Calvino’nun Plinius’u 14
Italo Calvino, oulipocu üçlemenin (Görünmez Kentler, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu ve Kesişen Yazgılar Şatosu) üzerine, bir de Kitaplarımdan Birini Nasıl Yazdım’ı yayınlamıştır. Bu az bilinen sonuncusu sayesinde Yolcu’nun yanı sıra, Görünmez Kentler’in de nasıl bir şemaya uyduğunu keşfetme şansı buluyoruz. Calvino’nun Görünmez Kentler’i ile Codex Seraphinianus’un son bölümündeki kent betileri arasındaki paralelliği fark etmemek elde değildir. 15
Calvino’nun Plinius’a eğilmesi üzerine; keza Serafini’nin Calvino’yla ve Plinius’la olası bağları üzerine düşünmek mümkün, zincirleme biçimde. Calvino bilginlik ve düş gücü alışverişi bağlamında Plinius’a değinirken, kozmografya ve insanla ilgili felsefi ögeler içerdiği için özellikle ikinci ve yedinci kitapları önerir. 16 Calvino birinci kitapta en çok “beklenmedik yan yana gelişlerin çekiciliği”ne vurulur; epi topu bir içindekiler listesidir bu ilk kitap; gelgelelim bundan çok daha fazlası söz konusudur. Calvino bütün bütüne çağdaşı gibi görür Plinius’u; onun var olan her şeye duyduğu hayranlığa, olgulardaki sonsuz çeşitliliğe duyduğu saygıya değinirken gözden kaçmaz bu. Şöyle der onun için: “Var olan sonsuz sayıdaki biçimi, bütün bu biçimler üzerine var olan daha da sınırsız sayıdaki bilgiyi kucaklamaktan çekinmez.” 17 Plinius’u gerilim içinde düşler Calvino, adeta modern bir persona biçiminde: Şair/filozof ‘pathos’u karşısında nevrotik veri koleksiyoncusu. Ondan ikinci kitabın otuzuncu pasajındaki şu cümleyi alıntılar: “Dünya ebedi ve yaratılmamış göktür (...) yıldızlar hem göğü oluştururlar hem gök dokusu içinde yer alırlar.” 18 Calvino’nun işaret ettiği yere gidince, aşağıdaki gibi bir bölümle karşılaşıyoruz ki Calvino’nun bu pasajı kendince değiştirerek çevirdiğini düşünmek mümkün:
“ceterum aeterna caelestibus est natura intertexentibus mundum intextoque concretis, potentia autem ad terram magnopere eorum pertinens, quae propter effectus claritatemque et magnitudinem in tanta subtilitate nosci potuerunt, sicut suo demonstrabimus loco.”
“But the heavenly bodies have a nature that is eternal —they interweave the world and are blended with its weft; yet their potency has a powerful influence on the earth, indeed it is owing to the effects that they produce and to their brilliance and magnitude that it has been possible for them to become known with such a degree of precision, as we shall show in the proper place.”
“Ancak gökcisimlerinin ebedi bir doğası vardır —dünyayı birbirine örerler ve onun atkısıyla karışırlar; bununla beraber dünya üzerinde muktedir bir etkiye sahiptirler, gerçekten de ürettikleri etkiler ve parlaklıkları ve büyüklükleri sayesinde, aşağıda göstereceğimiz gibi, bu kadar kesinlikli şekilde tanınmaları mümkün olmuştur.” 19
Calvino, Plinius üzerine yazılanları da geniş biçimde okumuş olmalı: Dile getirdiği fikirleri nereye kadar ona atfedebileceğimizi bilemeyeceğimiz, kişisellikten sakınan tavrını, soyut düşüncelere sapmadan olgulara bağlı kalmasını; dünyanın sonsuzluğu, gökkürelerin ses çıkarması türü hurafelere yüz sürmeyişini [“biz dünyanın içinde olanlar için dünya gece gündüz sessizce kayıp gider.” (2:6)] 20 tespit ettikten sonra şöyle der:
“Büyük, bilimsel bir düzyazının başlıca özelliği haline gelecek olan yetiye sahip bir yazar: En karmaşık akıl yürütmeyi apaçık bir belirginlikle dile getirip ondan bir uyum ve güzellik çıkarmak.” 21
Bugünün, alabildiğine kişi vurgusuyla yüklenmiş ama bariz bir nesnel bilgi deposu üzerinde yükselen bilgisinden farklı bir dünyadır söz konusu olan. Plinius’un tanrısı, usavurma yoluyla sınırlığını kabul etmeye zorlanmıştır Calvino’ya göre; zorunluk tanrının güçlerine sınır koyar, tanrı istese de kendini yok edemeyeceğine göre insanlardan daha az özgürdür. Tanrı ölüleri diriltemez ve yaşamış kişiyi yaşamamış kılamaz çünkü zaman geri çevrilemezdir; tüm bunlar aklın özerkliğiyle ihtilafa düşemeyen, iki kere ikinin dört olmasını engelleyemeyen ussal bir tanrının zayıflıklarıdır. Belli ki, dört bir yanda yükselmesi hâlâ durmak bilmeyen aşırı sağın tektanrıcılığına bugün belki en çok post-rasyonel çağda kuantum teorisinin göreciliği hortlama imkânı tanımaktadır. Oysa Plinius’un tanrısı, doğanın gücünden ayrı düşünülemeyen panteizmden başka bir şey değildir. 22
Plinius’un doğa biliminde iki uç vardır Calvino’ya göre: Doğada düzen görme niyeti ve benzersiz olanın kayda geçirilmesi salınım halindedir ama ikincisi hep üstün gelir. Plinius neyi göstermek istemiştir, “...bütünüyle kuralın istisnalardan oluşmuş, başına buyruk bir düzenin söz konusu olduğunu mu? Ya da bizim kavrayışımızı aşacak kadar karmaşık kuralların söz konusu olduğunu mu? ...insan olgulara açıklama getirse bile, bundan ötürü olgular olağanüstü olmaktan çıkmaz.” 22
Plinius, olguların her birini istisna kabul eden güncel ’patafizik ile ne kadar yakınsayabilir bilinmez ama burada Calvino’nun tarihsel olana ’patafizik bir projeksiyon yaptığı gözden kaçmaz. Plinius, ’patafiziğe yol açacak yatağı Lucretius’un klinamen’inden [sapma] sonra genişletiyor muydu? Doğa tarihinde oyunu istisnadan yana kullanarak o sonsuz bilgi deposunu kurmaya yönelen Plinius, daha çok istisna açlığıyla açıklanabilecek bir tutkuyla kurmuştur ansiklopedisini. Hem, Aristocu doğa betimine yaklaşmaması, sonuca varmak için doğayı alet etmemesi başka neyle açıklanabilir? Calvino, patafizikçilere özgü bir yönelimle şöyle der:
“Plinius, aralarında bağ olmayan tuhaf olguların oluşturduğu bu tür birçok liste sunar bize: Yıldırımın insan üzerindeki etkileri, neden olduğu yaralar (kuşlar arasında bir tek kartala, ağaçlar arasında bir tek defneye yıldırım düşmezmiş)...” 23
Bir yanıyla bu eğilim, bizi yeniden Codex Seraphinianus’a getiriyor; ilgisiz olguları birbirine bağlayan listeler, Codex Seraphinianus’un çıkış noktası değilse nedir? Dünyayı tüm varlığıyla kataloglama girişiminin kendisini, Plinius bakımından başlı başına olağanüstü bulmuyor muyuz? Bugün kimsenin girişmeyeceği bir şey gözüyle bakmıyor muyuz? Peki, iki bin yıl önce çok mu girişilesi bir şeydi, Plinius’unki? Bu, yirmi asır önce, şimdi görünebileceğinden çok daha imkânsız bir tasarıydı, unutmayalım.
Kanımca çocuklar, yetişkinlerin saymaca mekânlarına karşı erken yaşlardan itibaren hayal kırıklığı geliştirir. Bayram yerlerindeki şeylerin, yetişkinlerin aşırı ilgilerinin ve el üstünde tutmalarının geçiciliğinden sahteliği hissederler. Yetişkinler sığ yalancılardır, onların bu sığlıkları ve riyakâr ilgileri karşısında, daha büyüyüp de bu ilginin başka küçüklere kaydığını bile görmeden önce, yetişkin dünyasına yönelik bir güvenmezlik duygusu geliştirir çocuk. Codex Seraphinianus işte bu “yetişkin perspektifinden çocuk” kurgusunun yavanlığına karşı, gerçek, somut, yetişkin aklınca ilga edilmemiş, tam ve eksiksiz bir düş evreni kurmaya kalkışarak bayram yerlerinden intikamını alır. Yetişkinlerin çocukları aptal yerine koyan faydacı düşselliğini tarumar eder: Öyle ki, Codex’in bayram yerine gelen yetişkinler tam bir yabancılık içinde bulur kendini; faydacı ve tepeden bakan yalanları bu çocuğa işlemez olur.
Böylece yeniden Calvino’nun “coğrafyayı bir tür sıra dışı canlılar gösterisine dönüştürecektir” tespitine ulaşıyoruz. Calvino her biri güçlü birer imge olan şu maddeleri sıralamadan edemez –kim Plinius’tan böyle listeler, maddeler devşirmenin çekiciliğine karşı koyabilmiştir ki: “Arimospialılar, alınlarının ortasında tek gözleri olan, altın madenlerini ele geçirmek için kartal başlı aslanlarla savaşırlar. Abarymon orman halkı, tersine çevrili ayaklarıyla hızlı koşarlar. Nasamona halkı, cinsel birleşme sırasında cinsiyet değiştirebilen erdişi halk. Thibii halkı, iki gözbebekli ve at şekilli gözü olan halk. Hindistan’da: Dağların köpek başlı avcılar topluluğu; tek bacaklı, gölgede dinlenirken tek bacağını gölgelik niyetine kaldıran sıçrayıcılar topluluğu, bacakları yılan biçiminde bir göçebeler topluluğu, ağızsız astomi topluluğu. İki başlı yılan, basilisk, katoblepa, krokotanlar, korokottalar, leukokrota, leontofon.”
Calvino, Plinius’un ölüme dair değinilerinde de derinlik bulmuş olmalı; maddi metafiziktir bu. Onun yedinci kitaptaki 190. satırına gönderir okuru: “Doğumdan önceki ve ölümden sonraki tek güvenli gerçeklik ile özdeşleşmesi... 24 Ölümden korkmak ve ölümün dehşeti karşısındaki tek mantıksal çıkış, doğumdan çok önce, hiç var olmadığımız, rahme düşmediğimiz tam hiçlik ya da basitçe doğanın kendisi olduğumuz duruma dönüleceğidir. Kısaca keder ve korkunun hükümsüzlüğü: Ben, benden önce zaten yoktum. Bu bilinçle, ölümün dehşetinden bir anda sıyrılırız. Doğa beni yaratan büyük güçtür, ölüm ben denen varlığın ayrışıp doğaya iadesinden ibarettir.

Otuz Yedi Kitaptan Kimi Başlıklar (Çev. LŞ)
Plinius’un Doğa Tarihi’nin otuz yedi kitabının ilki indekstir; yani aslında eser otuz altı artı bir cilttir. Burada her kitapta neleri anlatacağını listeledikten sonra, toplam kaç maddeye yer verdiğini ve bu malzemeyi hangi yazarlardan derlediğini listeler. Plinius, intihal konusunda çok hassastır: Ona göre faiz nasıl anaparadan geliyorsa, bir eserden alıntı yapanlar da ondan fayda sağladıkları için kaynak belirtmekle mükelleftir.
Aşağıda, hızlı bir taramayla dikkat çekici görünen başlıklardan çevirdiğim küçük bir liste bulacaksınız. Akışı bozmamak için, ilgili madde numaralarına yer vermedim. Plinius’un sayılar konusundaki titizliği dikkat çekicidir. Naturalis Historia’sında 36 cilt boyunca toplam madde, tarif, olgu ve sayıları verilmiş. Rakamlar birinci cildi oluşturan indeksten derlenmiştir. Sayılar konusunda tutarsızlık göze çarpar: Kendi verdiği rakam 20.000’dir; (BBC 4’teki sohbetteki uzmanlardan) Liba Taub bunun 37.000 civarında olduğunu dile getirir.
2: 417; 3-6: 1195 şehir, 576 ırk, 115 ünlü nehir, 38 ünlü dağ, 108 ada, 95 yok olmuş şehir ve ırk, 2214 araştırma ve gözlem. 7: 747; 8: 787; 9: 650; 10: 794; 11: 2700; 12: 486; 13: 468; 14: 510; 15: 520; 16: 1135; 17: 1380; 18: 2060; 19: 1144; 20: 1606; 21: 730; 22: 906; 23: 1418; 24: 1176; 25: 1292; 26: 1019; 27: 602; 28: 1682; 29: 621; 30: 854; 31: 924; 32: 990; 33: 288; 34: 915; 35: 956; 36: 434; 37: 1300.
Toplam: 35.852 madde.
Birinci Kitap: Taş yağmurlarının sebepleri. Süt, kan, et, demir, yün ve tuğla yağmurları. Gölgelerin yokluğu: Nerede ve ne zaman? Nerede yılda iki kez? Gölgeler nerede farklı yönlere doğru gider?
Yedinci Kitap: Irkların dikkat çekici bedensel düzenlenişi; canavarsı doğumlar. Bedensel ayrımlar, sıra dışı güç, kayda değer hız, sıra dışı görme yetisi, kuvvetli duyma, bedensel dayanıklılık. İstisnai uzun yaşam vakaları. Ölümden sonra yeniden doğma vakaları, ani ölüm durumları, gömülme, hayaletler.
Sekizinci Kitap: Büyük yılanlarla filler arasındaki husumet. Bakışı ölüm getiren yaratık, basiliskler, kurtlar, görkemli kurtadamın kökeni, çakallar, Corocottae, Mantichorae (Kurt Canavar ve İnsan Yüzlü Aslan).
Dokuzuncu Kitap: Suda yaşayan hayvanların doğası. Deniz hayvanlarının aşırı büyüklüğünün nedeni. Hint Denizi Canavarları. Balıklar nefes alır mı? Uyurlar mı? Erkeği olmayan, kafasında bir taş olan balık türleri. Hangi balıkların renk değiştirdiği. Kırlangıç balığı. Geceleri parlayan balık.
Onuncu Kitap: Devekuşu, Anka kuşu. Montlis kargalarının ne zaman kötü alamet sayılmadığı. Renk ve ses değiştiren türler ve doğum şekli hâlâ belirsiz hayvan türleri. Semenderler. Kuşaktan kuşağa çoğalmayan türler. İstiridyeler işitir mi? En küçük hayvan hangisi? Yaz hayvanları. Hangi kuşun dişleri vardır, hangisi iki yüreklidir? Ciğer dışında iç organı olmayan, ay ile birlikte safra kesesi büyüyen ve küçülen türler. Damarları ve atardamarları olmayan türler. Ağız içinde ve ayak altında kılları olan türler. İnsan vücudunun hangi kısımlarının hermafroditlerle ilişkili olduğu; testisler. Üç çeşit yarı-insan.
On İkinci Kitap: Pamuk ağacı. Aslan ağacı.
On Altıncı Kitap: Roma’daki ağaç beş yüz yaşında. Şehrin kuruluşundan kalma ağaçlar. Banliyölerde şehirden daha yaşlı ağaçlar. Atina’dan daha yaşlı ağaç.
On Sekizinci Kitap: Yıldızların konumu. Tarımsal faaliyetlere göre günlük ve dünyevi işaretler.
On Dokuzuncu Kitap: Köksüz gelişen ve yaşayan bitkiler.
Yirmi Birinci Kitap: Sabah, gün ortasında ve günbatımında farklı renklerde olabilen çiçekler. Yapraktan kök salabilen Opus bitkisi.
Yirmi Altıncı Kitap: İtalya’da ilk ortaya çıktığında halkalı solucan. Timsah bitkisi. Kurt sütü.
Yirmi Sekizinci Kitap: Yabancı hayvanlardan elde edilen ilaçlar[ın sayısı]: Fil 8, deve 10, sırtlan 79, timsah 19, timsah dışkısı 11, bukalemun 15, kertenkele 4, su aygırı 7, vaşak 5. Yabani hayvanlardan ve evcil hayvanlardan eşit olarak elde edilen ilaçlar[ın sayısı]: Domuz 72, geyik 3, kurt 27, ayı 24, yaban eşeği 12, eşek 76, eşek tayı 3, vahşi at 11, at 42. Kısrak hastalıklarına göre düzenlenmiş belirli hayvanlardan elde edilen özel ilaçlar. Süt peyniri 1, yaban öküzü 2, öküz 81, boğa 53, dana 59, tavşan 64, tilki 20, porsuk 2, kedi 5, dişi keçi 116, dişi keçi 31 [hata değil, LŞ], çocuk 21. (?)
Otuzuncu Kitap: Büyünün kökeni. Senato tarafından ilk yasaklandığında insan kurban edilmesi, bunu ilk uygulayanlar, tarih ve yer.
Otuz Birinci Kitap: Hangi tür su deliliği tedavi eder, hafızayı geliştirir, unutkanlık yapar? Kahkahaya ya da ağlamaya neden olan, müzik yayan, sevdayı iyileştiren kaynak suları. Olağanüstü sular: Tüm nesnelerin battığı, hiçbir nesnenin batmadığı, taşa dönüşen sular veya taş üreten sular.
Otuz İkinci Kitap: Balıkların aklı, balıkların kehanette bulunduğu yerler, balıkların elden yedikleri yerler, sesi tanıdıkları yerler. Denizde yaşayan tüm hayvanların isimleri.
Otuz Üçüncü Kitap: Altından 8 ilaç. Malakit ve boyamada kullanma yöntemi.
Otuz Dördüncü Kitap: Solucanların yediği bronz, bakır cevherinden elde edilen 18 ilaç.
Otuz Altıncı Kitap: Labirentler. Asılı kasaba, yedi kat eko, manyetik taş ve ondan üç ilaç, et yiyen veya Assos taşı ve ondan yapılan 10 ilaç. Kemik taşları, ateş ve külden çıkan 3 ilaç.
Otuz Yedinci Kitap: Taşların Kökeni: Tüm değerli taşlardan ve amberden, deniz kabuklarından ilaç yapımı.
Naturalis Historia’dan 25
Yedinci Kitap: İnsan. Irksal ve bireysel özellikler. (...) İskitlerin insan etiyle beslendiği. (...) Dünyanın orta kesiminde –yani Kikloplar ve Laestrygonlar (insan yiyen devler, Yunan mitolojisinden). Arimaspi’nin yaşadığı söyleniyor, tek gözlerinin alnının ortasında olduğu. (...) Arimaspi ile grifonlar arasında, ikincisinin madenlerinin yakınında sürekli bir savaş var. (...) Griffin, tünellerden altın çıkaran, yaygın olarak bildirildiği gibi kanatlı bir tür vahşi canavar. Grifonlar altını koruyor ve Arimaspi onu ele geçirmeye çalışıyor. (...) İskitli yamyamlardan ötede, Himalayalar’daki büyük bir vadide, ayakları bacaklarında arkaya dönük duran bazı orman sakinlerinin yaşadığı Abarimon adında bir bölge var; olağanüstü bir hızda koşabilir ve vahşi hayvanlarla birlikte çok uzaklara gidebilirler. (...) Yunan gölünde Parium yakınlarında Ophiogenes adında bir erkek ırkı vardı; yılan ısırıklarını dokunarak iyileştirirler ve ellerini vücut yüzeyine koyarak zehri çıkarırlardı. (...) Afrika’da Psylli adında benzer bir kabile vardır. (...) Vücutlarında yılanlar için ölümcül bir zehir üretir ve kokusu yılanları uyutur. (...) Calliphanes, biseksüel olan ve iki cinsiyetten birinin rolünü üstlenen Machlyes’i anlatır. Aristoteles, bunların sağ göğsünün erkek göğsü, sol göğsünün kadın göğsü olduğunu ekliyor. (...) Ateş yürüyüşü (...) Kral Pyrrhus’un sağ ayağındaki büyük ayak parmağı, dokunarak iltihaplı bir dalağı iyileştirdi. (...) Hindistan ve Etiyopya’nın harikaları. (...) Nulus Dağı’nda ayakları ters çevrilmiş ve her ayağında sekiz parmağı olan insanlar var. Pek çok dağda, vahşi hayvan derileriyle kaplı köpek başlı adamlar vardır; konuşmak yerine havlarlar ve tırnaklarıyla icra ettikleri avcılıkla ve kuşçulukla geçinirler. Çalışmasını yayınladığında sayılarının 120.000’den fazla olduğunu söylüyor. Ctesias, bir Hint kabilesindeki kadınların hayatları boyunca yalnızca bir kez çocuk doğurduğunu ve çocuğun doğar doğmaz griye dönmeye başladığını yazmıştır. Ayrıca Monokoli adında, tek ayağı olan ve inanılmaz bir hızla zıplayan bir erkekler kabilesi hakkında da yazmıştır. Bu kişilere Şemsiye Ayaklı da denir, çünkü hava sıcak olduğunda sırtüstü yere uzanmış şekilde ayaklarının gölgesiyle kendilerini korurlar. Monokoliler, mağara sakinlerinin yakınlarıdır ve bunların doğusunda boyunları olmayan ve omuzlarında gözleri olan bazı insanlar vardır. (...) Satirler: (...) Çok hızlı hareket eden bu hayvanlar, bazen dört ayak üzerinde, bazen de insanlar gibi dikilip koşar. (...) Choromandae –tüylü vücutları, gri gözleri, köpeğinki gibi dişlerinin yanı sıra ürpertici bir çığlıktan başka konuşması olmayan bir kabile. Eudoxus, güney Hindistan’da erkeklerin ayaklarının kırk beş santim uzunluğunda olduğunu, kadınlarınsa serçe ayaklı denecek kadar küçük ayaklı olduklarını söyler. (...) Astomi, Trispithami ve Pigmeler: (...) Hindistan’ın göçebeleri arasında İskitler adında bir ırk. (...) Ağzı olmayan ve vücudu kıllarla kaplı Astomi. (...) Pigmelerin evleri çamur, tüy ve yumurta kabuğundan yapılmıştır. (...) Hindular arasında uzun ömür. (...) Vadilerin Pandaeleri iki yüz yıl yaşarlar ve gençken beyaz saçlı ama yaşlılıkta siyah saçlıdırlar.
Sekizinci Kitap: Kara Hayvanları. (...) Fil (...) Bir fil Yunan harflerinin şekillerini öğrenmişti ve Yunanca yazabiliyordu: “Bunu ben kendim yazdım ve Keltlerden alınan bu ganimetlere adadım.” (...) Efsanevi mantikor, basilisk ve kurtadam. (...) Ctesias, Hindistan’da mantikor adını verdiği bir yaratığın dünyaya geldiğini yazar: Tarak gibi üç sıra dişe, bir insanın yüzüne ve kulaklarına, gri gözlere, kan kırmızısı bir renge, bir aslanın gövdesine ve akrep gibi sokan kuyruğa sahiptir. Mantikor trompetle birleşmiş pan flüt gibi ses çıkarır, büyük hıza ulaşır ve insan etine bayılır. (...) Basilisk, Sirenayka’da bulunur. (...) Çalıları sadece dokunuşuyla değil, nefesiyle de yok eder, otları yakıp kayaları böler.
Dokuzuncu Kitap: Denizin Yaratıkları (...) Büyük İskender’in filo amiralleri, Gedrosi’lerin Arap Nehri kıyısında yaşadıklarını, evlerinin kapılarını canavarların çenelerinden yaptıklarını ve kemiklerini çatı kirişi olarak kullandıklarını kaydetmişlerdir; on dokuz metre uzunluğunda birçok kemik bulunmuştur. (...) Tritonlar: (...) Gades Körfezi’nde fiziksel görünümüyle mükemmel şekilde insana benzeyen bir Triton’un görüldüğü iddiasında bulunan, tanınmış ve yetkili şövalyeler var. Gece boyunca gemilere tırmandığını, geminin üzerinde oturduğu tarafının aşağı eğildiğini ve orada gereğinden uzun kalırsa geminin sular altında kaldığını söylüyorlar. (...) Ton balığı: (...) Karadeniz’de balıklara foklar ve küçük yunuslar kadar zarar veren hiçbir canlı girmemiştir. Ton balığı sağ kıyıdan girer ve sol kıyıdan çıkar. Bunun, iki gözü de zayıf olmakla beraber, sağ gözle daha iyi görebilmesi sebebiyle gerçekleştiği düşünülmektedir. Marmara Denizi ile Karadeniz’in birleştiği ve Avrupa’nın Asya’dan ayrıldığı Boğaz kanalında, Kalkedon yakınlarında, Asya tarafında, deniz tabanındaki olağanüstü parlaklığı yüzeyden görülebilen bir kaya vardır. (...) Parıldayan bu kayanın aniden görünmesiyle daima alarma geçen ton balığı sürüsü, Bizans burnunu hızla geçer. Burun bu kaya nedeniyle Altın Boynuz olarak adlandırılır. Böylece, tüm av Bizans’ta karaya çıkar ve Kalkedon’da, aradaki bin yüz metreden biraz dar olan bu kanal nedeniyle büyük balık kıtlığı vardır. Ton balıkları çoğun yelken açarken gemilerin kıçından görülür; balıklar, gemilere birkaç saat boyunca büyüleyici şekilde eşlik eder. (...) Ahtapotları engellemek için çitler dikilirdi ama ağaca çıkar gibi bunlara tırmanırlardı. (...) [Ahtapot] işitilmedik derecede büyüktü, keza rengi de görülmedik cinstendi, salamura gibi korkunç bir kokusu vardı. (...) Meraklılara sunulmuş ahtapot kalıntıları üç yüz yirmi kilo ağırlığındaydı. (...) Ahlakın çürümesine deniz ürünleri neden olur. (...) Deniz mahsullerinin boğazımıza tıkılması yetmezmiş gibi, kadın ve erkeklerin ellerine, kulaklarına, kafalarına ve vücudunun her yerine takılıyor! (...) İnciler ve inci dalışı: (...) Saf inciler parlak, saf olmayanlar kirli renktedir. İnciler gökten yaratıldıklarından, denizden ziyade gökle daha fazla bağlantıya sahiptir, bulutlu görünümlerini bulutlardan ve berrak renklerini açık gökyüzünden aldıkları kesindir.”
Yirmi Dokuzuncu Kitap: Tıp Doktorları ve Tıbbi Pratikler. (...) Tuhaf hastalıklar: (...) Mithridates panzehiri elli dört bileşen içerir, [ilacın içinde] aynı ağırlığa sahip iki madde yoktur.”26
Hayali Yerler Sözlüğü’nde Plinius
Alberto Manguel ve Gianna Guadalupi, Hayali Yerler Sözlüğü’nde27 Plinius’tan on iki olağanüstü coğrafya derlemiştir. Bunlar sırasıyla: Arimaspeya, Basilisk, Blemmyae ülkeleri, Hyperborea, Kemgöz ülkesi, Kulak Adaları, Liksus, Melita, Pyrallis, Talihli Adalar, Taprobane ve Uranopolis’tir.
Arimaspeya28 Afrika’da Ay Dağları yakınlarındaki tek gözlüler ülkesidir. Arimaspeyalılar grifon avcısıdır; onların tırnaklarından fincan, kaburgalarından kâse yapar. Ülkenin güney otlaklarında arkası karınca, önü aslan biçiminde karıncaslan yaşar; ne et ne tahıl yiyebildiğinden açlıktan ölür.
Basilisk ülkesinde29 aynı adla anılan yaratık kimi kaynaklarda sadece tüylü bir yılanken, yaygın tanıma göre sarı tüylü, horoz başlı, pençeli, beyaz dikenli kanatlara sahip, yılan kuyruklu bir hayvan olarak betimlenir. Basilisk, bakışıyla kayaları parçalayan, otlakları kavuran, içtiği dereleri zehirleyen, bakışıyla hayvanları öldüren Güney Afrika çöl yılanıdır. Aynayla, yani kendi bakışıyla öldürülebilir. Ülkenin kıyılarında insan yüzlü ama insan etine düşkün mantikorlar yaşar. Bunlar üç sıra dişe, mavi gözlere sahiptir, gövdeleri kıpkırmızıdır ve akrep kuyrukludur.
Blemmyae30 Afrika’dadır; insan yiyen, kafaları olmayan, yüzleri göğsünde insanların ülkesidir.
Hyperborea31 İskoçya’nın kuzeyinde, keder nedir bilinmeyen, dağ zirveleri kelebek bulutlarıyla kaplı, şans getiren iki başlı kurbağaları zevkle mideye indirilen; kuşlarla atların boynuzlu, ağaçların insan ve canavar olduğu, boğazdan deniz yoluyla girilen bir ülkedir. Boğazın iki yakasındaki kadın şeklindeki kayalar geceleri canlanıp geçmeye kalkan gemileri batırır. Güneş yılda bir kez doğar ve batar. Sabah ekilen tohumlar öğlen biçilir ve akşam meyveler toplanır. Hyperborealılar geceleyin mağaralarına çekilir. Ölmek için kendilerini bir kayadan aşağı atarlar.
Kemgöz ülkesi32 Kuzey Kutbunun bir gözünde çift gözbebeği, diğerinde at figürü bulunan kem gözlü kadınların diyarıdır ve onlar bakışıyla insanı lanetleyebilir, hatta öldürebilir.
Kulak Adaları33 denizaltındaki balıkları işitebilmek için gelişmiş, boylarınca kulağa sahip balıkçıların Almanya kıyılarındaki Auriti kabilesidir.
Liksus34 Afrika kıyısında altın meyveler veren korunun bulunduğu adadır. Top şeklindeki altın meyvelerinin içindeki metal cevherli etli kısmı yiyen altın kanatlı ve metal gövdeli eşekarıları, kızgın eriyik altından bal yapar.
Melita35 sarıldığı ağacı boğup öldüren insan şeklindeki simlaks çalısının bulunduğu, Atlas Okyanusu’ndaki adadır.
Pyrallis ya da Pyrotocones36 ateşle beslenen, ejderhalara benzer, böcek kanatlı küçük yaratıkların adasıdır.
Talihli adalar37 kadife kulakları kesildiğinde kadına dönüşen yeşil keçilerin ülkesidir. İki adadan oluşur: Kelebek ve Coquardz Adaları. İlkindeki dev kelebeklerin kanatlarından yelken bezi ve değirmen kanadı yapılır. Uçan kızarmış leylekleri yakalamak için şahin kullanılır. Başka zamanlarda kızarmış tarlakuşları gökten öylece düşer. Dev kabak ve salatalıklar oyulup ev ve kiliseye dönüşür.
Coquardz Adası ise tam bir zenginlik diyarıdır: Tereyağı dağının eteklerindeki süt nehri, başka bir yerde bezelye çorbası nehri, çayırlarda ise şarap nehirleri akar. Bir Un Dağı da vardır. Yumurta tarlaları, gece mantar gibi çıkan pastaların yetiştiği tarlalar, kan sosisi ve İtalyan salamı ağaçları, peynir ağaçları, peynir kesmek için kılıç ağaçları; eşek kafası kadar meyve veren ağaçlar, turta ve börek çalıları başlıca coğrafi bileşenlerdir. Ağaç kabukları dünyanın en yumuşak ve beyaz kumaşlarını verir ki bunlardan giysiler yapılır. Adada kadın yoktur, ölüm de: Tam bir erkek cennetidir. Ölmeye karar verenler, şaraba yatırıldıkları acısız bir reenkarnasyonun ilk aşamasında ölür, ardından güneşte kurutulup yakılırlar ve yumurtayla yoğrulan küllerine yeniden insan şekli verilir. Bu nesnenin arkasına bir kamış sokulur ve mevta dirilinceye kadar bu kamıştan hava üflenir.
Bir başka talihli adalar öyküsünde38 ada sakini hayaletler balıkçılarca diğer adalara taşınır. Bunlar altı tanedir: Junonia, Purpurariae, Canaria, Nivaria, Capraria ve Ombrios. Bu adalarda kocaman köpekler ve dev kertenkeleler yaşar.
Taprobane39 Hint okyanusunda bir adadır. Adanın canavarı Amphisbaena, iki ucunda da zehirli birer baş bulunan, gözleri alev alev yanan yılandır.
Son örnek Uranopolis40 semavi şehir anlamına gelir ve Makedonya’nın Akta yarımadasındadır. Hükümdarı Aleksarkhos, istiareli konuşmaları ifrat noktasına vardırmasıyla ünlemiş şifrecidir.
Dipnotlar
14 Italo Calvino. 2014. Gök, İnsan, Fil. Klasikleri Niçin Okumalı. Çev. Kemal Atakay, İstanbul: YKY, ss. 45-56.
15 Bkz. Levent Şentürk. 2018. Calvino’s Invisible Cities Revisited. V. International Architectural Design Conference Archdesign ’18. Conference Proceedings. İstanbul: Dakam, pp. 664-79.
16 Calvino 2014, s. 45.
17 A.g.e., s. 46.
18 A.g.e., s. 46.
19 Pliny. 1967. [1938]. Book 2, vi. 28-32. Pliny Natural History I. Praefatio, Libri I, II. Natural History in Ten Volumes. Tr. H. Rackham. Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, London: William Heinemann Ltd. 1: 188-189. Türkçe pasajlar: LŞ.
20 “nobis qui intus agimus iuxta diebus noctibusque tacitus labitur mundus.” / “To us who live within it the world glides silently alike by day and night.” A.g.e., s. 174, 5. Calvino’da Gök, İnsan, Fil, s. 47.
21 Calvino. Gök, İnsan, Fil, s. 47.
22 ve (23) A.g.e., s. 48.
23 s. 49.
24 s. 53.
25 Secundius Gaisus Pliny the Elder. 1991. Natural History. A Selection. Trans., Introduction and Notes John F. Healy, US: Penguin Books. (Alıntılayarak çeviren: LŞ.)
26 Bu nokta ilginç; oulipo’nun bir kısıtını, lipolex’i anımsatıyor. Hiçbir kelimenin ikinci kez kullanılmadığı bir teknik olan lipolex’in karşılığını Potansiyel Mimarlık İşliği (Pomi), archilex adıyla getirmiştir. Hiçbir yapısal elemanın diğeriyle aynı ölçüde olmaması. (Bkz 199+ Pomi’den Sonra Mimarlık. 2020. Eskişehir: Yort, s. 56.) Bir iksirin bileşenlerinin hiçbirinin aynı ağırlıkta olmaması gibi çok eski bir bilgiyi günümüzün deneysel edebiyatına ve deneysel mimarlığına taşıyabiliriz.
27 Alberto Manguel, Gianna Guadalupi. 2005. Hayali Yerler Sözlüğü. Çev. Sevin Okyay, Kutlukhan Kutlu. İstanbul: YKY (2 cilt).
28 A.g.e., ss. 59-60.
29 s. 96.
30 s. 122.
31 ss. 361.-2.
32 s. 426.
33 s. 448.
34 s. 468.
35 s. S. 518.
36 s. 667.
37 s. 765.
38 s. 766-7.
39 s. 770.
40 s. 801.
Kaynakça