Sosyal Tasarım - Sosyal Zorlama

OTTO VON BUSCH

Sosyal ve katılımcı tasarım alanları, geçtiğimiz on yıllarda tasarımcıların metodolojik alet çantalarına büyük katkılarda bulundu. Kullanıcıların öncelikli olduklarını kabullenmek, onların seslerinin ve fikirlerinin tasarım müzakerelerinin bir parçası olmasını sağlamak -başarısız süreçler, yozlaşma ya da kullanıcıların rızasını almada manipülasyon riski her zaman baki de olsa- çoğu durumda daha demokratik bir sonuç vaat ediyor. Ama genel anlamda, çoğu kez sosyal tasarımı ve tasarım süreçlerini erdemli bir tasarlama biçimi gibi, insanlar “için”den ziyade onlarla “birlikte” olarak düşünüyoruz. Tanımın içindeki “sosyal” en faydacı (utilitarian) değil, en etik tasarlama biçimini temsil ediyor.

Fakat tasarımcılar olarak tasarımı; zorlamak için, onun çeşitli araçları aracılığıyla “birlikte” tasarladığımız sosyal gruplar üzerinde baskıyı artırmak için nasıl kullandığımızı göremiyoruz. Tasarımın bir aracılık (agency) biçimi olduğuna kesin gözüyle bakıyor, dolayısıyla süreci kolaylaştırmak için başvurduğumuz araçlar yoluyla işbirlikçilerimizi istismar ederek tehlikeye atabileceğimizin farkına varamıyoruz. Görebildiğim kadarıyla, katılımcı tasarım süreçlerinde en azından beş adet risk, insanların “sorunları”yla haşır neşirken düşüp durduğumuz tuzaklar var.

İlki ve en önemlisi, tasarımcılar ile işbirlikçilerimiz ya da katılımcılarımız arasındaki içkin güç ilişkilerini fark etmede başarısızız. Üzerinde çalıştığımız konu ya da mesele, muhakkak paydaşların “meselesi” fakat tasarımcılar meselenin tasarım aracılığıyla ele alınabilmesini mümkün kılacak şekilde formüle edebilmesine yönelik çabaları ve ajandalarıyla kontrolü ellerinde tutuyorlar. Paydaşlar meselesini, üzerinde yapıcı olunması gereken bir şeye dönüştürüyoruz. En başta meseleyi yaratmış olan sistemi işaret etmekte başarısız oluyoruz.

İkinci ve ilkiyle ilişkili eğilim ise tasarımcıların insanlardan kendi sıkıntıları hakkında “yaratıcı” olmalarını talep etmeleri. Katılımcılar, mesela renkli kalemler ve post-itlerle, kendilerini “yaratıcı” gösterecek yollarda katılım göstermekte belki de tasarımcılar kadar yetenekli olmadıklarını fark ettiklerinde, ele almak üzere hep birlikte belirlediğimiz meseleler üzerindeki eylemliliğini yitiriyorlar. “Yaratıcı” olmak tüm başarıları getiren bir hamle değildir. Durun ve dinlemeyi pratik edin; dinlemek, yaratıcı olmaktan daha önemlidir.

Üçüncüsü, tasarım süreci boyunca müttefiklerimizi ötekileştirme eğiliminde oluşumuz. Tasarımcılar olarak geldiğimiz yerdeki (ki sıklıkla tasarım okuludur bu yer) normlarca kalıba sokulmuş kendi önyargılarımızın farkına varamaz, insanların hayatlarının nasıl olması “gerektiği” hakkında önerilerde bulunuruz. Tasarım okulunun ya da ofisinin dünyanın en iyisi olduğundan kuşkumuz yoktur: Herkes bizim gibi olmaya can atmamalı mı?

Dördüncü konu, tasarımımızı nasıl bir tür şantaja çevirdiğimizle ilgili. Kendi çalışma saatlerimizi işbirlikçilerimizi bizimle vakit geçirmeye zorlamak için kullanıyoruz. Süslü bir maket, tasarım oyunu ya da zımbırtısı getirdiğimizde bu, katılımcıları katılmadıklarından ötürü kolaylıkla suçlu hissettirir. “Ah, siz çok çalışmışsınız, tasarım projenizde size yardım etmeyerek kabalık ederim” derler ve tam o anda tasarımcılar, paydaşların kontrollerine bırakmış olmaları gereken sosyal meselenin sahipliğini alırlar.

Ve son olarak “paydaşların güçlendirilmesi” teması, sadece insanların sahip olması gerektiğini önerdiğimiz gücün miktarında çuvallıyor. Kendi aracılığımıza kesin gözüyle bakarken diğerlerini sadece tasarım projesinde anlamlı olacağı kadar güçlendirmeye meyilliyiz. Kimi zaman, insanların kendi kaderlerini tayin edebildikleri tam kontrol halini ifade etmek için paydaşların güçlendirilmesi amacını beliriyoruz. Bu, sıklıkla patron ya da işveren ajandasını baltalamak anlamına da geliyor. Bir şirket ya da STK nadiren konu dışı kalmak ve çalışanlarını işsiz bırakmak ister. Ya da en olağandışı vakalarda, yoksullar gerçekten hakim sınıf olurlarsa, iktidardayken alabilecekleri olası intikamdan korkuyor bile olabiliriz.

Tasarımcıların sosyal meseleleri ele almayı denemesi yanlış değil, ancak alengirli. Tasarımcıların da dahil olduğu sosyal güç ilişkilerini daha iyi çözümlememiz gerekiyor. Çoklukla kendi araçsal amaçlarımızı, kendi kariyerlerimizin bu meselelere nasıl da bağlı olduğunu gözden kaçırarak, “güçlendirme” gibi daha genel temaların içine gizliyoruz. Böylece bir diğer moda terim (buzzword), özgeçmişimize eklenen bir maddeye dönüşüyor zahmetsizce. Müttefik olmaya çalıştığımız insanlar “için” tasarlamanın patronluk taslamak anlamına gelebileceğini fark etmiş olabiliriz, ancak yine de önce kendimize sormak zorundayız: Biz, tasarımcılar gerçekten ne “için” savaşıyoruz?

Etiketler:

İlgili İçerikler: