
18. Venedik Mimarlık Bienali 20 Mayıs’ta Açılıyor
-
"İlerlemenin Ne Olduğunu Düşünmemiz Gerekiyor"
Ponto Atelier, farklı coğrafyalarda, değişen ölçekler ve programlarda projeleri olan Portekizli genç bir ofis. Atlantik Okyanusu’nda, Madeira Adaları’nda konumlanmış olan bu stüdyonun adını daha sık duymaya başlayabiliriz çünkü hem yapım aşamasında olan çeşitli projeleri tamamlanmak üzere, hem de bu yıl küratörlüğünü Andreia Garcia’nın üstlendiği Venedik Mimarlık Bienali, Portekiz Pavyonu’na davet edilen ofislerden biri oldular. Şebnem Şoher, stüdyonun kurucuları Ana Pedro Ferreira ve Pedro Ribeiro’yla işlerine ilham veren kaynaklar, adada olmak ve sürdürülebilirliğin farklı açılımları üzerine konuştu.