Şehrin Hafızasını Barındıran Yapı

Milano'da tasarlanan proje, şehrin kolektif hafızasını mimari bir barınak içinde saklıyor ve bu hafızadan seçilenleri duvarlarında taşıyor.

Kalıcı hatıralarımız kısa süreli olanlarla iç içe var olurken, kamusal hatıralar da kişisel anılara karışır; çok net hatırladıklarımız aslında bilinçaltımızdan ayrılmaz parçalar taşır. The House of Memory projesi de hem toplumun hem de bireylerin hafızalarında yer edinmiş birçok farklı hatıraya barınacakları bir mekan sağlıyor. Milano'nun yakın tarihini sergileyen yapı, şehrin kolektif hafızasını temsil eden 19 portreyi ve 8 tarihi görseli duvarlarına taşıyor. Çağdaş bir poliptik yorumu olarak tasvir edilen tasarımda yer alan portreler, savaş sonrası şehirdeki çok katmanlılığı temsil eden kimliği belirsiz Milanolulara ait. Tarihi görsellerde ise şehrin tarihinde iz bırakmış toplama kamplarına sürgün edilme, Nazi faşizminden kurtuluş ve 1969 yılında Piazza Fontana'nın bombalanması gibi olaylar tasvir ediliyor.

fotoğraflar: stefano graziani
fotoğraf: giulio boem
fotoğraf: giulio boem
zemin kat planı
1. kat planı
2. kat planı
3. kat planı
kesit
kesit

Bina cephesinde kullanılan renkli tuğlalar, Lombard döneminden kalan yapılarla geleneksel bir bağ kuruyor. Tamamen tuğladan örülen cephede ayaklar ve arşitravlar ile çerçeveler oluşturulmuş. Portreler 4,6 x 4,6 metrelik alanlara yerleştirilirken, tarihi resimler genişliği değişen, yüksekliği 9,6 metre olan alanlara işlenmiş. 6 farklı rengi olan tuğlalar 5,5 x 5,5 x 12 cm boyutlarında proje için özel olarak üretilmiş. Arşivden seçilen görseller, tuğla renkleriyle birlikte çalışacak şekilde 1'den 6'ya kadar sayılarla yapılmış bir matris tablosu ile şekillendirilmiş. Daha sonra çıktısı alınarak 1:1 ölçekte uygulanmış.

“Hafıza Evi” olarak adlandırılan yapı, aslında yaşanılan değil hatıraları somutlaştırarak saklayan bir kabuk, korunmuş bir alan olarak kullanılıyor. Konsept dahilinde yapı hem içindekileri koruyan bir kutuya hem de içeriğini yansıtan kabuğuyla başlı başına korunması gereken bir anıta dönüşüyor. Mimarlığın yavaşlık ve eylemsizlik hali ile yeni medyanın çok katmanlılığı ve hızını buluşturma fikrinden doğan projede; mimarlık kadar statik bir araç ile çağdaş medya teknolojilerini takip etmek (ve çağdaş teknoloji ve medyanın sunduğu karmaşıklığı mimarinin kaçınılmaz sabitliğine indirgemek) yerine, yapının katı dış iskeleti ile akışkan ve değişken içeriğindeki farklılıktan doğan potansiyeli kullanmak istemiş mimarlar.

20 x 30 metrelik dikdörtgen bir kutu şeklinde olan yapı, iç mekanları birbirine bağlı 3 ayrı bölümden oluşuyor. Tamamen açık bir alan olarak tasarlanan zemin katta başlayan spiral sarı merdiven üst katlara yayılan sergi alanlarını, arşivleri ve ofisleri bağlıyor. Yapının ana sirkülasyon elemanı olan merdiven aynı zamanda ziyaretçiler ile arşiv arasında bir ilişki kuruyor. Arşivler, kendini direkt olarak ziyaretçiye sunmuyor; insanlar, dönen merdivenden çıkarken arşive br yakınlaşıp bir uzaklaşıyor ve gördükleri alan sürekli değişiyor. Tasarımdaki uzaklık etkisi aynı zamanda cepheye bakıldığında da ortaya çıkıyor. Uzaktan bakıldığında anlamlı gözüken görseller, yaklaştıkça parçalanıp anlamını yitiriyor ve hafızalarımızın derinliklerinde kalan anı zerrelerine dönüşüyorlar.

Etiketler:

İlgili İçerikler: