Oda Art’ta Deneysel Mimarlık Sergisi: Şifre

LEVENT ŞENTÜRK

(31 Mart – 9 Nisan 2023, Odunpazarı, Eskişehir.)

Odunpazarı’nın adı Kengo Kuma’nın tasarlayıp inşa ettiği Odunpazarı Modern Müze ile daha fazla duyulur oldu. Geleneksel dokunun abartıldığı eleştirilerinin ardından OMM’un mimari ve kentsel gücü kendini hissettirdi. Odunpazarı müzelerle kültür ve turizm merkezi konumunu perçinlerken mutenalaşma devam etti ama yine de sanat galerilerinin, atölyelerin, kütüphanelerin ve daha birçok kültürel oluşumun Odunpazarı’nda yer bulmaya başlaması, burada yeni bir üretkenlik kapasitesi yaratmakta.

Oda Art Sanat Galerisi’nin direktörü Özlem Kanat Örneksoy’un desteğiyle Odunpazarı’nda Potansiyel Mimarlık İşliği’nin ve kentsel versiyonu Potansiyel Urbanizm Atölyesi’nin öğrencilerini buluşturan bir grup sergisi gerçekleşti. Stüdyo ortamında yeşerebilen işler depremle durma noktasına gelmişti. Bilindiği gibi üniversiteler merkezi kararlarla Şubat ve Mart’ta sessizliğe büründü, eğitim reelpolitik düzlemle (seçim sath-ı maili) kesiştirilecek şekilde askıya alındı. Üniversite cephesinden bu reelpolitik hamleye dişe dokunur bir yanıt üretilemedi. Mart ayı kampüslerin ıssızlaştığı, üretkenliğe yer açılamayan bir havada geçti. Doğrusu, Pomi ve Pourat olarak, sergiyi yine de yapmakla sağaltıcı bir adım atmış olduk. Serginin açılışı yüz yüze eğitime dönüş kararının ertesi gününe denk geldi. Açılıştaki ilgi sevindiriciydi. Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt ve ESOGÜ’den Mühendislik Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muammer Kaya bu çıkışa o gün destek verdi. Alışılmadık üretimlere ilgi, meraklı kentlilerin varlığına işaret ediyor.

Geleneksel bir Odunpazarı evinden dönüştürülen Oda Art’ın mekânında Pomi ve Pourat’ın kitapları, zahmetli mimari maketleri, ışıklı ve renkli mitolojik kâğıt heykelleri, çarpıcı kısa filmleri, beklenmedik ve orijinal deneysel projeleri, ikinci boyuttan taşan bireysel ve kolektif üretimleri yer buldu ve bu mümbit üretimde yetmiş beş öğrencinin imzası bulunuyor. Lisans eğitimlerinin ilk sömestrinde Pomi ile tanışan kırk kadar öğrencinin ürünleri; pandemiden önce ürettikleri, şimdilerde gün ışığına çıkabilen eski öğrencilerin işleri ve Archiprix’ye hazırlanan bitirme öğrencilerinin üretimleri, Oda Art’ın iki katına ve avlusuna yayıldı.

Şifre, Pomi’yi oulipo’ya (Fr. Ouvroir de Littérature Potentielle, Potansiyel Edebiyat Atölyesi’nin kısaltması) bağlayan en geniş payda. Çünkü oulipo’nun kökenine inildiğinde, kabalacı şifrelemeden kadim huruficiliğe, alfabetik çevirilerden simyacılığa, ezoterizmden Arap matematikçi El Kındî’nin frekans analizi yöntemine renkli bir tarihle derinlemesine bağ kurduğu görülür. Bunlar ve daha birçoğu, matematik ve oyunculluğa meyleden yöntemlerle, coğrafyaları ve zamanları ortaklaştırır ve yepyeni bir alaşım getirir. Düşmanın, istibdatın yahut yobazlığın zulmünden kaçınmak için tarih boyu icat edilmiş, ince zekâya dayanan şifreleme teknikleri, günümüzün yaratıcı zihinleri için ilham verici bir birikimi temsil ediyor. 1960’larda doğup dünyaya yayılan oulipo edebiyatı da bu mirastan bolca yararlanmıştır. Pomi, mimarlıkla edebiyatı şifreleme ortak paydasında buluşturan bir gündemle 2023 boyunca yeni eserler ortaya koymaya devam ediyor. Sergide bunların birçoğu yer buldu:

Morsplan Pomi’nin en yeni icadı. Basitçe, mors alfabesinin kod mantığını korurken, harfin çizgi ve noktalarının saat yönünde, kareye dizilmesidir. İşlerden ilki, mors alfabesinin ikili kodlama düzeninden esinlenerek geliştirilen morsplan tekniğiyle “yazılmış” metin. Metin yazarken elde edilmiş mimari bir “oluşum” demek daha doğru olur. Yeni haliyle kare içindeki harf, plansal bir tektonik kazanır. Kareler yan yana ve boşluksuz dizilerek metin kurulur. Metin blokları oluşurken, bunlara mimari anlam atfetmek mümkün hale gelir.

Otomatik teknikler ya da istem-dışı üretim teknikleri, oulipocu edebiyatın temelinde yatan unsurlardan biri. Yaratıcı edimi salt tekniklere indirir görünse de, “klinamen” bu kuruluktan kurtulmayı ve sanatı mümkün kılar. Deha sahibinin tarihsel tekelini kıran bu demokratik teknikleri ilk kullananlardan biri, yazar Raymond Queneau’ydu. Sürrealistler, ilhamı özel bir ana ve özel bir zihinsel yüceltime mal ediyorlardı; Queneau ise sürrealistlerle aynı nedenle köprüleri atarak ilhamı deyim yerindeyse kamulaştırdı ve herkese mal etti; tıpkı fluxus’çuların yaptığı gibi. Artık herkes deha sahibiydi ve son derece pratik yöntemlerle yaratıcı metinleri sonsuzcasına üretmek mümkün olacaktı; edebi başyapıtlar üretmek kimsenin tekelinde değildi. Bu girişimin çarpıcı örneklerinden biri, matematiksel bakımdan neredeyse sonsuz metinsel kombinezon kurabilen Yüz Trilyon Şiir (1014 Şiir) adlı oulipocu eseridir. On sonenin on dörder dizesini şeritler halinde keserek her birini ilişkili hale getiren basit ama zekice biçimsel hamlesiyle kitap, sonsuz bir şiirsel oylum getirmekle kalmadı; “eser”, “yazar” ve “okur” gibi yerleşik kavramların sınırlarını da parçaladı, eritti.

Pomi benzer hamlelerle mimarlık, tasarım, mekân, uzam, biçim, zaman gibi temel varsayımları sarsacak oyunlar icat ediyor ve mimarlık bilgimizin sınırlarında dolaşan üretimler sergiliyor. Morsplan işi 36 öğrencinin tek bir metni yeniden yazma girişimi. Georges Perec’in Mekân Feşmekân’da yer alan, ironik ve neşeli bir mimarlık metni gibi görülebilecek, gündelik hayatı eleştiren bir pasajını harf harf yeniden üreten 36 morsplan maketi, sergide üç panoda bir araya getiriliyordu. Büyük ustaya saygı niteliğindeki bu çalışma, Perecgil bir evren inşa etmede rol oynuyordu ki detaylarına birazdan geleceğim. 30 x 30 cm ebatlı her rölyef-maket, dijital olarak hazırlandıktan sonra elle, ince bir emekle, tek tek montajlanan yüzlerce parçadan oluşuyordu. Ortaya Perec’in metninin dantel gibi işlenmiş, labirente benzeyen, uçsuz bucaksız bir mekânsal rekonstrüksiyonu çıkıyordu. 1/100 ölçeğinde düşünülmüş, açık havada var olduğu hayal edilebilecek bu duvar-sütun yayılımı, mimarlığın değil, sözdiziminin kurallarına göre oluşuyor ve beklenmedik, kural-dışı bir mekânsallık üretiyordu. Morsplan demokratik bir araç; istenen her metin bu kare fontla dizilebilir ve mekânsal oluşumlar elde edilebilir. Ortaya çıkan “şey”in mekânsallığını keşfetmek, çözümlemek ve işleyip tasarımsal hale getirmek ise, geniş zamanlara yayılabilecek bir araştırma alanı açar: Tek tek her dikey unsura yükseklikler tanımlamak, zeminleri özelleştirmek akla gelebilecek ilk ikisi. Başka dillerin morsplanları nasıl mekânsallıklar üretirdi? Bu soruyla polyglossa’nın alanına dalınabilir. Morsplanla yazılmış metin bloklarının nasıl birleştirileceğine dair mekân-sentaks çalışmaları ve artikülasyona dair keşfedilebilecekler; “Morsplan ilmi”nin kapılarını aralayabilir.

Günümüzün mimarlığı, modernlerin yaptığı, kendi kibirli zekâsını dayatma hatasını tekrarlamaktan nasıl kurtulur? İşte Pomi bu kasvetli soruya neşeli bir kahkahayla yanıt veriyor ve öyle mümbit topraklarda dolaşıyor ki, kazmayı nereye vursa oradan oyuncul bir çağlayan fışkırıyor: Basit görünen oyunlardan değirmi, kozmik bileşimler, tüketilemeyecek mimari evrenler çıkabiliyor. Burada kibirden eser yok, aklın sınırlarını zorlayan sonsuz yeni buluşlar var. Pomi’nin her buluşu, mimarlığı sonsuzluğun ufuklarına taşıyabilecek matematiksel denklemler gibi: Denklemin kendi sınırsız; ama her birine harcanabilecek emek, zaman ve materyal ister istemez belirleyici: Morsplan’ın olanaklarını tüketmeye bir atölyenin (mesela Pomi’nin) gücü yetmez; dört başı mamur bir kurumun para, kadro, işgücü yatırımı ise bir nebze yetebilirdi.

Oda Art’ın girişindeki morsplan panolarından sonra izleyiciyi karşılayan masada, Pomi’de ve Pourat’ta yakın zamanda üretilmiş pamfle ya da kitaplar vardı. Morsplan kitabı bunlardan biriydi. Oruç Aruoba’da Noktalama İşaretleri bir diğeriydi. Yatay A3 boyutunda üretilmiş bu pamfle, ünlü düşünür ve yazarın yedi eserini ele alıyordu. Aruoba’nın nevi şahsına münhasır bir noktalama düzeneği kullandığı okurlarının malumu. Neye benziyor bu işaretler coğrafyası? Pomi bu sorunun peşine takılarak yedi kitabın noktalama işaretlerini teker teker çıkardı. Kitapçıkta, satır aralarında sayfa numaraları işlenerek noktalamalar çıkarıldı ve bir notasyon ortaya konmuş oldu. Oruç Aruoba metinlerinin görünmeyen yüzünü ortaya koyan iş, şifre üst başlığının ima ettiklerini karşılayan üretimlerden biriydi.

Bu pamflenin yanıbaşında, 2020’de üretilen, kapsamlı bir çalışmanın ürünü olan Opera Atlası yer buluyordu. Kitap A3 boyutunda ve 350 sayfa uzunluğunda. Kitapta Enis Batur’un efsanevi Opera (1-4004) adlı şiiri ele alınıyor. Önce 1996’da yayınlanmış tam metne yer veriliyor. Grafik versiyonlar, şiirin levha düzeninde dizeleri siyah grafik şeritler halinde gösteriyor ve Mallarmé ile akrabalığını vurguluyor. Batur bu şiirde otuza yakın ideogram kullanır. İdeogramlara yenilerini ekleyen Opera Atlası, şiirin her kelimesini bir ideogramla eşleştirecek derinlemesine bir semiyotik/semantik arkeoloji yapıyor. Bu işlemi kendi mantıksal sonucuna ulaştırmadan önce Opera Atlası, şiirin on binden fazla sözcüğünü tek tek inceliyor. Her sayfa Autocad’de A3 boyutunda yeniden yaratıldı, levhalardaki her sözcük çerçevelendi, şiirdeki yeri, sırası ve eşleştiği simge kodlandı. Sonraki versiyonda sözcüklerin tamamı silindi ve ideogram akışından oluşan hali bırakıldı. İdeogramların anlamları, Ahmet Oktay’ın İsrafil’in Sûr’u adlı kitap ölçeğindeki Opera okumasından çıkar. Pomi, indirgeme riskine girerek, ideogramları olumlu ve olumsuz iki gruba ayırıp bir versiyon daha üretti. Bu kez otuz farklı ideogramın binlercesinin akışından oluşan bir şifre çıkmadı ortaya. Tersine, şiirin siyah (olumsuz) ve beyaz (olumlu) kutucuklardan oluşan ikili kod topografyası gözler önüne serildi.

Sergideki masada, yayınlanmamış başka Pomi kitapları da var, ne yazık ki bu yazıda bunları anlatmaya yer yok. 2023 yılı içinde devreye girecek pomipourat.com adlı internet sitesinde, Pomi ve Pourat’ın yirmi yılı aşkın süredir ortaya koyduğu ve sayısı elliyi bulan e-book formatındaki kitaplarının okurla buluşturulması hedefleniyor.

2022’ye ait, Pourat yapımı iki kitap bu yayınlar arasında öne çıktı. Potansiyel Urbanizm Atölyesi çatısı altında Eskişehir için mimari proje konuları üretmeye odaklanan bitirme öğrencilerinden altı kişilik grup, Delta başlığı altında bir kitap ortaya koydu. Mimarlık eğitiminde proje konusu olabilecek ve her biri Eskişehir’deki lokasyonlarla ilintili 108 ilham verici başlık öneren kitap, yüzlerce el çizimi illüstrasyon, diyagram ve mimari çizimle temaları serimledi. Sonuca varmayan, sadece başlangıç sorusu niteliğindeki bir “girizgâhlar kitabı” niteliğindeki Delta, gelecekte bu başlıklara eğilmek isteyecek tasarımcılar ve mimarlar için çağrı niteliğindeydi. Giorgio Manganelli’nin Centuria’sına göz kırpan Delta, gelecekte yapılacak yüz proje için başlıklar atmakla yetiniyordu. Centuria, yüz romandan oluşan bir roman gibi kurgulanmıştı, Delta da yüz projeden oluşan bir proje gibi düşünülebilir. Bunun da ötesinde, Cortazar’ın Seksek hakkındaki şiarına tutunarak, bir “cevaplar kitabı” olmaktansa; daha çok bir sorular kitabı olmaya adanmıştı. Yazarlarının umduğu, fikirlerin bir deltada toplanmasıydı; başlıkları işlemek için yola koyulan başkaları (okurlar) kendi yanıtlarını bulup Eskişehir’in geleceği üzerine projeler geliştirebilirdi. Mimarlık eğitimine yönelik, üstenci ve determinist olmayan, taze ve deneyci bir perspektif öneren bir kitap projesi Delta. Oda Art’ın avlusunda Delta’nın 2,5 x 3,5 metrelik maketi izleyiciyi karşıladı. 5000 ölçekli Eskişehir haritasının üzerine 108 fikirden bazılarının maketleri ve görselleri, bir asamblaj oluşturacak biçimde işlenmişti. Harita bir artwork’e dönüştürülmüştü. Bu levhada alışılmamış temsil yöntemleri ve malzemeler kullanılmıştı; alüminyum üzerine birçok maket yerleştirilmişti: Kırık aynalardan bir kintsugi, paslandırılmış metal rölyefler, Eskişehir’e dair yeni ilhamları körükleyecek bir dille anlatıldı. Selülozik boyayla stampaj, ahşap, beton, metal, plastik, mukavva gibi malzemeler kullanıldı. Mimarlığın, kent tasarımının bildik araçlarının yerini başka arayışlar almıştı. Pourat’ın bu proje ile bağlantılı bir başka kitabı da En Passant adını taşıyan, oldukça avangard bir pamfleydi. Özel bir satranç hamlesinin adından hareketle, Furkan Mutlu’nun yazdığı bir dizi geometrik satranç çeşitlemesi ortaya koyan kitabı, kentsel ölçekte tasarım yapmak için alışılmamış bir tasarımsal araç keşfediyordu ve bunu kentte sınamak için maceraya atılıyordu. En Passant barınma, bölgeleme, yeşil alan, sürdürülebilirlik gibi kavramlarla düşünmeye alışkın olduğumuz alana satranç taşlarını ve düzenini sokup sınırları zorluyordu. Sergide Pourat’ın 2019’a tarihlenen 7 pamflesi daha vardı. Bunların her biri, Pomi’de keşfedilen oyuncul mimari tasarım tekniklerini, bina ölçeğinden kentsel ölçeğe taşıyan deneylerle doluydu. Pomi’nin gün ışığına çıkabilmiş sadece iki kitabı bulunuyor. Bunlardan ilki 2012 yılında iki dilli olarak yayınlanmış, 360 sayfa ve renkli basılmış, stüdyonun ilk on yılını ele alan katalog. İkincisi 2020 yılında sınırlı sayıda basılmış, yine bilingual, 199+: Pomi’den Sonra Mimarlık adlı 300 sayfalık grafik kitap. Geriye kalan yetmiş kadarı daha ortaya çıkmadı.

Oda Art’ın üst katında, ahşap merdivenleri tırmanırken izleyiciyi yirmi tane büyük ışık küresi karşılaşılıyordu. Bu ışık yerleştirmesi, Bademlik kampüsünün unutulmuş yadigârları olarak izleyiciyi geçmişe davet ediyordu. Koridordaki otuz portre patafizikçiler, sürrealistler ve oulipoculardan oluşan alternatif bir soyağacının temsilcilerini yeniden canlandırıyordu. 30 x 40 cm ebadındaki bu portreler sanatçı fotoğraflarından üretilmişti. Ancak oldukça zahmetli ve oyuncul bir teknikle: Önce her siyah beyaz fotoğraf, dijital ortamda 5 milimetrelik karelere bölünüyor ki bu toplamda 4800 kare demek. Her kare, denk düşen koyuluk derecesine göre birden ona kadar numaralanıyor. Her Pomi üyesi, kendi on karelik, koyudan açığa giden skalasını (lejantını) geliştirip Autocad’de özgül bir mikro desen tasarladı. Birim, her karenin yerine Photoshop’ta kondu ve ince işlenmiş özgül portreler ortaya çıktı. Dijital ve manuel tekniklerin melezlendiği bu piksel sanatı buluşu Pomi’ye ait. Sonunda her portre özgül birer sanat eserine dönüştü. Stephan Mallarme, Umberto Eco, Bilge Karasu, Alfred Jarry, Raymond Queneau, François Le Lionnais portrelerden bazılarıydı.

Portrelerin karşısındaki duvarda, Odunpazarı’ndan derlenmiş stampaj doku örneklerinden bir tablo oluşturulmuştu. 15 cm’lik karelerden kurulu kompozisyon, portelerin piksel mantığının daha büyük bir örneğine dönüşüyordu. Her özgül karedeki desen, Georges Perec’in portresinin 225 pikselinden birine dönüşüyordu.

Galerinin salonlarından birinde, stop-motion tekniğiyle yapılmış kısa filmler gösterimdeydi. İlki, Pomi’nin buluşu olan, lazer harmonografisi adını verdikleri özel bir projeksiyon tekniğiydi. Basitçe, kesitine lazer tutulduğunda camdan çıkan eğrisel üç boyutlu desenlerin incelendiği bir filmdi bu. Siyah zemine yansıtılan ve camdan geçirilip saçılmaya uğrayan anlık lazer ışıkları, hayaletimsi matematiksel varlıklara benziyordu. Bir başka kısa film, grubun buluşu olan Slayt Sanatı adlı üretimi konu alıyordu. Slayt makinesine yerleştirilen magazinlere dizilen çerçevelerin içine, pozitif film yerine kimyasal ve mekanik yollarla tahrip edilmiş küçük asetat parçalarının yerleştirilmesinden ibaret slayt sanatı, şaşırtıcı biçimde, olağandışı mikro evrenlerin gözler önüne serildiği renkli, canlı pentürler ortaya çıkartıyordu ve binlerce başyapıtın üretilebileceği, mucizevi bir mecra yaratıyordu. Tamamı yeni yapılmış işlerden derlenmişti. Çerçeveye konmuş asetatlar çıplak gözle görülemeyen ancak ışık konisiyle canlanan bir görsel şölene dönüşüyordu. Bir başka kısa stop-motion, sınıfta topluca yapılmış bir egzersizi konu alan Dokuz Nokta adlı çalışmaydı. Mimarlık okulunda Tasarıma Giriş dersinin ilk egzersizlerinden biri olan Dokuz Nokta, temel görsel kavramların kare zeminde sadece dokuz tane siyah daireyle anlatılması gibi zorlayıcı bir fikre dayanıyordu. Pomi’deki, çok az olanakla yaratıcı bir üretim yapma anlamındaki “kısıt” fikrine uygun biçimde, noktaları konumlandırmayla başlayan iki boyutlu aktarım, noktaların stop-motion ile hareketlendirmesiyle filmleştiriliyordu. İşlerin editöryel çalışmayla birleştirildiği videoya, sergi için son şekli verildikten sonra film izleyiciye sunuldu.

Oda Art’taki son salonda üç iş daha yer alıyordu. Bunlardan ilki, Bilge Karasu’nun 1970’lerde beş ses için yazdığı, Çeşitlemeli Korku adlı deneysel edebiyat ve ses yapıtı üzerine bir projeydi. Çeşitlemeli Korku bariton, bas, tenor, alto ve soprano için madrigal formunda yazılmış, detaylı şekilde bu beşini eşleştiren bir metnin okunmasına dayanan dramatik bir eser. Pomi’de 2018’de bu az bilinen eser, bir dönem boyu incelendi ve mekânsal olanakları araştırıldı. Sergi için ilk kez gün ışığına çıkan Tamerlan Jafarow’un projesinde, Karasu’nun el çizimi notasyonlarındaki inişli çıkışlı diyagramlar, bir arazinin engebeli kesiti gibi kullanılarak adeta sessel bir topografya inşa ediliyordu. Topografyayı kesen yollardan yürünebiliyordu. Bu yollar eşzamanlılığı zorlayarak paralel evrenler gibi farklı olasılıkları kat etmeyi sağlıyordu. 2 x 2 m boyutundaki iş, osb levha üzerine mimari çizimler, diyagramlar, katmanlı maketler, üç boyutlu baskı maketler ve lazer kesimli şablonlardan oluşuyordu. Sergide Karasu’nun eserinin ses kaydı projeye eşlik ediyordu. Sergideki 2018 tarihli bir başka iş, harmonografi adı verilen, kendi kendine çizim yapabilen sarkaçlı çizim cihazlarıyla ilgiliydi. On dokuzuncu yüzyılda icat edilmiş bu incelikli ve dengeli makineler, yerçekiminden başka hiçbir şeyden faydalanmadan, içiçe geçen pürüzsüz lissajous eğrileri çizebiliyor ve izleyenleri hayrete düşürüyordu. Pomi sekiz farklı cihazın prototipini üreterek işe başlamış, çizimleri mekânsallaştırmayı denemişti. İki boyutlu çizimleri dijital ortama aktarıp üç boyutlu yorumladıktan sonra 100 ölçekli maketlerle somutlamıştı. Ortaya çıkan katmanlı lazer kesim mukavva maketlerin bazıları sergide izleyiciyle buluştu ve pürüzsüz biçimleri dikkat çekti.

Sergi ışıklı, insan boyutunda, renkli kâğıtlarla kaplı mitolojik tanrı figürlerine de ev sahipliği yaptı. Bunlar çıta, silikon ve el yapımı özel kâğıt kullanılmış minimal jest strüktürleriydi. Pomi’nin buluşu olan ve eskiz kâğıdının tutkallı boyayla üst üste yapıştırılıp kurutulması ve preslenmesiyle yapılan yarı geçirgen kâğıt, tüm figürlerde deri olarak bolca yer aldı. Her figürün özgül hikâyesi, canlandırdığı tanrı mitolojisinden geliyordu ve Oda Art’ta dokuz figürden üçü yer buldu. 9 Nisan’da sona eren sergiyle ilgili etkinliğin kayıtlarına ve diğer bilgilere pomi.potentialarchitecture instagram hesabından ulaşılabilir.

Etiketler:

İlgili İçerikler: