Mimarlıkta Fallik Sembolizm

10.04.2025

Fallik objeler, cinsellikle ve özellikle erkek genital organına benzeyen yapılarla ilişkilendirilen bir konsepttir. Genellikle eğlence veya mizah ögesi olarak algılansalar da tarih boyunca mimari yapılarda, sanatta bu tür benzerliklerin bulunması dikkat çekicidir.

Antik Yunan’dan Roma’ya, İngiltere’den Hindistan’a kadar uzanan birçok farklı kültürde fallik sembollerin mimari ve kamusal alanda kendine yer bulduğu görülüyor. Bu semboller yalnızca estetik veya dini bir öğe olarak değil, aynı zamanda eril gücün ve otoritenin bir göstergesi olarak işlev görür.

Farklı disiplinlerden araştırmacılar, fallik mimari yapıların yalnızca biçimsel tercihler olmadığını, aynı zamanda kamusal ve kentsel alanlarda eril gücü pekiştiren bir araç olarak kullanıldığını öne sürer. Bu yapılar, bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde, tarih boyunca erkek egemenliğini ve onun kamusal alandaki hâkimiyetini simgeleyen alt metinler taşır. Güç ve otoritenin sembolik anlatımı olarak değerlendirilen bu formlar, özellikle anıtsal yapılarda sıkça görülür.

Antik Mısır ve Yunan medeniyetleri, insan genital organlarını ve cinselliği sanat, mimarlık ve felsefi tartışmalarda önemli bir öğe olarak işler. Örneğin, Greko-Romen tanrısı Priapus, bereketin tanrısı olarak kabul edilir ve birçok kamusal mimari öğede devasa bir fallus ile tasvir edilir. Antik Yunan’da “herma” olarak bilinen heykeller bu sembolizme iyi bir örnek teşkil ediyor diyebiliriz. Kamusal binaların önüne yerleştirilen bu dikdörtgen prizma biçimindeki heykeller, bir baş ve bazen bir gövde ile tamamlanır ve genellikle üzerine oyulmuş erkek cinsel organı bulunur. Pompei’de yapılan kazılarda ise, fallik motiflerin ev eşyalarına ve mimari unsurlara işlendiği birçok eser ortaya çıkarıldı.

Fallik semboller yalnızca Batı dünyasında değil, diğer medeniyetlerde de belirgin bir şekilde kendini gösterir. Antik Mezopotamya ve Mısır’da bu semboller sıkça kullanılmıştır. Özellikle Mısır'daki obeliskler, eril gücün ve doğurganlığın simgesi olarak yükselirken, güneş tanrısı Ra ile ilişkilendirilmiştir. Antik Roma’da ise, bireysel anıtlar şeklinde fallik yapılar pek yaygın olmasa da dekoratif unsurlar ve dinsel imgelerle bu sembollerin izlerine rastlanır. Bereket ve koruma amaçlı fallus figürleri, şehirlerde ve özel konutlarda kendine yer bulmuştur.

Afrika kıtasında da benzer semboller göze çarpar. Antik Mali’de, Djenne kraliyet ailesine ait sarayların girişlerinde fallik sütunlar ve pierler kullanılmış, duvarlar fallus motifleriyle süslenmiştir. Bu yapılar, kraliyet otoritesinin ve doğurganlığın temsili olarak değerlendirilir. Benzer şekilde, Antik Maya kültüründe fallik mimari yapılar nadiren görülse de Uxmal gibi kentlerde bu tür sembollerin kullanımı dikkat çekicidir. Özellikle su taşıma ritüelleriyle ilişkilendirilen heykeller, doğurganlık, hayatın devamlılığı ve dini inançlarla bağlantılı fallik imgeler taşımaktadır.

Bu noktada, obelisklerin modern dönemde nasıl yeniden yorumlandığına ve farklı anlam katmanları kazandığına dair dikkate değer bir örnekle karşılaşıyoruz. 1993 yılında Dünya AIDS Günü kapsamında Paris'teki Antik Mısır Luxor Obeliski'ne devasa bir pembe prezervatif takılması, fallik sembollerin toplumsal ve politik mesajlar için nasıl kullanılabileceğinin çarpıcı bir örneğidir. Bu eylem hem cinselliğin temsili hem de halk sağlığına dikkat çekmek amacıyla, sembolik mimarinin ötesinde bir anlam kazanmasına neden oldu.

1993 yılında Dünya AIDS Günü kapsamında Paris’teki Luxor Obeliski’ne devasa bir pembe prezervatif giydirildi. © ActUp

Bu etkileyici görsel müdahale, fallik sembollerin modern toplumdaki algısıyla güncel politik tartışmaların nasıl kesiştiğini ortaya koyarken, kamusal alanlarda sembolik ifadelerin yeniden şekillendirilebileceğine dair önemli bir örnek sunar. Bu olay, fallik mimari sembollerin modern dönemde politik bir mesaj aracına dönüşme potansiyelini gözler önüne sererek, mimari ve toplumsal eleştirinin kesişiminde güçlü bir tartışma zemini yaratıyor.

Modern mimarlığa gelindiğinde, fallik sembolizmin veya cinselliğin temsili, önceki dönemlere kıyasla daha soyut hâle gelmeye başladı. Bununla birlikte, 20. ve 21. yüzyılda gökdelenler, anıtsal kuleler ve devasa dikey yapılar, hâlâ eril gücün bir yansıması olarak yorumlanıyor. Özellikle büyük şehirlerin siluetlerine hâkim olan yapılar, dikkatli bakarsanız, hâlâ eski fallik ikonografiyle benzer anlatılar taşımakta.

Claude-Nicolas Ledoux tarafından tasarlanan Oikema: House of Pleasure planı, 1780.

Bu bağlamda, Claude-Nicolas Ledoux’nun Oikema (House of Pleasure) adlı projesi ve onun "ideal şehir" kurgusu, mimaride fallik simgeciliğin köklerini anlamamıza yardımcı olan önemli örnekler arasında yer alır. Ledoux, 18. yüzyılın önde gelen Fransız mimar ve şehir plancılarından biri olarak, sıra dışı ve gizemli projeleriyle tanınır. Oikema, Chaux’daki ideal şehir projesinin bir parçası olarak tasarlanıyor. Fallik formlara sahip bu proje, cinselliğin disipline edilmesi ve toplum üzerindeki etkilerinin sorgulanmasına yönelik bir metafor olarak okunabilir. Ledoux'nun Oikema’sının fallik zemin planı, Chaux’nun ideal şehir modelinin insan anatomisinin bir parçası olarak yorumlanmasına olanak tanır. Ancak Ledoux, klasik antropomorfik analojiden saparak, devrimin gereksinimlerine yanıt veren hibrit bir plan ortaya koyuyor. Devrim sonrası toplum için model alınan Chaux, doğayla uyum içinde yaşayan, kendi kendine yeten bir topluluğu temsil ediyordu.

Claude-Nicolas Ledoux (1773-1806) tarafından tasarlanan Chaux İdeal Şehir Planı.

Önerdiği şehir planı, merkezi bir eksen üzerinde düzenlenmiş, omurgayı simgeleyen yapılarla çevreliydi. Bu eksen boyunca konumlanan dairesel binalar, omurlar gibi ardışık bir şekilde diziliyken, toplumun gücünü ve dayanıklılığını temsil eden fallik sütunlar ise kolektif gücün ve birlikteliğin simgesi olarak tasarlanmıştı. Dönemin siyasi dönüşümleriyle birlikte, monarşik merkeziyetçilik ile demokratikleşme çabaları arasındaki çekişmenin, Ledoux’nun şehir planlarında da somutlaştığı görülüyor. Oikema’nın planı ise, hem bir toplumsal düzenleme mekanizması hem de cinsellik ve ahlak üzerine bir tartışma zemini olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda, yapı yalnızca fiziksel bir form olarak değil, aynı zamanda ideolojik bir aygıt olarak da fallik bir temsildir.

Bu noktada, yönümüzü felsefeye çevirecek olursak, Michel Foucault’nun biyopolitika kavramı, mekânsal düzenlemelerin nasıl bir iktidar aracı olarak kullanıldığını anlamamıza yardımcı olabilir. Foucault’ya göre, mimarlık yalnızca fiziksel bir düzenleme biçimi değil, aynı zamanda bedenleri disipline eden ve yönlendiren bir iktidar teknolojisidir. Fallik mimari öğeler, bu anlamda, iktidarın mekânsal temsili olarak okunabilir. Öte yandan feminist perspektif, fallik mimarinin, eril iktidarın yeniden üretimindeki rolünü sorgular. Özellikle feminist coğrafyacılar ve mimarlar, kamusal alanın eril tasarım anlayışlarıyla şekillendirildiğini ve kadınların mekânda nasıl dışlandığını analiz eder.

Norman Foster tarafından tasarlanan The Gherkin, Londra. © Ed Robertson

Feminist City kitabının yazarı Leslie Kern, The Guardian için kaleme aldığı bir yazısında, gökdelenleri yalnızca ekonomik veya mühendislik başarıları olarak değil, aynı zamanda eril gücün bir yansıması olarak ele alır. Kern, bu yapıların "yukarı doğru fırlatılan" doğalarının, eril iktidarın ve kapitalist rekabetin mekânsal tezahürleri olduğuna işaret eder. Özellikle gökdelenler, yalnızca teknolojik veya ekonomik gücün göstergesi değil, aynı zamanda eril otoritenin simgesel bir temsili olarak da okunabilir. Örneğin, New York’taki Empire State Binası, Dubai’deki Burj Khalifa ya da Londra’daki The Gherkin, mühendislik harikaları olmanın ötesinde, eril otoritenin mekâna yansıması olarak da değerlendirilebilir. İstanbul’da ise, (vapur yolculuğunda ya da Beşiktaş’ı görebilen birçok noktada karşımıza çıkan) Süzer Plaza, farkında olmadan bilinç altımızda yaşayan bir fallik mimarlık örneği olarak hayatımızda yer alıyor diyebiliriz.

Buradan yapıların içine girecek olursak; ​Playboy bu noktada bir dergi olmaktan öte, erkek cinselliğini farklı medyumlarda işleyen bir sistem olarak da değerlendirilebilir. Dergi, 1950'lerden 1970'lere kadar olan dönemde, iç mekân tasarımını erkek kimliğinin bir göstergesi olarak kullanarak cinsiyet rollerini mekânsal düzenlemelerle pekiştirir. Özellikle 1956 Eylül sayısında tanıtılan "Playboy Penthouse" tasarımı, bu yaklaşımın en belirgin örneklerinden biridir. Bu idealize edilmiş bekâr dairesi, detaylı çizimler ve açıklamalarla okuyuculara sunulmuş, erkeklerin kendi alanlarını nasıl düzenleyebileceğine dair kapsamlı bir rehber olarak karşımıza çıkar. Dairenin tasarımında kullanılan Knoll dolaplar, Eames ve Saarinen sandalyeler, Noguchi masa gibi modern mobilyalar ile son teknoloji elektronik eğlence sistemleri, (biz farkında olmadan mekânda) erkeğin statüsünü ve modernliğini vurgulayan unsurlar olarak öne çıkar.

"Playboy's Progress" illüstrasyonu. © NAiM/Bureau Europa

Tabii ki bu noktada erkeklerin kendilerini yansıttıkları mekanlar olmamalı demiyoruz, ancak bu mekanların nasıl şekillendiği, var olduğu ve bilinçaltına yerleştirildiği tartışmaya değer bir konu. Bu tasarımlar, erkeklerin mekânsal düzenlemeler yoluyla kendi kimliklerini ifade etmelerine olanak tanırken, kadınları mekânın geçici unsurları olarak konumlandırıyor. Dergide sunulan iç mekânlar, erkeklerin kontrolünde olan, kadınların ise gelip geçici misafirler olarak yer aldığı alanlar olarak tasvir ediliyor. Bu yaklaşım aslında, mekânın cinsiyetlendirilmiş bir yapıya sahip olduğunu ve erkek egemenliğini mekânsal düzenlemelerle nasıl pekiştirdiğini gösteriyor.

Playboy'un mimari ve tasarıma verdiği önem, derginin sayfalarında Frank Lloyd Wright, Mies van der Rohe, Buckminster Fuller gibi ünlü (erkek) mimarların eserlerine yer vermesiyle de kendini gösteriyor. Bu durum, derginin erkek kimliğini şekillendirmede mimarinin (fiziki mekânın) nasıl kritik bir rol oynadığını ve erkeklerin tüketici kimliklerinin oluşumunda tasarımın nasıl bir araç olarak kullanıldığını ortaya koyuyor.

Temmuz 1961 tarihli Playboy dergisinde yayımlanan "Design for Living" makalesinden bir görsel. © Playboy

Aslında baktığımızda bir alt metin olarak, Playboy dergisi, iç mekân tasarımı ve mimari aracılığıyla erkek kimliğini ve cinsiyet rollerini yeniden tanımlamış, mekânın cinsiyetlendirilmiş bir yapı olarak nasıl işlev gördüğünü gözler önüne sermiştir. Bu yaklaşım, mekânın sadece fiziksel bir düzenleme olmadığını, aynı zamanda toplumsal cinsiyet normlarının şekillendiği ve yeniden üretildiği bir alan olduğunu bize tekrardan gösteriyor.

Bu tartışma çok daha uzayabilir ama kelimeleri toparlayacak olursak; fallik mimarlık, geçmişten günümüze uzanan güçlü bir iktidar sembolizmi taşır. Antik dönemden modern gökdelenlere kadar eril gücün mekânsal tezahürleri, toplumsal cinsiyet rollerini ve iktidar ilişkilerini şekillendiren önemli bir unsur olarak varlığını sürdürür. Foucault’nun güç ve biyopolitika kavramları ışığında değerlendirildiğinde, bu yapılar yalnızca estetik veya mühendislik harikaları değil, aynı zamanda toplumsal düzeni ve cinsiyet hiyerarşisini pekiştiren mekânsal araçlar olarak karşımıza çıkar.

Galiba diyebiliriz ki; modern kentlerin siluetlerinde yükselen gökdelenler veya evlerin tasarımlarındaki semboller yalnızca ekonomik ve teknolojik gelişmelerin göstergesi değil, aynı zamanda geçmişten gelen bir eril iktidar biçiminin günümüzdeki yansımalarıdır. Fallik mimarlık, kamusal alanın nasıl şekillendirildiğini ve bu şekillendirme sürecinde iktidarın nasıl sürdürüldüğünü anlamak için kritik bir analiz çerçevesi sunar.

Referanslar: 

·        Archeyes. (2020, March 20). Oikema House of Pleasure by Claude-Nicolas Ledoux  
(https://archeyes.com/oikema-house-pleasure-claude-nicolas-ledoux/)

·        Curran, B., Grafton, A., Long, P., & Weiss, B. (2019, December 16). The 20th-Century Obelisk, From Imperialist Icon to Phallic Symbol  
(https://thereader.mitpress.mit.edu/the-20th-century-obelisk/

·        Kern, L. (2020, July 6). 'Upward-thrusting buildings ejaculating into the sky' – do cities have to be so sexist?  
(https://www.theguardian.com/artanddesign/2020/jul/06/upward-thrusting-buildings-ejaculating-cities-sexist-leslie-kern-phallic-feminist-city-toxic-masculinity)

·        Preciado, B. (2013). Gender, Sexuality, and the Biopolitics of Architecture: From the Secret Museum to Playboy . New Jersey: Princeton University, Academic dissertations (Ph.D.)

·        Singley, P. (2013, October 13). The Anamorphic Phallus within Ledoux's Dismembered Plan of Chaux. Journal of Architectural Education, s. 176-188.