AKM! Hazır Yıkılmışken Hiç Yap(tır)masak Mı?

HATİCE KURTULUŞ

Köşemizin bu ayki konuğu siyaset bilimci, kent sosyoloğu, kent plancısı Prof. Dr. Hatice Kurtuluş. Çok sayıda makale ve yine pek çok kitabıyla tanıdığımız, kentteki insan hareketlilikleri ve kentsel dönüşüm üzerine araştıran, düşünen, yazan önemli bir isim.

Koruma (veya koruyamamanın) sosyal ve ekonomik boyutları bu köşenin odak konularından. Koruma ve ekonomi ilişkisini sorgulamak için yola çıktığımız bu sayıda Hatice Kurtuluş, bu soruyu tek kelimeyle cevaplamakla kalmıyor; bize sarsıcı, provakatif ve düşündürücü bir öneride bulunarak, ekonomi, sosyoloji ve siyasal tavır arasındaki ilişkiler bağlamında korumanın yerini gözler önüne seriyor ad infinitum'un bu sayısında. Murat Çetin

Başlığı gördüğünde “Ne diyor bu kadın!” diyerek yerinden zıplayacak bir sürü dostum var AKM’nin yıkılmaması için son güne kadar mücadele eden. Ama durun zıplamayın hemen! Başlığın ikinci kısmına gizlediğim bir şey var. Bazen bir yıkım sonrasında örülen yeni bir mücadele biçimi hem yeni yıkımları durdurabilecek hem de yıkılmış olanı kutsamayı engelleyebilecek güçlü bir pozisyon almamızı sağlayabilir. Üstelik adalet ve meşruiyet açısından sorgulanamayacak yeni nesil bir mekansal mücadeleden söz ediyorum. Bugüne kadar yaptığımız “Yıktırmayacağız!”, “Sattırmayacağız!” mücadelesinde kullandığımız araçlarımız olan politik söylemlerimiz, dayandığımız meşruiyet kaynaklarımız ve eylem biçimlerimiz o kadar eski nesil ve kendi kendiyle öylesine güçlü çelişkiler barındırıyor ki kimse bizi umursamıyor. Azıcık açayım bu öz eleştiriyi AKM üzerinden ve sonra başlığın ikinci kısmına geçeceğim.

Bizim yıktırmamak için, sattırmamak için mücadele ettiğimiz modern kamusal binalarımız (ya da daha geniş yapılı çevreler), mimari kültür mirası olmalarından daha çok taşıdıkları kolektif sembolik, politik, milli, sınıfsal ve çoğu zaman da ekonomik değerler nedeniyle mücadeleye konu olurlar. Bu mücadeledeki en güçlü araç ise bu binaları yüklendikleri değerlerle birlikte modern kültür mirası olarak tescil ederek yasal statü altına almaktır. Son kertede bu yasal düzenleme, onları farklı politik dalgaların yıkıcılığına karşı koruyan bir kalkan işlevi görür. Çünkü mimari, kültür mirası olarak yasal statüye kavuştuğunda o binaya gömülü olan bütün değerlerin de koruma altında olduğu varsayılır. Ve bu yapılara her türlü müdahale, bu değerlere bir saldırı (hatta bir karşı devrim) olarak algılanarak, binalar kutsanmaya başlar. Bu kutsama (sonsuza dek ayakta kalmasını gerektiren) ne yazık ki sadece modern mimarinin kendi malzeme ve yapım teknikleriyle çelişmekle kalmaz aynı zamanda modernitenin üzerinde inşa olduğu Aydınlanma’nın ekonomik gelişme, ilerleme, kendi zamanının ruhunu mekanda yansıtma gibi yıkarak yeniden yapmaya dayalı felsefesiyle de çelişir. Modern olan zaten ölü doğandır. Sürekli gelişmenin ve yeniliğin kutsandığı modern kapitalizmde binalar, belki de en çok ölü doğanlardır.

AKM'nin yıkımından bir görüntü
AKM yerine bir cennet bahçesi

Türkiye’deki ve özellikle İstanbul’daki temel sorun da bu nedenle erken kapitalist ülkelerde yaşanan modern kültür mirasının korunması konusundaki tartışma ve mücadelelerden radikal biçimde ayrılır. Batı’da mücadele ağırlıkla ekonomiktir. Bir modern kamusal binanın kentsel dönüşüm, yenileme ya da başka bir nedenle yıkılması sonucunda ortaya çıkacak değer artışından, toplumsal sınıfların/kamunun sermaye karşısında alacağı pay öne çıkar ya da emekçi sınıfların yaşadığı bir kentsel mahallenin veya üretimi sonlanmış bir modern sanayi kampüsünün soylulaştırılmasında mücadele, ortaya çıkan ranttan alınacak paydan çok gündelik hayatın, sosyal ilişkilerin, mahalle ve komşuluğun, sınıfsal dayanışmanın korunmasına yönelik olabilir. Çünkü bu ülkelerin çoğu, siyasi rejimsel inşalarını 20. yüzyılın başında tamamlamıştır ve mekansal mücadele rejimsel değil, sınıfsaldır. Daha doğrusu modern sınıfsal mücadele kent hakkını da kapsayacak biçimde genişlemektedir. Ama Türkiye’nin kapitalist modernleşme sürecinde modern sınıfların doğuşuna bir siyam ikizi gibi yapışık doğan (ve aynı zamanda sınıf bilincinin oluşmasının önündeki en büyük engel olan) laik-modern seçkinler ile dindar-muhafazakar avamın kültürel karşıtlığı, mekanda kendini bir rejimsel hegemonya savaşı olarak yansıtacaktır. Bu karşıtlık reel politik alanda o kadar kullanışlıdır ki her iki taraf da bunu sürekli sulayıp yeşertmekten vazgeçmeyecektir. Modern kültürel alan dışında tüm üst-yapısal hegemonya alanlarını sandık yoluyla ele geçiren avama karşı modern-seçkinlerin elinde kalan son üstünlük alanı olan modern kültürel varlıklar/değerler, yanlış bir strateji ve çelişkilerle dolu kibirli söylemlerle savunulacaktır. Modern zamanlardaki en onurlu kente hak mücadelelerinden biri olan Gezi Parkı Direnişi bile bu kibirli/sarkastik/küçümseyici kültürel dilin hegemonyasına teslim olacaktır. Böylece “meydan savaşı”, laik modern seçkinliğin en temsili kalelerinden biri olan AKM’nin düşüşüyle sona erecektir.

Şimdi “Hırsızın hiç mi suçu yok?” dediğinizi duyar gibiyim. Ama hırsızın eleştirisi tamamlanmıştır ve suçu da sabittir. O nedenle ona bir şey demek yerine, daha meşru ve az çelişkili yeni bir mücadele stratejisi üzerine tartışmak gerekiyor. Başlığın ikinci kısmına geliyorum. “Madem yıktınız size oraya hiçbir bina yaptırmayacağız!” demek gerekiyor. AKM’yi savunmanın bir hegemonya mücadelesi olduğunu ve binanın yıkılmasıyla bunun kaybedildiğini düşünelim. Bu rejimsel hegemonya mücadelesi yerine yepyeni bir mücadeleyi koyamaz mıyız? Bu hegemonya savaşının dışı her zaman daha meşru bir mücadele alanı değil mi zaten? Gezi’deki ağaçların kesilmesi ve oraya yeni bir bina dikilmesine karşı çıkanlar büyük bir toplumsal destek almadılar mı her sınıftan, dinden, dilden? Mesele kışla değil, ne olursa olsun, parkın yerine yeni bir bina dikilmesine karşı olmak değil miydi başlangıçta? Meşruiyetini oradan almadı mı? Aynı meşru direniş neden AKM’nin enkazı üzerinde yükselmesin? Ayrıca modern mimarlık mirasımızın estetik çözümlemesi en şahane ve toplumla kucaklaşması da en büyüleyici örneklerinden biri de değildi ki AKM. Yerinde şahane bir bahçe olamaz mı mesela? Topraktan, çimenden ve ağaçtan başka bir şey olmayan, bu kentin kahrını çeken herkesin onun en yüksek tepesinden boğazı seyredeceği. Meydanı binalarla çevreleyen mimari yaklaşımlar yerini bina-sız-laş-tırma tartışmalarına/arayışlarına bırakamaz mı? Dünyanın betona batmış en güzel kentinin mimarları ne bekliyorlar AKM’nin enkazına binasızlaştırma projeleri çizmek için? Denenmeye değmez mi? Bu mekansal hegemonya savaşının taraflarını ters köşeye yatırmak ve Gezi’den gelen topu filelere göndermek için…

Etiketler:

İlgili İçerikler: