"İlerlemenin Ne Olduğunu Düşünmemiz Gerekiyor"

PONTO ATELİER ŞEBNEM ŞOHER

EN

Ponto Atelier, farklı coğrafyalarda, değişen ölçekler ve programlarda projeleri olan Portekizli genç bir ofis. Atlantik Okyanusu’nda, Madeira Adaları’nda konumlanmış olan bu stüdyonun adını daha sık duymaya başlayabiliriz çünkü hem yapım aşamasında olan çeşitli projeleri tamamlanmak üzere, hem de bu yıl küratörlüğünü Andreia Garcia’nın üstlendiği Venedik Mimarlık Bienali, Portekiz Pavyonu’na davet edilen ofislerden biri oldular. Şebnem Şoher, stüdyonun kurucuları Ana Pedro Ferreira ve Pedro Ribeiro’yla işlerine ilham veren kaynaklar, adada olmak ve sürdürülebilirliğin farklı açılımları üzerine konuştu.


Şebnem Şoher: Merhaba, sizinle tanıştığım için çok memnun oldum. Öncelikle sizin ağzınızdan hikayenizi dinleyebilir miyiz? Siz kimsiniz, Ponto Atelier kimdir, ama daha önemlisi bir stüdyo olmaya nasıl karar verdiniz, sizi birleştiren nedir?

Ana Pedro Ferreira: Merhaba, biz Ponto Atelier’yiz. Ben Ana Pedro, tanıştığımıza memnun oldum.

Ben aslında Madeira Adası, Funchal’danım (Portekiz'in Madeira Özerk Bölgesi’nin merkezi). Pedro ise Alentejo’dan, Évora kentinden. Tanışmamız benim mimarlık okumak için Évora Üniversitesi’ne gitmemle oldu.

Pedro Maria Ribeiro: Ben Pedro.

Akademik yolculuğumuza Évora’da, birlikte başlamış olduk, sonra yine birlikte bir yıllığına Milano’ya gittik. Sanırım stüdyomuzun temellerinin bu akademik döneme dayandığını söyleyebiliriz çünkü o süreçte bir ekip olarak çalışmaya başladık ve farklı ofislerde çalıştığımız dönemde bile birlikte devam ettik. Ventura Trindad Mimarlık’ta geçirdiğimiz üç yıl bizim için çok önemli bir deneyim oldu, çünkü oradayken koordinatör pozisyonuna geçtik ve artık aynı sorumluluğu kendimiz için almayı denemeye karar verdik. Tam da bu dönemde bağımsız olarak katıldığımız yarışmalardan birini, “Duas casas nas Ilhas Selvagens (Issız Adalarda İki Ev)” yarışmasını kazandık.

APF: Bu, kimsenin yaşamadığı ıssız adalar üzerine çok ilginç bir yarışmaydı ve bizim önerimiz kazandı. Bu ödülle birlikte kendimize bir isim vermemiz gerekiyordu. Böylece stüdyo da resmiyet kazanmış oldu.

“Ponto” Portekizce’de “nokta” demek. Nokta anlamı bütüncül bir şekilde geliyor, çok küçük olmasına rağmen çok fazla şeyi temsil edebiliyor. Carl Sagan’ın “Soluk Mavi Nokta”sından ilhamla, o küçük nokta aslında tüm bir evreni sembolize edebiliyor. Bu anlamda, bu küçük yarışma atölyeyi resmi olarak başlatmış ve Portekiz’in en güney noktasına konumlandırmış oldu. O sırada bize anlamlı gelmişti.

Ponto bizim için akademik rotamızın bir devamı aslında. Ofisi kurduğumuzda okul yıllarıyla “gerçek hayat”, stüdyo ya da profesyonel hayat arasında bir fark olduğunu düşünmedik. Elbette ilgilenmemiz gereken mali konular, bürokratik süreçler ve müşteriler var ama entelektüel bir taraftan baktığımızda, araştırma yöntemimiz bizim için bir süreklilik.

PMR: Projelerimize hiçbir zaman “Tamam, şimdi bir müşterimiz var” diye bakmadık, hala “Araştırmaya dayalı bir fikri nasıl inşa edebiliriz?” diye sorarak bakıyoruz. Bence bu yöntem üniversitede doğal olarak başlıyor. Eğitimimizi bitirdiğimizde Évora Üniversitesi’nde hocalık yapmak ve sonrasında da yurtdışında çeşitli atölyeler yürütmek için davetler aldık. Bu davetlerde ve daha sonrasında da aynı yönteme sadık kaldık ve bu bizi kendiliğinden Ponto Atelier’ye, bugün olduğumuz noktaya getirdi.

Two houses for Savage Islands (Issız Adalarda İki Ev), Genel Perspektif, Ponto Atelier
Two houses for Savage Islands (Issız Adalarda İki Ev), Verandadan Görünüm, Ponto Atelier
New Now Exhibition, The Centro Cultural de Belém, Fotoğraf: Tiago Casanova

ŞŞ: O zaman belki tam bu noktadan devam edebiliriz. Tasarım süreciniz nasıl? Size gelen bir tasarım problemine nasıl yaklaşıyorsunuz?

APF: Her projeyi, ister büyük, ister küçük, hatta mikro ölçekte olsun, yeni bir konu çalışmak için fırsat olarak görüyoruz. Her biri bir fikri geliştirmek için bir şans ve her proje benzersiz. Her seferinde başka bir hikaye anlatmamız gerekiyor. Bu yüzden, bence her birinin farklı bir grafik sistemi var.

Elle çizmeyi seviyoruz, maket ve kolaj yapmayı da seviyoruz, anlatmamız gereken hikayeyi anlatabilmemiz için her ne gerekiyorsa o temsil yöntemini kullanıyoruz. Bazen de bir süreci bir projeden başka birine aktarıyoruz. Aslına bakarsanız hepsi büyük bir karışım oluyor ve sabit bir kuraldan bahsetmek zor.

PMR: Evet, belli bir kural yok. Bana göre ana fikir bizim bir yer için ne tahayyül ettiğimiz, bizim vizyonumuz. Bu da bu yerle ilgili dikkatimizi çeken şeylerle başka yerlerden toplamış olduğumuz fikir ve referansların bir karışımından oluşuyor. Projeden projeye değişiyor elbette ama sonuçta o fikri aktarabilmek için en verimli araca ulaşıyoruz.

APF: Şunu da söylemek önemli, bize gelen müşteriler bizim işlerimizi bilerek geliyorlar ama sonuçta biz yine de onlara ihtiyaçları olduğunu düşündükleri şeyi ya da başlangıçta bizden istedikleri şeyi vermiyoruz. Söylediğimiz ilk şey “Belki de bu sizin olacağını düşündüğünüz şey olmayacak. Beklentinizin üzerinde olacak” oluyor. Onlardan bu geri dönüşü de alıyoruz, sonucun başlarken düşündüklerinden fazlası olduğunu söylüyorlar ki bu bizim için çok önemli. Öncelikle biz sadece onların bize getirdiği probleme yanıt vermiyoruz. Ne kamusal yarışmalarda, ne de özel komisyonlarda; elimizdeki o duruma daha fazlasını vermeye çalışıyoruz.

PMR: Belirli bir yerde, belirli bir şey inşa etme fikrine bir şey eklemek daha çok ilgimizi çekiyor.

ŞŞ: Somut örnekler üzerinden anlatabilir misiniz? Bu haliyle çok soyut kalıyor, belki projelerinizden bahsedebiliriz. Mesela Azorlar’da yaptığınız geçici yerleştirme. Başından beri size bu projeyi sormak istiyorum aslında. Hem gerçekten güzel bir yerleştirme hem de bilinen bir işiniz. Belki tasarım sürecinizi tarif etmek için de iyi bir örnek olabilir.

APF: Teşekkürler. INBETWEEN geçici pavyonu bizim için çok değerli bir proje. Hem ilk kamusal projemizdi, hem de geçiciydi. Artık orada olmama hali de bu projenin güzel yanlarından biri.

PMR: Walk&Talk Festivali tarafından Azor Adaları’na misafir sanatçı olarak davet edilmiştik. Her şey böyle başladı. Bizim için çok önemli bir davetti çünkü yerel malzeme, topografya, coğrafya ve bir yeri biçimlendiren yerel referanslar en çok ilgimizi çeken şeyler.

Dönerken yanımızda Azorlara özgü küçük volkanik taşlar getirdik ve getirdiğimiz bu taşları bir yıl boyunca stüdyoda tuttuk. Ancak bir yıl sonra, 2020’de bizden çok küçük bir bütçeyle bir proje yapmamızı istediler.

INBETWEEN Pavilion 2020, Fotoğraf: Mariana Lopes
INBETWEEN Pavilion 2020, Fotoğraf: Mariana Lopes
INBETWEEN Pavilion 2020, Fotoğraf: Mariana Lopes
INBETWEEN Pavilion 2020, Fotoğraf: Mariana Lopes

APF: Bu projenin tamamı bir sanat festivali bağlamında gerçekleşti. Bizden bu projeyi istediklerinde bize ne belirli bir yer, ne de bir program verdiler. Önümüzde bir müşteri talebi de yoktu. Sadece çok düşük bir bütçemiz vardı. Böylece projeye yerin malzemelerinden başladık. Burada karşımıza çıkan iki maddesellik vardı, biri kalıcı, diğeri ise geçici olan. Geçici olan cryptomeria ahşabıydı. Bu ağaç aslında Japonya kökenli olmasına karşın Azor Adaları’nda endemik hale gelmiş, çok yaygın bulunan bir ağaç. Diğer tarafta ise yerleştirmenin kalıcı malzemesi, volkanik taşlar.

PMR: Tasarım süreci, pandeminin başlangıcından sonra, herkesin evde kapalı olduğu döneme denk geliyor. Biz de tam bu yüzden kolektif olarak birlikte olabileceğimiz bir mekan yaratmak istedik ve tavanı, çatısı olmayan, kapatılacak kapıları olmayan bir oda tasarladık.

APF: Zamanımızın bir yansımasıydı. Pandemi sırasında dışarı çıkabiliyorduk ama başkalarıyla aynı odada olamıyorduk. Birlikte olabileceğimiz bir mekan yaratmak istedik.

PMR: Bunun için kare bir mekan tasarladık ve volkanik taşları 2 x 2 metrelik ortogonal bir ızgara sisteme bağlı olarak yerleştirdik. Bu grid, bedenler arasındaki mesafeyi sembolize ediyordu; bir tür steril bahçe olarak düşünebiliriz. Bu volkanik taşların etrafında içeride/dışarıda birlikte olabiliyorduk. Bahçeyi çevreleyen kabuk, dış yüzeyi yakılmış cryptomeria ahşabından yapıldı, bu yakma işlemi malzemeye siyah bir doku verdi. Bu aynı zamanda ateşi yapı malzemesi olarak kullanmanın bir yoluydu. Sonuçta tümü volkanik bir sistem oluşturuyordu.

APF: Başından itibaren bu projenin doğumu ve ölümünü düşünerek tasarladık, çünkü günün birinde yıkılacağını biliyorduk. İlginç bir şekilde, projenin tamamlanmasından yaklaşık 6 ay sonra çıkan bir fırtınada ahşap kısım tümüyle ortadan kalktı ve sadece taşlar kaldı. Kalıcı olan taşlar, peyzajın bir parçası olmaya devam ettiler. Tüm bu süreç gerçekten çok şiirseldi.

Yerleşim, Ponto Atelier
Plan, Ponto Atelier
Aksonometrik, Ponto Atelier
Maket, Ponto Atelier
Maket, Ponto Atelier

ŞŞ: Biraz geçicilik hakkında konuşabilir miyiz? Genelde mimarlıkta bir yapının değişebileceğini, ortadan kalkabileceğini kabul etmek zor olabiliyor. Sizin bu konudaki fikrinizi merak ediyorum. Zaman hakkında, başka projeleriniz bağlamında da düşünüyor musunuz?

PMR: Projeleri zamanda bir noktada bir yıkıntı olarak, çağdaş bir yıkıntı olarak düşünmeyi seviyoruz. Bu şu demek; projelerimizi, inşaat herhangi bir noktada dursa dahi bir mekânsal kalite sağlayacak birer temel strüktür olarak tasarlıyoruz. Yani inşaat tamamlanmasa bile yapı hayatta kalmalı ve mekânsal bir değeri olmalı.

Normalde yapıların belirli ömürleri var ama bu süre boyunca da bazı değişiklikler geçirmeye uygun olmaları gerekiyor. Bu bazen yapının programı olabilir, bazense sadece kaplamaları. Örneğin biz plastik malzeme kullanmamaya çalışıyoruz çünkü bizce binaların sağlıklı bir şekilde yaşlanmaları gerekir, taşta olduğu gibi.

APF: Ya da insanlarda olduğu gibi. Yaşlanmanın kendi doğal bir güzelliği var. Bir projeyi bir bugünden, bir de gelecekte ele almak gerekiyor. Belki bugün bir fotoğraf çekersiniz ve her şey çok güzel görünüyordur ama aynı yapıyı 20 yıl sonra da hayal etmek gerekiyor. Gelecek uzun, bizi aşacak sürelerden bahsediyoruz.

ŞŞ: Ayrıca çok da güncel bir konu değil mi? Uyarlanabilir yenileme konusu yani.

APF: Eğer sürdürülebilirlikten bahsedeceksek ana mesele bu olmalı.

PMR: Sürdürülebilirlik aygıtlar ve makinelerden, tamamen cam ve havalandırma sistemli yapılardan daha fazlası. Geçmişten öğrenmemiz gerekiyor. En son COVID’le birlikte bir kez daha gördük ki hayatlarımız sürekli başkalaşıyor. Bugün çok daha fazla bilgimiz var. Biz Atlantik Okyanusu’nun ortasında, Madeira Adası’nda yaşıyor olabiliriz ama şu anda seninle konuşabiliyoruz ve Japonya’dan başka bir bilgiye aynı anda erişebiliyoruz. Çok fazla şey öğrenmemiz gerekiyor ve küreselleşmeyle birlikte artık bunu yapmamak için bir bahanemiz de yok. Elbette mimarlıkta da lüks moda alanında olduğu gibi, belirli bir müşteriye özel projeler yapabiliriz. Ama mimarlığın belirli bir hayat ve zaman düşüncesiyle uğraşması gerekiyor. Yani bizim bir müşterinin ihtiyacına cevap vermemiz, onların bu cevaptan gerçekten gurur duymaları gerekiyor ve aynı anda projenin dünyanın geri kalanıyla da ilişki kurması gerekiyor.

Portekiz’de çok sayıda manastır var örneğin. Zaman içinde bazen askeri altyapı, bazense okul olarak kullanıldıkları oldu. Şimdiyse birçoğu otel işlevi görüyor, kiliseler müze olabiliyor. Eski bir manastır satın almış bir müşterimiz var ve yapıyı konuta çevirmek istiyor. Önceden 20 kişiye ev sahipliği yapan bir yapının şimdi neye dönüşeceğini birlikte göreceğiz.

ŞŞ: Gelecekteki bir projeden bahsettiğinize göre, sorabilir miyim, şu aralar devam eden projeleriniz neler?

APF: Çok farklı aşamalarda, farklı ölçek ve farklı yerlerde projelerimizin olduğu bir dönemdeyiz. Madeira Adası’nın çeşitli yerlerinde bazı konut projelerimiz var, henüz inşa ediliyorlar. Alentejo’da bir çiftlik üzerine çalışıyoruz. İtalya, Merano'da bir sokağın kentsel tasarımıyla ilgili bir yarışma kazandık ve yakında o proje başlayacak. Bir de sahne tasarımı gibi daha sanatsal projelerimiz ve Venedik Mimarlık Bienali için hazırladığımız çalışma var.

PMR: Tüm bu farklı projelerin olması gerçekten çok heyecan verici çünkü her biri bir diğerini etkiliyor, diğerine bulaşıyor. Gölgelerle hazırladığımız bir sahne tasarımı var ve gölgeler aynı zamanda aynı sistemi kullanarak bahçe pavyonu tasarladığımız küçük bir konut projesinde de ortaya çıkıyorlar. Bunlar bizim için stüdyoda araştırma yapmak için birer fırsat ve her biri bir diğerini etkiliyor.

S. Roque Evi, Ponto Atelier
Agrela Evi Maketi, Fotoğraf: Miguel Carvalho
Agrela Evi, Ponto Atelier
Jasmineiro Evi Maketi, Fotoğraf: Rodrigo Rodrigues
Jasmineiro Evi, Ponto Atelier

ŞŞ: Mevcut mimarlık bilgisiyle ilişkinizi sorabilir miyim? Coğrafyadan, müşteri talebinden ve belirli bağlamlardan söz ettiniz. Projelerinizi yönlendirenler sadece bunlar mı? Mimari referanslarınız neler? Kendinizi uluslararası ya da Portekiz’den herhangi bir okulun, ekolün devamı gibi görüyor musunuz?

PMR: Kendimizi eleştirel bölgeselci mimarlık ve geniş bir coğrafyadan edindiğimiz çağdaş uluslararası girdiler arasında görüyoruz. Belçika’dan, İsviçre’den ilgimizi çeken mimarlıkları takip etmeyi seviyoruz, aynı zamanda tarihe ve yerel geleneklere de bakıyoruz.

APF: Evet, geçmişe, yerlerin, malzemelerin ve yapma biçimlerinin tarihine bakmayı seviyoruz. Buna paralel olarak dünya çapında referanslara bakıyoruz. Bölgeselcilik ve yerel mimari türü yaklaşımlardan bahsettiğimizde İngiltere ya da Afrika etkisiyle eklenmiş unsurlar da var. Bunlar zaman içinde iklime ve diğer koşullara uyum sağlıyor ve yerel oluyorlar. Bu anlamda bu geleneği sürdürmeye çalışıyoruz.

ŞŞ: Biraz Madeira’da olmak hakkında konuşabilir miyiz? Başta Évora’nın periferik olduğundan söz ettiniz ama merkezden daha da uzağa gitmişsiniz. Merkezde olmamak nasıl, nasıl ilerliyor?

PMR: Madeira’ya, Évora’da ve ardından Lizbon’da uzun bir dönem geçirdikten ve deneyimler edindikten sonra 2016’da geldik. Bu yılların ardından, adadaki bazı yangın olayları sonrasında idare tarafından kurulan bir ekibin parçası olarak buraya davet edildik. Ekip çeşitli mimarlardan oluşuyordu. Başlangıçta dört aylık bir katılım olacaktı ama sonra bir yıla uzadı ve bu sürede adada bazı işler almaya başladık.

APF: Tam o noktada burada kalıp bir şans vermeye karar verdik. Hem tüm bu projeler vardı, hem de adanın kendisi potansiyellerle dolu. İnanılmaz bir topografyası var ve bu durum mimarlar için büyük bir meydan okumayı beraberinde getiriyor, bu da burada çalışmayı gerçekten ilginç kılıyor.

PMR: Burada çok özel bir iklim var. Tropikal bir iklim ve Afrika’dan çok etkileniyor. İklim dolayısıyla, burada mimarlık yaparken farklı mekan üretim biçimleri için birçok şansımız olduğunu fark ettik. Bu aynı zamanda farklı konularda araştırma yapmak için de fırsatları beraberinde getiriyor. Bu kadar ultra-periferik olmanın da avantajları var. Hem araştırmak istediğimiz konularda çalışmak için mesafeden yararlanıyoruz, hem de küresel dünyada yaşadığımız için çok sayıda bağlantıyı sürdürebiliyoruz. Gezegenin başka bir tarafına kolayca bağlanabiliyoruz. Önemli olan Atlatik’in ortasında olmanın bize verdiği farklı perspektif ve farklı çalışma biçimi. Örneğin İtalya gibi, başka yerlerden ekiplerle yeni bağlantılar kurduk. İçinde bulunduğumuz çevre belki daha kapalı olabilir ama süreç içinde bakış açısı daha da açılıyor.

APF: Başka yerlerde olan başka şeylerle ilgili hep bir heyecan, bir açlık duyuyoruz. Adadan çalışıyor olabiliriz ama adanın dışından bakıyoruz. Asıl derdimiz Madeira’daki mimarlık olabilir ama etrafımızda olan bitene bakma yükümlülüğü hissediyoruz. Bence iyi bir denge kurduk; iyi bir temelimiz, üssümüz var ve yine bu periferik sistemde kapalı kalmayıp ulaşabildiğimiz her türlü bilgiyi özümsüyoruz.

Ana Pedro & Pedro, Fotoğraf: Miguel Carvalho
Ponto Atelier Studio, Fotoğraf: Miguel Carvalho
Ponto Atelier Studio, Fotoğraf: Miguel Carvalho

ŞŞ: Ben bunu biraz da güncel yaşam tarzlarımızla ilişkili görüyorum. Beki 20 yıl önce böyle olmazdı. Bugün küçük ölçekte yaptığınız bir şey dünyanın her tarafından kendine yanıt bulabiliyor, belki başka bir yerde benzer endişeleri olan birine ulaşabiliyor. Sizin böyle deneyimleriniz oldu mu?

PMR: İşlerimize bakan başka mimarlar için bu coğrafya egzotik görünüyor olabilir. Örneğin Ocak’ta Münih’te bir konferansa katıldık. Orada karlı bir gündü ve biz Madeira’dan güneşli ve muz ağaçlı projeler gösterdiğimizde, gerçekten de Münih’teki öğrenciler için egzotik oldu. Böyle bir karşıtlık karşısında biz de kendi bağlamımızı yeniden düşünüyoruz.

APF: Madeira Adası bir cennet ve muazzam bir potansiyeli var. Ama burada mimarlık alanında çalıştığımız için bunun zorlayıcı olabildiğini biliyoruz. Burayı ziyaret etmekten ve kısa bir sürelik bir bakış açısından görmekten çok farklı.

Adada modern mimarlığın çok iyi örneklerini bulmak mümkün. Bu en iyi mimari elemanları ve inşa yöntemlerini tanımlıyor ve tabii çok iyi işler yapan ve iyi birer direniş örneği oluşturan bazı mimarları… Ama bunun yanında ve çok genel bir bakış açısıyla mimarlık kültürüyle ve bazı değerleri aktarmakla ilgili eksiklikler var.

ŞŞ: İklim değişikliği tartışmaları öne çıktıkça, doğanın ve doğal malzemenin varlığının hissedildiği egzotik sahneler de daha önemli ve daha görünür hale geliyor. Ama Madeira’da aynı zamanda çok yoğun bir yapılı çevre de var. Funchal çok kentleşmiş bir alan. Adanın içindeki farklı bağlamlarda çalışmak nasıl?

PMR: Özellikle Funchal'da inşaat ve mimarlık konuları birbirinden çok farklı.

APF: Bu tam da biraz önce söylediğimiz şey. Çok fazla inşaat var ama mimarlık o kadar fazla değil. Mimarlık kültürü eksik. İthal edilmiş inşa sistemleri daha yaygın.

PMR: Bu ilerleme fikriyle ilgili. Eğer mimarlık, mühendislik ya da idari meslekler tartışmazsa insanlar onlar için ilerlemeyle aynı anlama gelen bir tür görselliği talep ediyorlar. Ama bu hızlı ve sadece görsel yanıt ve gelecekte daha büyük problemlere yol açabilir. “Dışarıdan gelen iyidir” gibi bir düşünme biçimi var oysaki adada sürdürülebilir birçok malzeme var. İlerlemenin ne olduğunu düşünmemiz gerekiyor.

ŞŞ: Bazen mimarlıkta sürdürülebilirliği malzemeyle sınırlama eğilimimiz oluyor. Soruları hazırlarken belki ben de Madeira’nın doğasının sizin malzeme seçimlerinizi nasıl etkilediğini duymayı bekliyordum. Ama farklı bir şey duydum. Bana sürdürülebilirlik anlamında zamandan ve sistemlerden bahsettiniz.

PMR: Malzemeyi düşündüğümüzde zaman ve kalıcılık, hangi malzemenin gelecek yılları en iyi şekilde geçireceği bizim daha çok ilgimizi çekiyor. Örneğin ben beş yıl sonra hala iyi olan plastik bir malzeme bilmiyorum ama ahşap oluyor. Betonun ekolojik ayak izi çok yüksek ama kaliteliyse dayanıklı bir malzeme. Zaman da bir tür sürdürülebilirlik.

APF: Nerede olduğunuza da bağlı… Bir yerde ağaç kesmek korkunç bir eylem olabilirken, ağaçları dünyanın öbür tarafından getiriyorsanız da sürdürülebilirlikten bahsetmek mümkün olmaz.

PMR: Ama Madeira’da mesela dağların yüksek kesimlerinde bazı ağaçları kesmezseniz yangın riski ortaya çıkıyor. Ve o ağaçları kestiğinizde ortaya inşaatta kullanmak için malzeme çıkmış oluyor. Tek bir malzemeyi değil sistemi düşünmek önemli.

ŞŞ: Bu söyleşiye zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Venedik Mimarlık Bienali “Fertile Futures” (Verimli Gelecekler) sergisinde bu konunun devamını görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.

APF: Biz teşekkür ederiz, Bienal’de görüşmek üzere!

Etiketler:

İlgili İçerikler: