Şehirciliğin Soyut Mekanı vs Gündelik Hayatın Toplumsal Mekanı

LEYLA BEKTAŞ

Lefebvre'nin mekan üzerine tartışma kurucu metinlerini ele alan Leyla Bektaş Ata, soyut mekan ve kavramsal mekanın izini sürdü.

Mekanın Üretimi, Fransız düşünür ve kent bilimci Henri Lefebvre tarafından, 1960’ların moda kavramı “mekan” üzerine dişe dokunur çalışmalar üretilemediği, mekan çalışmalarının küçümsendiği bir dönemde, 1974 yılında yayınlanır. Türkçeye 2014’te Işık Ergüden çevirisiyle Sel Yayınları tarafından kazandırılır. Türkiye’de kent mekanı üzerine önemli mücadelelerin verildiği, tartışmaların yürütüldüğü bir zamanda eser, bugünün neoliberal kent mekanı üzerine teorik tartışma yürütmeye de imkan sağlayan bir kavram seti sunar.

henri lefebvre

Mekan, gündelik hayat ve kapitalist sosyal ilişkilerin yeniden üretimi çerçevesinde, Marksist perspektifte kente yaklaşan Lefebvre (Aslanoğlu, 2000), mekan üzerine geliştirdiği kavramsallaştırmalarla, mekanda örtük olan rasyonelliği/irrasyonelliği, belirlenmişliği, sınırları, kendi ifadesiyle “şehirciliği” ve ardındaki kurumsal iktidarın ideolojisini anlayabilmeye ve kent mekanının yeniden üretilmesinde harekete geçirici güç olan makro yapılanmayı çözümlemeyebilmeye dair önemli katkılar sağlar. Lefebvre’in (2014) Mekanın Üretimi adlı eserinde geliştirdiği kavramlar üzerinden mekana bakmak, bir ürün ve üretici olan, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin dayanağı konumundaki mekanın, üretken emeğin örgütlenmesi yoluyla üretime müdahale ediş mekanizmasını analiz etmeye imkan tanır. Yanı sıra, kent için üretilen kurumsal politikaların, kentin, “içine karmaşık ilişkilerin gömülü olduğu bir toplumsal mekan” (Çavuşoğlu, 2014) olduğunu göz ardı ettiklerine dair bir farkındalığı da beraberinde getirir. Bu yazıda Lefebvre’in Mekanın Üretimi adlı yapıtının merkezine yerleşen “soyut mekan” ve “toplumsal mekan” kavramlarının izini süreceğim.

Lefebvre’in (2013) Kentsel Devrim’de enine boyuna tartıştığı şehircilik, kenti “güzelleştirmeye” çalışırken kent mekanının kapitalist üretiminin üzerini örter ve yüksek kurumlar ile iktidar adına karar verir. Bunu yaparken de kent mekanını kağıt üzerinde inceler. Burjuvazinin ve kapitalizmin mekanı olan soyut mekan, fiziksel düzlemdedir ve kullanım değerinin karşısına değişim/mübadele değerini çıkarır. Şiddetin ve savaşın ürünü olduğu için siyasal ve bir devlet tarafından kurulduğu için de kurumsaldır. Bir üstyapı olarak pratikten, toplumsal ilişkilerden ve toplumdan ayrı olan, devletin mantığıyla hareket eden, bölen, dağıtan, devasa boşluklar açan şehircilik tarafından üretilir. Yürüyüşçünün karşısına otomobiller için açılan geniş otoyolları, kaykaycının karşısına sınırları keskin araç yolu-yaya yolunu, kentte kaybolma özgürlüğünün karşısına numaralandırılmış caddeleri çıkarır.1 Bu rasyonelliğine (ya da rasyonel olma iddiasına) “direnen ve [rasyonelliğini] tehdit eden her şeyi, kısaca söylersek farklılıkları” düzleştirir, törpüler; yürüyüşçüye sistem karşısında biçareliğini, kaykaycıya düzenlediği şehir planını, kentte adres bulmaya çalışana matematiksel kodlamaları çıkarır. Homojenlik, bu mekanın yapısı değil, hedefidir. Planlanmış olan bu mekanda, bütün yerler homologdur ve birbirlerine göre ilişkileri mesafeler üzerinden belirlenir. Objektif ve ölçülebilirdir. Devlet rasyonalizmi tarafından şekillendirilmiş “büyük düz çizgiler, geniş, boş caddeler” olarak tezahür eder. Bu yönüyle de mekan üzerindeki insanları ve şeyleri mekana yerleştirmeye, sınıflamaya ve rasyonel bir şekilde kodlamaya çabalar. Soyut mekanın sahip olduğu yanıltıcı şeffaflık, görünmez kıldığı iktidarın şeffaflığıdır. Haritalarda, şehir planlarında karşımıza çıkan belirginlik, nizamilik, çizgiler ardına gizlenen kurumsal ideolojinin perdesidir. Lefebvre’in tarif ettiği soyut mekan kavramı, akla 19. yüzyıl Paris’inde açtığı geniş caddeler, tarihe indirdiği kazma-küreklerle Baron Haussmann’ı getirir. Dönemin siyasi çalkantılarına karşı kent içinde sürdürülen mücadelelerin önünü kesmek ve kent merkezini yoksullardan “temizleyerek” burjuvanın tekeline sunabilmek için açtığı geniş caddeler ve “inşa ettiği” yeni Paris’te, devlet rasyonalizasyonunu kurmayı hedeflemiş ve ne yazık ki tarih, mimari doku ve yaşayanların kentle bağını koparmak pahasına bunu başarmıştır da.

Soyut mekanın öklidçi mekan izotopisine dayanan yapısı, bu homojenliği, belirginliği, şeffaflığı tesis etmesini sağlayan geometrikliğidir. Mekanın geometrik olması, tüm farklılıkları ortadan kaldırır ve mekanı formlar düzeyine, üç boyutluluktan iki boyutluluğa indirger. Çizimler, grafikler, haritalar, yansımalar soyut mekanın bu yönüne işaret eder. Lefebvre’in soyut mekan kavramlaştırması, akla Roland Barthes’ın Göstergebilimsel Serüven (2012) adlı eserinde, modern haritacılığın imgeler dünyasının biçimlerinden biri olarak ele aldığı nesnellik tartışmalarını getirir. Barthes anlamlama ile haritaların nesnel coğrafi gerçekliği arasında bir çatışma olduğunu ileri sürer: “Haritaya bakacak olursak, yani ‘gerçeğe’, nesnelliğe güvenecek olursak, söz gelimi iki mahallenin bitişik olduğunu söyleyebiliriz ama bu iki mahalle, farklı iki anlamlama işleviyle donatıldıkları andan itibaren şehir imajında birbirlerinden kesin olarak ayrılırlar. Bu durumda anlamlama, nesnel verilere tam olarak karşıt biçimde yaşan[maktadır].”

Soyut mekan falliktir, erkek şiddetini temsil eder. Soyut kalmanın ötesine uzanarak siyasal iktidarın ve zorlama/baskı araçlarının kabalığına dönüşür. Soyut mekan optiktir. Mekanın optikleşmesi, çizgi, ışık, renk karşısında tat almayı, dokunmayı, koklamayı ve işitmeyi silikleştirir. Nesneleri pasifliğe ve uzağa gönderen bakış, görüleni bir imgeye indirgerken mekan yalnızca sembolik değil, aynı zamanda fiili olarak da görselleşmiş olur. “Görünür olanın başatlığı, bir ikameler ve yer değiştirmeler kümesine yol açar; bunlar aracılığıyla görünür olan, bütün bedenin yerini alır ve onun eksikliğini giderir.” Görme merkeze yerleşirken diğer duyularla keşfedilebilecek olanlardan feragat edilir, diğer anlamlar yok sayılır. Mahmut Mutman (1994), soyut mekanın bu yönünü açıklamak için otomobil kullanan sürücü örneğini verir: Otomobil sürücüsü kendisi için önceden hazırlanan bir mekanda belli noktalara odaklanarak otomobilini sürer. Otoyol mekanı bölümlenir, göstergelerle donatılır, böylece okunabilir hale getirilir. Bu kurgu mekan içerisinde özne de “göz”e indirgenir. Hacmi yüzeye, yüzeyi ise görsele, imgesel bir yüzeye dönüştüren soyut mekan, imge ve işaretlerle donanmış bir ayna haline gelirken soyutlaşmış sürücü de bu aynanın içinden geçerek “canlı bir soyutlama”ya dönüşür.

Mekanı soyutlaştıran imgeler, örneğin bir mahalleye ya da bir sokağa dair gösterenler, gündelik hayat içerisinde her an yeniden inşa edilen anlam ve işlevleri (gösterilenleri) temsil etmez, karşılayamazlar. İktidarın stratejileriyle ördüğü mekanında, bireyin geliştirebileceği taktiklere, açacağı yeni yollara ve kaçış çizgilerine yer yoktur (de Certeau, 2008). Oysa gündelik hayat, tüm rutine, alışkanlıklara, motor düzeyde gerçekleştirilen hareketlere rağmen dönüştürücü bir potansiyele de sahiptir (Lefebvre, 2007) ve mekan üzerinde yaşanır. Mekan, zihinsel olanla kültürel olanı, toplumsal olanla tarihsel olanı birbirine bağlarken yepyeni mekanların, kıtaların keşfini, toplumun yapısına özgü mekansal örgütlenmenin üretimi ve manzarayı, anıtsallığı içeren yapıtsallığın yaratılmasını içeren karmaşık bir süreç oluşturur (Lefebvre, 2014). Mekanda şehirciliğin dayattığı gibi değil, toplumsal ilişkilerin yönlendirdiği, örgütlediği biçimde yaşanır. Lefebvre’in soyut mekanın karşısına çıkardığı toplumsal mekan, soyutlaştırılan, homojenize edilmeye çalışılanın karşısına ilişkisellikleri yerleştirir.

Boş “çevreler”, içeriklerinden ayrılabilen içerenler olmayan toplumsal mekan, “algılanan ve yaşanan, pratik ve teorik”, çok sayıda veçhesi olan bir sürecin sonucudur. Kalabalıkları, sembolleri, edimleri bir araya getirir, bunları biriktirir ve yoğunlaştırır. “Toplumsal varlığın” gerçekleşmesine olanak sağlayan yapıt ve üründür. Bir noktada ve bu noktanın etrafında “fiili ya da olası” bir araya gelmeyi/gelmeleri içerir ve bu yönüyle de önemli bir potansiyele işaret eder. Bir buluşma, bir araya gelme ve kendiliğindenlik mekanı olarak toplumsal mekan, kimi zaman doğa ve toplumun işbirliğiyle, kimi zaman ise çatışmasıyla üretilen her şeyi kapsar: “canlı varlıklar, şeyler, nesneler, eserler, işaret ve semboller”. Soyut mekanın yan yana koyan yönüne karşılık toplumsal mekan, esas olarak birleştiren, belli bir noktada bir araya getirendir (Mutman, 1994). Soyut mekanın içerdiği toplumsal kesimlerin gündelik pratikleriyle oluşur (Şentürk, 2014). Örneğin bir mahalle, devinim halindeki sokaklarıyla, mimarisiyle, komşular arasında örülen/örülemeyen ilişkileriyle, süreklilik/süreksizlikleriyle ve üretim biçimleriyle bir toplumsal mekandır. Mekansal kurguyu aşan, aşındıran, dönüştüren gündeliklerle her an yeniden üretilen, sabitlenemeyendir.

Toplumsal mekanlarla örülen kent toplumu, gündelik hayatı bir imgesele dönüştürmez; gündeliği kendinden yola çıkarak değiştirir ve başkalaşıma uğratır (Lefebvre, 2007). “Kent bir düşünce-yazıdır: Metin sürer.” diyen Barthes’a göre kent çok katmanlı bir yazı/metindir ve kentte yaşayan, kenti kullanan herkes kendi hareketliliği doğrultusunda bu “sözcenin parçalarını ayırıp bunları gizlice, kendine göre gerçekleştirmek isteyen bir okura benzer”. Bu yolla kent mekanı, sabitlenemeyen, sonsuz sayıda anlamı içeren bir metne bürünür ve metin, “yalnızca okunarak ve yorumlanarak, bir anlamda okurun kendi dünyasıyla ilişkilenerek anlam kazanır” (Ong, 2010). Sözü tekrar Lefebvre’e verdiğimizde, mekanın katmanlı yapısını salt bireyin farklı tarihsel, toplumsal, kültürel perspektiflerden gelen yaklaşımlarla ilişkilendirmenin ötesine uzandığına tanık oluruz. Üretim ilişkileri ve kurumsal ideolojilerle iç içe ele aldığı toplumsal mekan, üretim ve mülkiyet ilişkilerini destekler, kapitalizme ve sınıf yapılarına bağlı olan ağların örgütlenmesinde önemli bir role sahiptir. Siyasal ve araçsal olarak toplumun denetim ve düzenlenişinde aracı haline gelebilir.

Lefebvre, kentin sınırlarını belirleyen ve onu soyutlaştıran mekanizmaları analiz ederken, belirlenen bu sınırları üreten sistemleri göstermeye çalışır ve mekanın soyut yapısının karşısına deneyimin önemini ve gündelik hayatın potansiyellerini yerleştirir. 1960’ların sonunda geliştirdiği “kent hakkı” kavramı da iktidarın soyutlamalarıyla mücadelenin işareti niteliğindedir. Mekanı üreten mekanizmaların karşısına kentlinin özgürlük hakkını, toplumsallaşma içinde bireyselleşme, yerleşme ve erişim hakkını, bunların yanı sıra çalışma, eğitim, sağlık, konut, dinlenme ve yaşama hakkını içeren kent hakkını; kısacası bir lüksü değil zarureti çıkarır.

KAYNAKLAR
-Aslanoğlu, R. A. (2000). Kent, Kimlik ve Küreselleşme. Bursa: Ezgi Kitabevi.
-Barthes, R. (2012). Göstergebilimsel Serüven. M. Rifat ve S. Rifat (Çev.). 6. Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
-Barthes, R. (2013). Göstergeler İmparatorluğu. T. Yücel (Çev.). 3. Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
-Çavuşoğlu, E. (2014). Türkiye Kentleşmesinin Toplumsal Arkeolojisi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
-de Certeau, M. (2008). Gündelik Hayatın Keşfi I. L. A. Özcan (Çev.). Ankara: Dost Yayıncılık.
-Lefebvre, H. (2007). Modern Dünyada Gündelik Hayat. Gürbüz (Çev.) 2. Baskı. İstanbul: Metis Yayınları.
-Lefebvre, H. (2013). Kentsel Devrim. S. Sezer (Çev.). İstanbul: Sel Yayıncılık.
-Lefebvre, H. (2014). Mekanın Üretimi. I. Ergüden (Çev.). İstanbul: Sel Yayıncılık.
-Mutman, M. (1994). “Üretilen Mekan, Yokolan Mekan [The Production Of Space, Lefebvre; Lost Dimension, Virilio; The Aesthetics Of Disappearence, Virilio]”. Toplum ve Bilim, 181-196.
-Ong, W. J. (2010). Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi, 5. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları.
-Özbek, M. (2000). “Walter Benjamin Okumak-I”. SBF Dergisi. 55 (2), 70-96.
-Şentürk, Y. (2014). “İstanbul Kent Çalışmaları ve Unutulan Emek”, A. Bartu -Candan ve C. Özbay (Haz.), Yeni İstanbul Çalışmaları Sınırlar, Mücadeleler, Açılımlar içinde, İstanbul: Metis Yayınları, 133-165.

NOTLAR
1 Burada, Walter Benjamin’in deneyim ve sanayi kapitalizmi arasında kurduğu ilişki üzerinden düşünmek farklı bir açılım sağlayabilir. Benjamin, sanayi üretimiyle birlikte kentsel çevreyi oluşturan her şeyin (nesneler, insanlar, insan emeği ve bilinci) metalaştığını ve deneyimi (erfahrung) yerinden ettiği belirtir (Özbek, 2000). Bu durum toplumsal ilişki biçiminin de meta fetişizmi üzerinden kurulduğunu hatırlatır.

Etiketler:

İlgili İçerikler: