Rastgele Düşünceler

SİNAN LOGİE

"Bu, şunu öldürecek. Kitap, mabedi öldürecek." Victor Hugo

Eray Çaylı’nın geçen ayki mimarın politik sorumluluğuna değinen Zincirleme Reaksiyonlar metninin devamı niyetine...

Paris’teki 1830 Devrimi esnasında yazmaya başladığı Notre Dame’ın Kamburu romanında Victor Hugo, Başdiyakoz’un kişiliği üzerinden mimarlık ve onun ortadan kayboluşu üzerine birtakım fikirler geliştirir. Başdiyakoz’un 1482’de yaptığı monolog ilk bakışta kilisenin temelinde yatan dogmaların ve hegemonyanın aşınışının tanımı olarak okunabilir. Oysa Hugo’nun bunun altında yatan asıl fikri mimarlara yönelik bir uyarı olarak da görülebilir. Zira Hugo için fiilen romanın ana karakteri katedralin kendisiydi.

Tıpkı Georg Wilhelm Friedrich Hegel gibi Hugo da mimarlığı sanatın zirvesine yerleştiriyordu. Mimarlığı, insanlığın tarihini barındıran bir kitap olarak tahayyül ediyordu. 6000 yılı aşkın bir süredir taşlar, kolonlar, alınlıklar düzeni ölümsüzleştirmek adına biçimlendiriliyordu. Anıtlar, kullanılan alfabeye, peyzaj içinde yerleştikleri konuma göre tarihi olayların kayıtları ve sosyal hiyerarşinin koruyucusuydular. Mimarlara atfedilmiş bu "ilahi" misyona rağmen unutmamalıyız ki atalarımız asaletin ve teokrasinin kulu kölesiydiler. Meslek, birtakım özel elitle sınırlıydı ve diğer elitler için çalışıyorlardı.

akışkan yapılar faz1
akışkan yapılar faz1 (1998)

Bu bağlamda, matbaanın eleştirel düşüncenin yükselişine olanak tanıması, mimarlığın tekrar biçimlenmesinde de önemli bir rol oynadı. Merkezden kontrol edilen fikirlerin parçalanmasıyla mimarlık, asaletten ve teokrasiden alınıp yavaşça burjuvaziye doğru yöneldi. Bu iktidar değişimi yüzyıllar içinde daha yatay, herkes tarafından erişilebilir ve herkese hizmet etmeye hevesli bir mimarlık mesleğinin ortaya çıkışına neden oldu. En azından neoliberalizmin baskısı altında sosyal devlet nosyonunun buharlaşmasına dek, beyaz yakalılar tarafından "herkes" için üretilen, politik olarak angaje bir mimarlık.

Bugünlerin yeni hegemonik sistemi mimaride politik angajmana çok az alan bırakıyor. Mimarlar "beyaz yakalılar" ile "mavi yakalılar" arasında bir "gri yakalılar" statüsüne geçtiler. Bu yeni konum, çok da büyük bir sorun değil. Ama mimarlar kendilerini üretme ve tanımlamada yeni yollar keşfetmek zorundalar. "Başarı" ve "sonuca varma" mitleri hala daha, parlak kağıtlı dergilerde, süslü renderlerde ya da ödüllerde aranmamalı. Mimarlar kendileri için olası tek geleceği bağırlarına basmalılar, aşırı nitelikli "mavi yakalılar" olacaklar. Bu değişim, ‘’beyaz yakalı’’ ve rekabet dolu bir ortamdan ‘’mavi yakalı’’ ve dayanışmanın var olduğu bir alana kaymaları anlamına geliyor. Bu da yeni strüktürlerin hayal edilmesini gerektiriyor. Mimaride strüktürler binaların yerçekimine karşı silahları ve aynı zamanda onun programatik stratejileridir. Daha genel bir çerçeveden bakıldığında strüktürler, soyut öğelerden oluşan bir yığın içinde karmaşık organizasyonlar üretir ve onlar arasındaki ilişkileri, yani kuralları tanımlar. Sistemler, sabitliğin ve dayanıklılığın var olmadığı ve hatta bu terimlerin içinde yer alamayacağı ya da hayatta kalamayacağı alanlarda bile onları sağlamak adına strüktürleri uygular ve çoklar. Strüktürler uyumun sağlanmasında esastır ki bu uyum bir grup öğe arasında sabitlik olması manasına gelmez.

Doğada, isterse çağdaş dünyada bile olsa, öğeler kapalı mıntıkalar içinde yaşamaz, kendilerini durmaksızın tekrarlamazlar. Strüktürler elektronların çarpışma hızıyla ve iletişim ağlarıyla birbiriyle çarpışır ve birbirlerini dönüştürürler. İnsanlık her zaman doğal strüktürleri inceleme ve sınıflandırma, onları kararlı bir sisteme dahil etme arzusuna sahipti, bunu da ekosistem olarak adlandırdı. Doğa bir sistem değildir; çok hızlı bir şekilde kendi kendilerine ve birbirlerine uyum sağlayan, sonsuz oluş halindeki strüktürlerden, yani yaşamdan mürekkep bir yığındır.

Sistemler, insanların strüktürleri mekan ve zaman içerisinde bir grubun kurallarını diğerine uygulamak adına ölümsüzleştirmek için uydurduğu soyut şeylerdir. Strüktürler gerçektir ve gerçek kavramlar yaratırlar. Sistemlerse soyuttur ve kişisel çıkarlara hizmet ederler.

Akışkanlar genellikle ısıl ya da hijyenik konforun yapıların içine aktarımında kullanılır. Bir hissiyat ya da kavram olarak akışkanlık ise mimaride bedenleşebilir, tasarım sürecinde uygulanan "strüktürel numaralarla". Akışkanlar evrendeki en yaygın madde haline aittirler. Belirli bir formları yoktur ve kendilerini katı maddelerden çok daha hızlı bir şekilde etraflarındaki bilgiye göre uyarlarlar.

Dinamik becerileri sayesinde akışkanlar her zaman iki nokta arasındaki en kısa yolu bulur, topoğrafyayla yerçekiminin müziği eşliğinde dans ederler; ebedi hareket ve dönüşümleri nedeniyle sistemler üretmezler. Farklı akışkanlar birbirleriyle karıştırılarak yeni nitelikler kazanabilir ve bu sayede daha etkili olabilirler. Strüktürler farklılık ve kategoriler, yani sınırlar yaratırken akışkanlar öğeler arası süreklilik izleğini takip ederek bilgi taşır, strüktürleri birbirine bağlarlar ki değişim olasılığı gündeme gelebilsin. Strüktürler mekanı inşa ediyorsa akışkanlar da zaman algımızı dönüştürüyor.

Mimarlığın çağdaş dünyamızda zor bir konumu var; aynı anda hem anlık kullanımı destekleyebilecek kadar sabit hem de gelecekteki davranışlar ve çevredeki hızlı mutasyonları izleyebilecek kadar akışkan strüktürler oluşturmalı. Bunun sadece mimarlığa özgü bir meydan okuma olduğu yanılgısına düşülmesin; bu diğer tüm strüktür yaratan alanlar için de geçerli.

Akışkan strüktürler yaratmak, sadece niceliksel olarak değil, verdiği hisle de konforlu hissedebilecek kadar cömert bir mekan kavrayışıyla uğraşmak demek. Alt-mekanlara, bina içinde bağlantılar ve bilgi yolları kurmaya, her bir yer değiştirmede algılarımızı değiştirerek bir akışkanlık hissi vermeye odaklanır. Akışkan bir strüktürün içinde gezinmek, adeta kendimizi sürekli değişime, kararsızlığa hazırlamak gibidir. Akışkan strüktürler bir sisteme dönüşemez çünkü kendi özlerinde gelecek dönüşümlerinin tohumlarını saklarlar, kendilerini mutasyona uğratmaksızın çoklanamazlar.

Akışkan strüktürler, sonu gelmez bir dönüşüm süreci arzusuyla strüktürün kendisini değiştirmek için gerekli potansiyel gücü bir gruptaki her bir birime verir, bunu yaparken de diğer öğelere de saygılı davranır: bir bireyin topluluk içinde düşüncelerini ifade etme özgürlüğüne, demokrasinin ifadesine...

Bu metin hayranı olduğum kişilere adanmıştır: Herkes için Mimarlık, Plankton Project ve Düzce Umut Atölyesi’nin tüm gönüllülerine... Dayanışma ve sevgiyle…

Etiketler:

İlgili İçerikler: