1973’te Brüksel’de doğdu. 1979’da Ankara sokaklarında Kaykay yaparak kent ve mimari konusunda ilk deneyimlerine başlayan Sinan Logie, 1998’de Brüksel Özgür Üniversitesi Victor Horta Mimarlık fakültesinden mezun oldu. Belçika’da mobilya, mimari ve kentsel ölçekli projeler üzerinde deneyimlerini tamamladıktan sonra, 2011 yılında İstanbul’a yerleşti. 2013 yılında beri Bilgi Üniversitesinde lisans ve 2014’ten beri yüksek lisans stüdyolarında görev almakta.
Yoann Morvan ile birlikte yazdığı ve kentin saçaklanmasını tartıṣan, Türkçesi 2017 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan İstanbul 2023’ isimli kitabı 2014 yılında Paris’te B2 Yayınevi tarafından yayımlandı. Yaṣar Adanalı ile birlikte, mekansal adalet üzerine çalışmalar yürüten Mekanda Adalet Derneği / Beyond Istanbul'un kurucuları arasında yer alan Logie, sanat alanında ise 2014 yılından bu yana Oktem & Aykut Gallery ile çalıṣmakta.
Ahmet Doğu İpek, Can Altay, Merve Ünsal ve Sinan Logie ile gelecekte sanatsal üretim ile kent ilişkisinin izleyebileceği yeni rotaları konuştuk.
Geçen ay, Eray’ın insan ve çevre ilişkisi için verdiği yurtdışı örneklerinden yolla çıkarak, İstanbul’da doğa ve öbür insanlarla bu ilişkileri nasıl sürdürdüğümüzü (veya sürdüremediğimizi) sorgulamak istedim. Ayrıcalığın ve seçkinliğin başkentine hoş geldiniz!
Zincirleme Reaksiyonlar köşemizdeki yeni seride Eray ve ben kamusal mekanın doğasını ve bu neoliberal çağda bizim doğayla ilişkimizi sorguladık.
Birkaç hafta öncesine kadar Venedik Bienali’nden konuşma lüksümüz vardı. Türkiye’nin yakın zamanda yaşadıklarını düşününce mimarlıktan konuşmak, gerçeklikten kopuk kalıyor.
Bugünlerde İstanbul’a bir uçak penceresinden bakarsanız, yırtıcı bir hayvanın yuvasının üzerinden geçiyormuşsunuz gibi bir hisse kapılabilirsiniz; burası emlak ve betona bağımlı avcıların memleketi.
Eray Çaylı’nın Zincirleme Reaksiyonlar’a katkısı, bizleri dijital devrim çağında mimarlık pratiğinin yeni yollarını düşünmeye davet etti.
Paris’teki 1830 Devrimi esnasında yazmaya başladığı Notre Dame’ın Kamburu romanında Victor Hugo, Başdiyakoz’un kişiliği üzerinden mimarlık ve onun ortadan kayboluşu üzerine birtakım fikirler geliştirir.
İfade özgürlüğümüzün otorite tarafından sınırlandığı bu karanlık günlerde, küçük mimarlık dünyamızın ufak kederlerinden dert yanmak biraz anlamsız.
Bir zamanlar, Roma ve Kudüs gibi, yedi tepeli diye tanımlanan İstanbul'un peyzajı bugün, başka bir biçime büründü.
İstanbul’un çeperlerinde gezinmek bugünlerde özel bir deneyim sunuyor. Özellikle bu peyzajı yürüyerek dolaşmayı göze alanlar şehirin içinde veya dışında olmaya dair alışıldık hissin artık geçerli olmadığını fark ederler.
Geçen haftalarda tesadüfen “Pazarlama bağlamında mimari kuram”ın kullanımı hakkındaki bir konferansın reklamına denk geldim. Belli ki bu etkinlik, mimarlığa odaklanmış saygı duyulan İstanbullu bir organizasyon tarafından düzenleniyordu.
Birleşmiş Milletler’e göre 2008’den beri dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. Bu tarih 9.000 yıl önce Mezopotamya’daki Neolitik dönemde insanların göçebe hayatı bırakıp yerleşik hayata geçmesiyle başlamış uzun bir sürecin dönüm noktası olarak kabul edilebilir.
Toplumsal olarak kabul görmeyen kirlilik, çevremizin bir parçası. Sadece fiziksel mekan açısından değil, aynı zamanda kişilerin davranışları açısından da.