Mekanlardan Öğrenmek

HÜLYA ERTAŞ ASLI ÇİCEK

4.İstanbul Tasarım Bienali sergi tasarımcılarından Aslı Çiçek ile bienal mekanlarını yorumlama biçimleri ve sergi tasarımı üzerine konuştuk.

Hülya Ertaş: Okullar Okulu’nun sergi tasarımı, mekansal olarak önceki bienallere göre çok daha ferah bir his veriyor. Bu hissin sadece sergi işlerinin niceliğiyle değil, tasarım kararlarıyla da ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bu ferahlığı sağlayan ana tasarım kararları nelerdi?
Aslı Çiçek: Öncelikle bienalin altı tane mekana yayılmış olmasının büyük etkisi var. Tek bir mekanda, mesela öncekilerdeki gibi sadece Galata Rum Okulu’nda olduğu gibi sergi oda oda devam ettiğinde bir süre sonra işler üstüne gelmeye başlayabiliyor. Bienalin altı mekana yayılması bana ait bir karar olmasa da sevindiğim bir karar oldu nihayetinde. Her mekanda hem temayla hem de mekanın kendi niteliklerine uygun şekilde yeni bir konfigürasyon oluşturdum; daha serbest hareket etmeyi de mümkün kıldı bu. İş özel olarak gerektirmiyorsa duvarlara hiçbir şey asmayıp mekanın ortasına odaklandım ve cepheleri de dışarıyla görsel ilişki kurmak için kullandık. Tasarım esasen bu ilkeler üzerine kuruldu, uygulayabildiğimiz kadarıyla da gerçekleşti. İşler her tarafından rahatlıkla görülerek gezilebilsin, insanlar hem mekana derinlemesine hem de işlere detaylıca bakabilsin diye böyle bir kurguya yöneldim.

HE: Şimdiye kadar hiç görmediğimiz bir boğaz manzarasını görmemizi sağlayan Pera Müzesi’nde ya da Arter’deki kurgu bu aslında. Duvarları çeperlerden alıp sergiyi mekanın ortasına yaymak.
AÇ: Arter’deki sergi mekanları kontrollü ışık yaratılabilmesi için cephenin panellerle kapatılması nedeniyle upuzun duvarlı daracık mekanlardır. O duvarı kaldırıp arkasındaki kolonları, strüktürü çıkardığında bir sistem kurmak da daha mümkün oldu çünkü tasarıma etki edecek başka bir ölçüt yoktu binanın içinde. Duvarları kaldırdık, yanı sıra camları ve pencereleri açtık. Ölçekler Okulu olan Pera Müzesi’nde kullandığımız modüler elemanlar bu karara bağlı olarak ortada bir ada oluşturuyor. Birbirine ekli olan tüm elemanlar, birkaç eleman atlayarak boşluk bırakıyor sadece, kendine odaklılar. Camları, pencereleri açmak ve duvarları kaldırmak da şehri bienalin içine çekmek fikrinden çıktı.

HE: Jan Boelen, sergi mekanlarını sınıflar, İstiklal Caddesi’ni de sınıfları bağlayan koridorlar olarak tanımlıyor. Bienalin kendi teması ya da bu sınıf-koridor fikri, sergi tasarımını nasıl etkiledi?
AÇ: Sınıf-koridor fikri zaten kürasyona aitti. Ben daha çok altı temanın mekana nasıl yayılacağı ve temaların sergi alanına nasıl yansıtılacağı üzerine yoğunlaştım. Akbank Sanat’ta (Bozum Okulu) özellikle birinci katta dağınık bir sistem var örneğin. Planda bir grid var ancak o gridin üstünde 30 ve 60 dereceyle döndürülmüş şekilde yerleşiyor elemanların hepsi. Görünmeyen bir organizasyonu hissediyorsun çünkü geometrik bir açıklaması var plan üzerinde. Yapı Kredi Kültür Sanat’taki Akışlar Okulu daha organik yerleşiyor zira işler çoğunlukla daha tekil yerleştirmeler. Üst katta Aformal Academy ve ARK.WORLD’ün Geçiş Okulu işlerini daha organik bir şekilde gösterebildik ama örneğin Ebru Kurbak’ın işleri tümüyle yerleştirme gibiydi, onlara müdahale etmedik doğrudan. Pera Müzesi’ndeki Ölçekler Okulu’nda da elemanlar bir grid planın üzerine yerleşiyor. Az önce bahsettiğim gibi bir sırada sekiz veya altı tane olması gereken eleman yer yer birkaç boşluk bırakacak şekilde, geçiş imkanı yaratmak için aradan çıkıyor. Arter’deki Dünya Okulu’nda ise belli bir sistem var; hem binanın kendi cephe ve kolon sistemi ve ritminden hem de hayatta kalma biçimleri üzerine olan konusundan yola çıktık burada. Daha kesin bir kurgu istiyordu, bozum ya da dağıtma yerine son derece net bir konfigürasyona geçmeyi tercih ettim. Salt Galata’daki Zaman Okulu’nda zamanı çizgisel değil, daha çok hiperbolik olarak algıladığımdan onu yansıtmaya çalıştım; dolayısıyla aynı elemanlar orada bir kavisi izliyorlar. Studio X’teki Sindirim Okulu’nda ise esasen mekanın zorluklarına cevap vermek zorunda kaldık. Güzel bir mekan ancak sergi mekanı olarak zor bir mekan, çok fazla mimari eleman var ve yükseklikler kısıtlayıcı. Yapı Kredi Kültür Sanat’ta da benzer bir durum var bu arada, özellikle üst kattaki yükseklikler oldukça kısıtlayıcı. Haliyle Studio X’te belirli adacıkların içinde, kolonlar ve onların belirlediği alanlar içinde çalıştık.

Tüm mekanların tasarımında esas aldığım genel prensibinse mimari mekanlara tepki vermek, onlara oranlı çalışmak olduğunu söyleyebilirim. Sergi, mekanlarının karakterini taşır, herhangi bir yerde aynı şekilde kurulmaz. Bir diğer prensip de mevcut mimari mekanı algılayabilmek; duvarlarla bölmemek, her şeyi duvarlara itmemek, rahat ve devinimli, dolanarak geçmek serginin içinden. Bunun bir başka nedeni de serginin ücretsiz olması; dolayısıyla ziyaretçisinin tekrar gelmesini, yeniden geldiğinde farklı noktalardan görebilmesini istedik. Mekanlarda odaklandığım rahat devinim imkanı kalabalıkların dolaşımını da hedefliyor.

Su Okulu - Bozum Okulu, Studio Makking & Bey
ııı+1 - Ölçekler Okulu, Lukas Wegwerth
Şiirsel Bilgisayarım: Arşiv - Akışlar Okulu, Taeyoon Choi

HE: Sergi elemanlarının altı ayrı mekana yerleşmiş olması çift taraflı bir şey de üretiyor: hem görsel bütünlüğü sağlamaya uğraşmak hem de sıkıcı bir tekrara dönüşmesinden de kaçınmak. Aradaki dengeyi nasıl kurdunuz?
AÇ: Sergi tasarımında Lukas Wegwerth’in III+1 adlı sistemiyle çalıştığımız için elemanlar zaten tanınabilir olacaktı. Strüktürlerimizi olabildiğince mekanların ilk adım atılan alanında kullanmaya çalıştık. Mesela Akbank Sanat’a girdiğin zaman Jurgen Bey’in Su Okulu yerleştirmesi önde ve oradaki masalar başka mekanlarda da seni karşılıyor zaten. Bu dengeyi kurmak için her mekanda, konu ve sergi elemanları var olan mimari özelliklerle birlikte işlendi.

HE: Bütün sergi boyunca aynı modüler sistemi kullanıyorsun dolayısıyla ana belirleyicilerden biri bu oluyor. Kendi tasarlamadığın bir sistemle çalışmanın kısıtları ya da avantajları nelerdi?
AÇ: Açıkçası, başlangıçta kısıtları daha fazla olacak diye düşünmüştüm çünkü normalde her birini kendim tasarladığım malzeme, köşe birleşimleri vs. bu sistemde zaten belliydi. Ancak bir süre sonra, bir plaka ile ya da profille çalışmak nasılsa bu sistemle çalışmak da öyle oldu. Zaten karmaşık bir sistem değil ve Lukas strüktürü de çözdüğü için benim yapmam gereken iş, tipolojileri ve ölçüleri belirlemek oldu. İlk sunumun ikinci etabında o elemanları nasıl işleyeceğimize baktık; plaka ne tarafta olsun, projeksiyon hangisinin üzerine gelsin, banklardan divan yapmak için poliüretan köpük kullanalım ya da masa olacak plakalar sunta olsun ki çelik profillerle zıtlık yaratsın gibi kararlar sonradan alındı. Diğer yandan üretim Bursa’da yapıldı ve ne Lukas daha önce Türkiye’de çalışmıştı ne de ben onun sistemiyle çalışmıştım. Bu kadar bilinmezin arasında üretimin nasıl çıkacağından ya da sorun olursa alternatif olmamasından ötürü endişelenmiştim. Kendim yapıyor olsam, üretim sürecinde karar alarak çözüm üretebilirdim ama bu sistemin üretiminde sorun çıkarsa müdahale edemezdim, sonuçta benim kısmen dahil olduğum bir tasarımdı; ayrıca bu Türkiye’deki ilk çalışmamdı, üreticileri ve yapım aşamalarını çok tanımıyordum. Ama İKSV’nin çok profesyonel bir yapım ekibi var ve sayelerinde kurulum tıkır tıkır işleyebildi.

Sistemi kullanmanın iyi tarafı ise çok rahat seçenek ve varyasyon üretilebilmesi ile her mekanda tanınabilirliğiydi. Altı tane tipolojimiz var ve onlarla tüm sergiyi taşıtabildik. III+1 benim zaten üzerine çalıştığım, projeksiyona vücut vermek için farklı yüzeylere yansıtma fikrime de uydu, tipolojilerden birinde galvanize çeliğe projeksiyon yansıttık, bu açıdan da iyi bir test oldu. Üretimde piyasada bulunan endüstriyel malzemeler kullanmaya özen gösterdik. Elemanların dışında örneğin Salt Galata’da projeksiyon mekanlarını hafif hissedilecek biçimde ayırmak için sekiz kat sineklikten perde yaptık. Ayrıca biz sergiyi planlarken sergilenecek ürünlerin çoğu daha üretim halinde olduğu için katılımcılar bizim verdiğimiz tipolojilere göre de çalışılabildiler. “Onu masaya, bunları rafa koyabilirsiniz” dedik örneğin. Etkileşim mümkün oldu, süreç daha akışkan gelişti.

Etiketler: