Kapitalizm, Kentsel Muhalefet, Kent Mekanı ve Üretimi: Tarihsel Bir Okuma
Sanayi devriminden itibaren kendisini sürekli dönüştüren ve içsel çelişkilerinin krizlerini böylece aşmayı başaran kapitalizm, evrimleştiği her bir aşamada yeni toplumsal ilişkiler üretmiştir. Sanayi devrimi ve kapitalizmden önce de var olan kent ise bütün çelişkileri, gerilim ve çatışmalarıyla toplumsal ilişkilerin önemli bir bütünleyenini oluşturur. Ancak kapitalist üretim tarzının kent mekanı ile hemhal olma biçimi farklı bir boyutu ifade eder ve sürekli dönüşür. 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren kendisini neoliberal ideoloji ile var eden kapitalizm ve bu ideolojinin kent mekanıyla ilişkisi, bugün gelinen noktada sınırları muğlaklaşan bir kentsel-kapitalizm krizine işaret etmekte. Sınıfsal ve politik eksenli muhalefetin kent hakkı söylemi altında yoksulluk ve yoksunluk, mülksüzleşme ve yerinden edilme, kaybolan kamusallık ile birlikte otoriterleşme ve anti-demokratikleşme süreçlerini de içine alan pek çok sosyo-mekansal konuya vurgu yapması bunun bir göstergesi. Bu anlamda sadece kentleşme ve kentte yaşayan nüfusun artışı ile açıklanamayacak bu durumu, farklı coğrafyalarda ortaya çıkan direnişleri ve zeminlerini, üstenci bir anlayış yerine tarihsel bir okumayla köklerini ve dönüşümlerini deşifre ederek anlamak gerekir.
Kent, değişen işlev ve anlamlarıyla tarih boyunca çelişki ve çatışmaların mekanı olmuştur. Kentsel muhalefet ise bu çatışma zeminleri üzerinde inşa edilen kolektif eylemleri, direnişleri ve toplumsal mücadeleleri ifade eder. Bu anlamda kentsel muhalefetin kendisinden çok, kentsel çatışma ve çelişkilerin nedensellikleri bu yazının temel tartışmasını oluşturuyor. Her ne kadar kapitalizmin değişen evreleri, kentsel çelişki ve çatışmaları sürekli yeniden tanımlasa da kapitalizm öncesinde var olan toplumsal üretim ilişkileri de muhakkak ki kendi çatışma zeminlerini üretmiş ve kent bu ilişkiler içinde kendi payına düşen rolü üstlenmiştir.
Bu tarihselliğe geçmeden evvel, toplumsal çatışmaların temellerini Marx’ın durduğu noktadan ele almak, kavramsal çerçeveyi çizmek adına faydalı olacaktır. Bilindiği üzere Marx tüm toplumsal ilişkilerin en temel belirleyicisinin üretim ilişkileri olduğunu ve toplumsal değişimin üretici güçlerin gelişimine bağlı çatışmalar ve mücadeleler ile gerçekleştiğini vurgular.1 Bu bağlamda toplumun temelini oluşturan üretim ilişkileri ekonomik ve politik yapıların belirleyiciliğinde, tarihsel gelişimin belirli bir noktasındaki üretim tarzına göre örgütlenir. Bununla birlikte kapitalizm gibi rekabet, sömürü ve tahakküme dayalı üretim ilişkileri kaçınılmaz olarak sınıfsal çatışmaları beraberinde getirir. Devletin üretim ilişkileri üzerindeki düzenleyici ve kontrol edici rolü ise sınıfsal çelişki ve çatışmalara politik bir boyut daha ekler. Bu anlamda Marksist perspektifte toplumsal çatışmaların temelini, kaynakların ve erkin sınıflar arası eşitsiz dağılımı oluşturur.2 Ancak Marx, toplumsal çatışmalara yönelik çözümlemesinde toplumsal olarak üretilen kent mekanının çelişkili ve çatışmalı yanına herhangi bir gönderme yapmamıştır.
Toplumların tarihsel gelişiminde kent mekanı ve toplumsal çatışmalar arasındaki ilişki, kapitalizm ile önemli bir kırılmaya uğramıştır. Kapitalizm öncesi toplumlarda -köleci toplum ve feodal toplum- sınıflı toplum yapısının temelleri oluşmaya başlamış ve toprak sahipliğinin üretim ilişkileri içerisindeki önemi, dolayısıyla mülkiyet olgusu belirmeye başlamıştır3 4. Ancak kırın artı değerin üretimi için esas mekansal birim olması nedeniyle kent mekanı nüfusun, yönetimin, ticaretin, sanat ve bilimin bir arada bulunduğu fiziksel bir konumu ifade eder.5 6 Bu nedenle toplumsal çatışmalar için de kent sadece konumsal bir nesneden öteye geçememiştir. Ancak kapitalizm ve sanayileşme artı değer üretimini kente kaydırmış, üretim ilişkileri ve sermaye birikiminin ölçeği büyümüştür. Rasyonellerini özel mülkiyet sahipliği, meta üretimi ve metaların mübadelesi ile daha fazla artı değerin elde edilmesi üzerine kuran kapitalizm için kent mekanı, sermaye birikiminin önemli bir parçası haline gelmiştir.
Kapitalizmin döngüsel krizleri üretim tarzı ve ilişkileri açısından üç temel evreyi -erken, ileri ve geç kapitalizm- tanımlar. Her bir evrede kent mekanının sermaye birikim sürecindeki işleviyle birlikte çelişki ve çatışma zeminleri de dönüşür. 19.yüzyılda sanayi devrimi ile başlayan erken kapitalizm evresinde kentin üretimin esas mekanı olmaya başladığını yeniden vurgularsak, kent kırın anti-tezi olarak var olmuştur. Bu açıdan bakıldığında fabrika imgesi üzerinden tanımlanan kent; endüstriyel üretim ile sermaye birikiminin, sermayenin, emek gücü yani işçi sınıfının bir aradalığını sağlayan bir yığılma mekanıdır.7 Kapitalizm öncesi toplumlarda olduğu gibi hala konumsal bir nesnedir. Öyle ki Marx’a göre kent, feodal toplumun sömürülen sınıfından çok daha başka nitelikte olan işçi sınıfının ortaya çıktığı fiziksel mekanı temsil eder.8 Parçalı üretim ilişkilerinin mekanı olan kırdan temel farkı ise işçi sınıfını bir araya toplayan ve bu nedenle kolektif bilincin hem fabrikalarda hem de yaşam alanlarında oluşturularak işçi sınıfı mücadelesinin kolaylıkla örgütlenebileceği yer olmasıdır.9 Üretimin mekanı fabrikalar sınıfsal mücadelenin merkezi olarak algılansa da işçi sınıfının yaşama mekanı olan kent, yeniden üretimin de mekanı olmaya başlamıştır. Ancak toplumsal çatışmaların temelleri sadece çalışma mekanı ile sınırlandırılmış ve kentsel süreçlerin sınıfsal koşullar üzerindeki etkileri henüz fark edilmemiştir. Bu anlamda fabrikada başlayan sömürü ve yoksulluğun yaşama alanlarında doğal bir yoksunluğa dönüşmesi biçiminde süreç tek yönlü algılanır. Öte yandan devletin hem çalışma koşulları hem de kentsel süreçler üzerinde pek fazla belirleyici olmaması10 ve fabrikalarda gerçekleşen yoğun emek sömürüsünün bir sonucu olarak toplumsal mücadelelerin temel ekseni, işçi sınıfının çalışma koşulları üzerinden tanımlanır.
Toplumsal tarihin gelişimi bir yandan çelişki ve çatışmaların dışavurumunda belli noktaları öne çıkarsa da, tarihin tekerrür ettiği de bir diğer gerçek. Her ne kadar kapitalizmin erken evresinde toplumsal çatışmaların kentsel kökenleri öne çıkmamışsa da bu hiç var olmadığı anlamına gelmez. Harvey’in belirttiği gibi kentler artı ürünün coğrafi ve toplumsal yoğunlaşması sonucu ortaya çıkar.11 Erken kapitalizm evresinde kent bir nesne olarak algılanmışsa da Harvey’in Paris anlatısı, yapılı çevre üretimi ve sermaye birikimi arasında varoluşsal bir ilişki olduğunu ortaya koyar: Hausmann’ın hem artı sermaye hem de istihdam sorununu gidermek için 1800’lü yılların ortalarında Paris’te açtığı geniş bulvarlar ve yenilenen konut alanları yeni bir finans ve borç sisteminin geliştirilmesini sağlamıştır.12 Sistem, sorunları bir müddet çözmüş olsa da daha sonra bir krizle sonlanmış, birtakım dışsal faktörlerin de etkisiyle Paris Komün hareketi ortaya çıkmıştır. Ancak yine bu hareket, kentsel süreçler ile kendisini kısmen ilişkilendirebilmiştir.
Genişleyen ve ölçeği büyüyen üretim ilişkileriyle ileri kapitalizm; kent mekanı, üretimi ve kentsel süreçlerle ilişkisi açısından yeni bir aşamayı ifade eder. Lefebvre kapitalizmin, içsel çelişkilerini hafifletmeyi ve Kapital’den bu yana başarılı büyümesini “mekanı işgal ederek ve üreterek” sağladığını ortaya koyar. 13 Bir diğer deyişle metaların üretiminde ve dolaşımında yayılma eğiliminde olan kapitalizm, bir yandan mekanı işgal ederek kendi işlevsel mekanını örgütlemekte, bir yandan da mekan üretimini sermaye birikim sürecinde bir meta olarak kullanmaktadır. İleri kapitalizm; kent mekanının üretimi ve sermaye birikimi arasındaki doğrudan bağın gündelik yaşam pratiklerinde deneyimlenebilir hale geldiği bir evreyi tanımlar. Sınıfsal sömürü ve bunu kolaylaştıran Refah Devleti'nin, kentsel süreçler üzerindeki etkilerinin üretim mekanlarından yeniden üretim mekanlarına sıçraması önemli bir dönüm noktasıdır. Bu anlamda daha öncekinden farklı olarak ileri kapitalizmin toplumsal çatışmadan kentsel çatışmaya ve kentsel mücadeleye geçişi ifade ettiği söylenebilir.
Keynesyen Refah Devleti'nin hem sermayenin hem de işçi sınıfının yeniden üretimini sağlayacak kentsel hizmetlerin temininde en önemli aktör olmasıyla ortaya çıkan eşitsizlikler ve toplumsal organizasyon yeni çatışma zeminleri yaratır. Kitlesel üretim ve tüketimi dengelemek ile yükümlü müdahaleci Refah Devleti, sermayenin yeniden üretimi için gerekli olan ulaşım, enerji ve üretim altyapısını sağlayarak sermaye birikim sürecini ve sermaye sınıfının hakimiyetini artırır. Öte yandan Castells, özellikle işçi sınıfının kendini yeniden üretmesinde büyük önem taşıyan konut, ulaşım, eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerini içeren kolektif tüketim konusuna dikkat çeker. Planlamayı mekan üretimi ve sermaye birikimi için araçsallaştıran devlet, kolektif tüketimin mekan organizasyonuyla birlikte, toplumun organizasyonunu da gerçekleştirir.14 Böylece kentsel gündelik yaşamın tam ortasına yerleşen kapitalist üretim ve tüketim ilişkileri, belli bir noktaya kadar çelişkilerin üzerini örterken bir noktadan sonra çatışma ve mücadelenin ana eksenini oluşturmaya başlamıştır.
Haussmannizm en somut haliyle İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’sında tekerrür etmiş, Robert Moses mekan üretimi ve sermaye birikimi arasındaki pozitif ilişkiyi çok daha büyük bir ölçekte, ülke ölçeğinde, kentlerin büyümesini sağlayarak hayata geçirmiştir. Moses kentsel büyümeyi yeni banliyöler, otoyol ve altyapı sistemleri inşa ederek sağlarken aynı zamanda kredilendirmeye imkan veren kurumsal altyapı ve vergilendirme sistemlerini de çözümleyerek ekonomik canlanmayı önemli ölçüde desteklemiştir.11 Ancak bir süre sonra sistem krize girmiş, banliyöleşme ve beraberinde getirdiği yeni toplumsal yapıyla birlikte köklerini kentsel süreçlerden alan yeni çelişkileri doğurmuştur. Amerika’nın yanı sıra Paris’te de banliyöleşme, kent merkezinde yenileme projeleri ve yerinden edilmeler ile Refah Devleti’nin işçi sınıfının yeniden üretiminde eşitsiz ve niteliksiz kamusal hizmetleri 68 Hareketleri’nin temellerini oluşturmuştur. 68 Hareketleri kolektif tüketime dair talepler ile birlikte, kente dair söz söyleme hakkı ve katılımcı süreçlerle politik güç elde etme, kültürel kimliklerin gündelik hayatta ifade edilebilmesi ve mevcut mekan organizasyonunun neden olduğu sosyo-mekansal ayrışmaya karşı anti-kapitalist bir tutum üzerinden kendisini var etmiştir.15 Böylece kapitalizm, kent mekanının üretimi ve kentsel süreçler arasındaki bütünlüklü ilişki ilk kez kent mücadelesi olarak cisimleşmiş, kenti hem üretim hem de yeniden üretim için bir kullanım değerleri bütünü olarak okuyan bu mücadeleler, günümüz kentsel muhalefeti için önemli bir referans noktası olmuştur.
İleri kapitalizmin ekonomik ve toplumsal krizleri sonrasında; geç kapitalizm ekonomik, siyasal ve toplumsal tüm yapıların neoliberal ideolojinin etkisi altında dönüşüme uğradığı bir süreci ifade eder. 1980’lerden itibaren endüstriyel üretimin terk edilmeye başlanmasıyla üretim ilişkileri yeniden yapılanmıştır. İleri kapitalizm evresinde finans ve emek piyasasının tek düzenleyicisi olan Refah Devleti, dönüşen üretim ilişkileri sonucunda aşınarak işlevini yitirmiştir. Zaten neoliberal ideolojinin temellendiği devlet hakimiyetini azaltma anlayışı aşırı müdahaleci ve düzenleyici devleti ortadan kaldırmış, piyasayı serbestleştirmiş ve önemli bir güç haline getirmiştir. Ancak zaman içinde görülecektir ki neoliberal ideoloji yeniden biçimlenen devletin pasifize olmasından ziyade piyasa mekanizmasının arkasında mobilize olması anlamını taşır.16 Böylece kolektif tüketim hizmetlerinin piyasalaştırılması ve özelleştirilmesiyle yeni ekonomi politiğin ana ekseni oluşurken kent politikalarının da bu eksen etrafında şekillenmesiyle geç kapitalizm evresi başlamıştır.
1990’larda hegemonik bir söylem haline gelen “küreselleşme” neoliberal ideolojinin nihai formunu tanımlar. Kendisini toplumsal pratiklerin tamamını metalaştırarak var eden neoliberal ideoloji, küreselleşme söylemiyle kent mekanını kendisi için en önemli ve öncelikli meta haline getirmiştir. Küresel hiyerarşide rekabet edebilmek için kentlerin markalaştırılması ve belirli imgeler üzerinden kentsel gelişmenin sağlanması, böylece yabancı yatırımlar için kentlerin önemli yatırım merkezleri haline getirilmesi ana amaç haline gelmiştir. Bu süreçte büyüme odaklı ve piyasa güdümlü kent politikalarını hayata geçirmek için “yönetişim”i güçlü bir araç olarak kullanan devlet, yeniden kendisini biçimlendirmiştir. Piyasa mekanizmasını daha hızlı harekete geçirecek, yere özgü kurumsal yapılanmalar ve düzenlemeleri sağlayarak özel sektör ile ortaklık modelleri geliştirmeye başlamıştır. Bu ortaklıkların sonucunda zaten tarihsel olarak sermaye birikimi için büyük öneme sahip olan yapılı çevre üretimi, yeni birikim rejimi için tek itici güç haline gelmiş, tüm üretim ilişkileri yapılı çevre üretiminin gereksinimleri çevresinde organize olmaya başlamıştır.
Küresel ölçekte birleşmeye başlayan finans piyasaları ve küreselleşen yatırımlarla birlikte mekan üretim biçimi de değişime uğramış, bütüncül planlama yerini farklı ölçek ve işlevlerde sayısız projeye bırakmıştır. Aşırı yapılı çevre üretimi ve hak sınırlarını aşan uygulamalarla kamusal ve özel yaşam alanları da sermaye birikim sürecinin önemli parçaları haline gelmiş, ileri kapitalizmde yeniden üretimin mekanı olan kent parçaları metalaştırılmıştır. Mega projeler ve lüks konut projeleriyle orman, mera gibi müşterekler; kentsel dönüşüm projeleri ile işçi sınıfı ve kent yoksullarının özel yaşam alanları; prestij projeleri ile kamusal alanlar metalaştırılarak piyasanın hizmetine sunulmuştur. Kent mekanının üretim süreci piyasalaştırılırken; yasal, kurumsal ve toplumsal sınırları aşma görevini üstlenen devlet yapısı da giderek otoriterleşen bir sürece girmiş ve mekanı politize etmeye başlamıştır. Böylece özellikle 2000’lerden itibaren etkileri gündelik yaşamında tamamen hissedilen ve toplumsal hayatın her alanını kuşatan neoliberal kent süreçleri geç kapitalizmin çatışma zeminlerini üretmiştir. Bu bağlamda tarihsel olarak aktarılan sınıfsal ve politik mücadeleler tamamen kentsel süreçlerin içerisine gömülü hale gelmiş; yoksulluk, yoksunluk, adaletsizlik ve anti-demokratik uygulamaların sosyo-mekansal etkilerinin derinliği ve genişliği artmıştır.
Günümüzde yerellikten küresel ölçeğe ulaşan yapılı çevre üretimi ve kapitalist kent süreçleri coğrafi olarak yer değiştiren krizler ile kendisini gösterir. 2008‘de Amerika’da başlayan ve hızla Avrupa’ya yayılan sistem karşıtı mücadelelerin temelinde finans ve gayrimenkul sektörü yatarken, farklı problem alanlarını işaret eden gösteriler kent hakkını talep etmişlerdir. 2013’te otoriterleşme ile birlikte kentsel projelerin tamamına karşı çıkışı kapsayan Gezi Direnişi ve diğer pek çok yerel direniş de köklerini geç kapitalizmin aşırı yapılı çevre üretimi ile ortaya koyduğu problemlerden alır ve yine kent hakkı talebi altında birleşir.
Görüldüğü üzere kapitalizm, kent mekanı ve üretimi arasındaki varoluşsal ilişki tarihin akışı içinde sürekli büyüyen bir ölçek ile günümüze kadar geliyor. Kapitalizmin her evresinde tekerrür eden mekan üretimi ve sermaye birikimi süreci her defasında kaçınılmaz krizlerle başka bir evreye geçerek yeni çatışma zeminleri oluşturuyor. Gelinen son evrenin de kendi krizini yaşadığı aşikar. Ancak kapitalizm her evrede mekan üretimi ile kurduğu ilişki biçimini yenileyerek kendisini yeniden var etmeyi başarıyor. Mevcut döngünün de sonuna geldiğimizi varsayarak kentsel kapitalizmin daha adaletsiz ve anti-demokratik bir evreye geçişini engellemek için kentsel mücadelenin kente ve yaşama dair yenilikçi pratiklerle kendisini ve söylemlerini mekanda var etmesi ve örgütlemesi gerekiyor.
NOTLAR
1 Marx, K. (1999). A Contribution to the Critique of Political Economy (S.W. Ryazanskaya,Trans.). Moscow: Progress Publishers (1859)
2 Turner,J.H. (1975). Marx and Simmel Revisited: Reassessing the Foundations of Conflict Theory.Social Forces, v.53-4, p:618-627
3 Engels, F. (1978). The Origin of the Family, Private Property and the State.New York: International Publishers (1884)
4 Zubritski, Mitropolski, Kerov (1980). İlkel Topluluk, Köleci Toplum, Feodal Toplum Kapitalist-Öncesi Biçimler (Sevim Belli, Trans.). Ankara: Sol Yayınları
5 Castells, M. (1977). The Urban Question A Marxist Approach (Alan Sheridan, Trans.). London: Edward Arnold (Publishers) Ltd
6 Gottdiener, M., Hutchison, R., Ryan, M.T. (2015). The New Urban Sociology. United States
7 Engels, F. (1997). İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu (Yurdakul Fincancı, Trans.). Ankara: Sol Yayınları (1845)
8 Marx, K. (1968). A Critique of the German Ideology (Tim Delaney and Bob Schwartz, Trans.).Progress Publishers (1846)
9 Şengül, H.T. (2001). Sınıf Mücadelesi ve Kent Mekanı. Praksis, v.2, p:9-31
10 Deane, Phyllis, (2000). İlk Sanayi İnkılabı, Çeviren: Tevfik Güran, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara
11 Harvey,D. (2008). The Right to the City. New Left Review 53
12 Harvey,D. (2003). Paris, Capital of Modernity. New York&London: Routledge
13 Lefebvre, H. (1976). The Survival of Capitalism: Reproduction of Relations of Production (Frank Bryant, Trans.). New York: St. Martin’s Press
14 Castells, M. (1978). City, Class and Power. New York: Macmillan
15 Castells, M. (1983). The City and the Grassroots. USA: University of California Press
16 Peck, J., Tickell, A. (2002). Neoliberalizing Space. Antipode, v.34/3, p: 380-404
İlgili İçerikler:
-
Çevrimiçi Ankara Ağları: Kentsel Muhalefetin Çoklu Konumlanışları
Kentin Muhalif Yüzü'nde bu ay Gülşah Aykaç, çevrimiçi ağların maddi olmayan kartografik bir katman olarak başkent Ankara'yı nasıl etkilediğini araştırıyor.
-
Antroposen Çağında İnsan ve Kent: Yeni bir Hikaye Peşinde
Kentin Muhalif Yüzü köşesinde Evren Aysev, yeryüzü ile kurduğumuz ilişkiyi yeniden düşünmek için biyoçeşitlilikten büyümemeye dek kentlerin sunduğu potansiyelleri kaleme aldı.
-
Sosyal Hareketlere Bakarak Demokrasinin Geleceği Hakkında Nasıl İpuçları Üretebiliriz?
Kentin Muhalif Yüzü'nde bu ay Tuba İnal Çekiç, iklim ve kimlik mücadeleleri ile mekanda adalet arayışının demokrasinin bugün içinde bulunduğu krizlerin çözülmesinde oynayabileceği rolü kaleme aldı.
-
Türkiye’de Kentsel Muhalefet Alanı Olarak LGBTİ+ Hareketi ve Eylemliliğin Kırılma Noktaları
Kentin Muhalif Yüzü köşesinde bu ay Çağlar Özbek, LGBT+'lerin mücadelesinin Beyoğlu özelindeki mekansallığını ve de kent hakkı eksenine uzanan ortak eylemliliklerini kaleme aldı.
-
Pandemide, Pandemiye Rağmen Bir Arada Olmak: Mekanda Ama Nasıl?
Kentin Muhalif Yüzü'nde bu ay Elif Sidar Ökdemir, pandemi ile birlikte gelen yeni mekansal koşulları kamusallık, politik eylem, dayanışma ağları ve dijital alan gibi çeşitli perspektiflerden okuyor.
-
COVID-19, Politikleşen Kent ve Müşterekler
Kentin Muhalif Yüzü'nde bu ay Fırat Genç, COVID-19 salgını dahil içinde bulunduğumuz çoklu kriz ortamında şehirleri müşterek olarak görmenin potansiyellerini öne sürüyor.
-
Kentsel Popülizm? Kentsel Siyasetin Güncel Koşulları ve Olasılıkları
Kentin Muhalif Yüzü'nde bu ay Bülent Batuman, kentsel politikaları biçimlendirmek ve demokrasi talebini dile getirmek için sol popülizmin olasılıklarını araştırıyor.
-
"Mülk Allahındır": Güncel Sanat, Özel Mülkiyet ve Kentsel Mücadele Üzerine bir Deneme
Begüm Özden Fırat, Neriman Polat'ın "Mülk Allahındır" işi üzerinden Türkiye kentleşmesini ve de mülksüzleştirme süreçlerini okuyor.