105 Yıl Sonra Le Corbusier ve İstanbul Seyahati
SAĞLAMASI YAPILMAMIŞTIR: GERÇEK CORBU'YÜ GEÇMİŞİN ÇENGELİNDE ARARKEN…
Le Corbusier’yi konu alan yazılar geniş bir literatür oluşturur. O kadar ki, modernist mimarlıkla özdeşleşmiş bu tarihyazımı cengelinde iz süren kişi, bu metinlerinde ne türden bir yırtıcının söz konusu edildiğine dair gözünde bulanık bir imge canlandırabilir ancak. Gelgelelim, bunlardan hangisinin gerçek Corbu olabileceği sorusuna verilecek cevaplar, White’ın deyişiyle tamamen keyfidir; çünkü...
...ne zaman tarih üzerine düşünmeye kalksak, rekabet halinde olan yorumlama stratejileri arasında yapacağımız bir tercihe bağlanırız; yine bunun sonucunda tarih konusundaki perspektiflerden birisini tercih ederken yaslanabileceğimiz en iyi dayanak, nihayetinde epistemolojik olmaktan ziyade estetik ya da ahlakidir; ve son olarak tarihin bilimselleştirilmesi doğrultusundaki talep yalnızca tarihsel kavramsallaştırmanın özgül bir kipliğinin tercih edilmesini temsil eder; bu tercihin yaslandığı dayanak ya ahlaki ya estetiktir, ancak bunun epistemolojik açıdan sağlaması henüz yapılmamıştır.1
Kısacası yirmili yaşlarının ortalarına doğru 1911’de İstanbul’a gelen genç Jeanneret’nin bu ziyaretinin modernist mimarlıkta neleri değiştirmiş olduğuna odaklanan bir tarihçinin, Anadolu’da Türklerin yerel mimarlığını bu ziyaret bahanesiyle pohpohlamak niyetinin başarısızlığa uğraması için neden yoktur çünkü mimarın edindiği izlenimlerle ürettiği mimari projelerin niteliklerini birbirine kendince evrensel değerlerle ve neden sonuç ilişkileriyle bağlamakta serbesttir. Vogt’a Göre Asil Vahşi ya da Karadenizli Savoye!
Nitekim Le Corbusier gibi kendi de İsviçre kökenli olan bir tarihçinin, Adolf Max Vogt’un yaptığı da budur: Değerlerinin evrenselliğiyle övünen bir Türk’ten beklenebileceğinden fazla ‘milliyetçi’ (!) görsel delillerin yardımıyla, Le Corbusier’nin ‘fil hafızasını’ açığa çıkartır.2 Ona göre Le Corbusier’nin pilotis, kesintisiz pencere, teras çatı gibi temel ilkelerinin veya minimalist geometri anlayışının altında yatan şey, İstanbul’daki ahşap yalılar, köşkler kadar, İsviçre’nin premodern geçmişine bağlanan, kazıklar üzerinde barakalar inşa etme alışkanlığıdır. Vogt’un yorumunu aşırı buluruz çünkü benzerliklerden hareket ederek bir belirsizlik mıntıkasına dalar. Oysa aynı ‘delilleri’ farklılık temelinde okumaya kalkıştığımızda Vogt’un mitolojik tarihyazımı hemen kendini gösterir. Köşklerin açılır ahşap panellerden oluşan cephe sistemlerini betimleyen görseller neyin kanıtıdır? Le Corbusier’nin tarihaşırı birtakım evrenseller bulduğu iddiasının mı? Öyleyse zaten tarihçiye gerek yoktur çünkü aynısını Corbusier Vogt’tan çok önce söylemişti. Vogt’un anakronizmi internetin antik çağda bulunup kullanılmış olduğunu iddia etmekten pek farklı sayılmaz. Farkında olmadan, deha diye nitelediği mimarı önemsizleştirir böyle yapmakla. ‘Bu tür’ tarihçiler gelecekte icat edilecek, henüz bilinmeyen bir şeyin geçmişteki görüntüsünü üretemeyeceklerinden, tersini yaparlar: İcat edilmiş şeyin benzerlerinin çok daha önceki altın çağlarda bulunduğu iddiasını ortaya atabilirler.
Vogt’un Villa Savoye’un tarihsel önceline dair verdiği örneklerden biri, Kastamonu’nun Tosya ilçesine bağlı Ortalıca köyündeki evdir. Villa Savoye’un perspektif çizimiyle Börekçi ailesinin sahip olduğu ahşap çatkılı Karadeniz evini aynı sayfada sunan Vogt, daha çok bir tarih kurumu başkanına yaraşacak bir taassupla, Le Corbusier’nin yerel olanda bulduğu evrenseli ‘belgeler’.3 Bu yapı günümüzde ayakta değildir ve yerine tuğla ve betondan iki katlı yığma bir ev yapılmıştır. Ama evin yakınında, köyde benzerlerine rastladığımız ve Karakurt ailesinin ikamet etmekte olduğu ahşap ev ‘sağlama yapmak’ maksadıyla ziyaret edilebilir (!) Vogt’un Kömürcüoğlu’ndan alıntıladığı başka bir yapı da söz konusu evin ahırıdır. Bu ahşap yapı ayaktadır ve Vogt kitabına bu yapı yanlışlıkla ayna görüntüsüyle ters olarak alınmıştır.
Vogt Le Corbusier’den hem klasisist, hem romantik, hem de bir Arts & Craftsçı yaratmayı başarır. Çünkü bu iddiasının doğru olabilmesi için, Le Corbusier’nin tıpkı betonarmeyi klasiğin gölgesinde ihtiyatla kullanan bir August Perret gibi klasik formların dışına çıkmayan bir mimar olması gerekirdi. Aynı zamanda bu Corbusier’nin uzaktaki saflığa (bu durumda Anadolu’da yaşayan köylülere) aşık bir Arts & Crafts mimarı olması gerekir. Bu teknik olarak mümkün gözükse de ideolojik açıdan olanaksızdır çünkü Arts & Craftsçıların saflık/biçemden azadelik vehmiyle hayranlık duyduğu vernaküler, dünyanın herhangi bir yerindeki vernaküler değil de, Batı kültürünün derinliklerinde yatıyordu. Sömürgeci Corbusier’den böyle bir hayranlık beklemek gerçek bir paradokstur.
Villa Savoye’u yapı teknolojisi açısından yorumlayan Ford4, yapıya bambaşka bir perspektiften bakar: Corbusier, en azından İsviçre Pavyonu’na kadarki [1932] klasik villalar döneminde iyi bir detaycı değildir. Sözgelimi çağdaşı J. J. P. Oud’un Rotterdam’da inşa ettiği Kiefhoek toplu konutlarının [1930] bant pencere detayının, tasarımsal açıdan Savoye’unkinden çok daha amaca uygun olduğunu iddia eder. Ford, Savoye’un ağır masif ahşap kesitli sürmeli pencere detaylarını incelerken, Le Corbusier’nin bant pencere nosyonunun bu simgesel yapısında bile teknolojik açıdan çağdaşlarının nasıl gerisinde kaldığını gösterir.
Vogt, başka bir yerde, İstanbul’da gördüğü, taş istinat duvarlarının sınırladığı setlerin üzerinde konumlanan ahşap konut mimarisiyle Weissenhof binası arasındaki ‘dolaysızlığı’ ve ‘sürekliliği’ göstermeye çalışır.5 Bu iddia da, (Wiessenhof’a “benzediği” halde Le Corbusier’nin hiç görmediği,) başka coğrafyalarda yer alan sayısız yerel yapı örneğinin bu benzetme için kullanılıp kullanılamayacağı sorusuyla bertaraf olur çünkü sorunun yanıtı evettir. Ne yazık ki (ve ne mutlu ki) benzerlik, modernliği anlamada hiçbir zaman işe yaramaz: Dahası benzetmeler ayrıksı olandaki ayrıksılığı açıklayamaz, benzersizliğini daha da abartırlar.
İKİ CORBU
Le Corbusier gündeme geldiğinde sıklıkla tekrarlanan şeylerden biri, onu ikilikler üzerinden tanımlayan kariyer anlatısıdır. “İçinde yaşamak için makine” yapan 20’lerin ve 30’ların Corbusier’sinden, “kendi ruhunun içinde dolaşır gibi dolaşılan binalar” yapmayı düşünmeye koyulan, 50’lerin Corbusier’sine: Ronchamp ve Tourette manastırlarının, Philips Pavyonu’nun, Unité de Habitation’un (Marsilya) ve Şandigar kentinin mimarı. Bu radikal farklılaşma üzerine çok şey söylendi. Öyle ki artık LC birçoğumuzun zihninde İtalo Calvino’nun İkiye Bölünen Vikontu gibi, biri ötekini değilleyen, komplementer, diyalektik bir karikatüre dönüştü. Söz konusu modern öznenin mimar olarak ortaya çıkışının –bu durumda mahlas olan Le Corbusier’nin– bölünmüş bir karakterle işe başladığını göz ardı etmemek gerek. Bu konuda ilginç bir örneği J. L. Cohen verir. Corbusier 1926’da yazdığı bir mektupta, kendine yakıştırdığı yeni isimle ilgili şöyle demektedir:
LC bir mahlas. …Entitesi, bedeninin ağırlığından kurtulmuştur. Hiçbir zaman kaybetmemelidir. (Peki bunu başarabilecek mi?)6
Bu bağlamda Le Corbusier’yi öznel bir yarılma içinden anlatan tarihyazımları tatmin edici olamaz. Modern özne zaten çelişkiler içinde yüzer. O kadar ki, yalnızca çelişkiler üretmek için yaratılmış gibidir. Müşfik koca, Doğuya şehvetle bakan Batılı oryantalist, otokrat kent plancısı, Katolik ilkelerine sempati duyan mimar, bulduğu her şeyi toplayan arşivci, romantik ressam, aklına geleni yazan geveze yazar, hijyen düşkünü modernist mimar, simya sembolizmini kullanan okkültik tasarımcı, Mason geleneklerini sürdüren gizli peygamber vb. de olsa, bütün bunlar onu sıradışı biri değil, sıradan bir insan yapar: Çünkü modern insanların dünyadaki varoluş nedeni, –Corbu’nünkiler kadar sansasyonel olmasa da– çelişkiler üretmekten başka bir şey değildir.
KLEYDOSKOPTAKİ CORBU
Bütün tarihçiler Vogt gibi bulanık suda balık avlıyor olmasa da, ortalıktaki Le Corbusier portresinin çoğul ve çelişkili göründüğünü inkar edemeyiz.
Yenilikçi, modernist, öncü mimar da [Giedion] Latin Amerika’ya, Cezayir’e, Hindistan’a sömürgeci kent planları yapan mimar da [Çelik] Le Corbusier’dir.
O hem erken modernizmin otokrat kentçisidir, [Tanyeli, Scott, Jacobs] hem kendi ‘persona’sını yaratmış bir kimliktir. [Colomina] Kendi kitaplarını tasarlayan yazardır, koleksiyoncudur, arşivcidir, bulduğu her şeyi saklayan takıntılı bir adamdır. [Colomina]
O karısına sadık bir eştir [Samuel] ve cinsiyetçi bir modernisttir. [Çelik] Dom-ino’nun ve beş ilke’nin yaratıcısı olmakla beraber [Vogt] Ronchamp’ın, Tourette’in tasarımcısıdır. [Wogenscky]
Her gün 08.00-13.00 arası resim yapan pürist bir ressamdır, [Richards] okkültizme sadık bir şairdir. [Maak]
Sovyetlere proje yapan bir halkçıdır, [Cohen] aynı zamanda seçkinlere villalar yapan bir elitist modernisttir. [El Lissitzky]
Hegemonik bir Modulor dünyası yaratmaya çalışan bir ideologdur, seri üretimi bireyselleştirmeye çalışan bir fırsatçıdır [Scott] ama brüt beton kullanan arkaik bir modernisttir. [Akın]
Tutucu bir katoliktir, [Samuel] tüm mimari üretimini yayınlayan titiz bir mimardır; [Colomina] birlikte çalıştığı yaratıcı mimarlarla gerilimli ilişkiler içinde olan katı bir patrondur. [Xenakis]
Kent planlamayla ilgili fikirleri dünyada sayısız mimara ilham vermiş bir ustadır olmasına ama kentle ilgili düşünceleri sosyal felaketlere ve milyarlarca dolarlık zarar yol açmış bir canavardır da. [Knevitt]
Aynı anda oran ve orantı problemiyle kent hayatına uyum getirmeye çalışan ruhani bir kişilik [Moholy-Nagy, Giedion] ve sorunsuz bir toplum düşleyerek kent hayatına düşman kesilen bir mimardır. [Richards, Scott, Jacobs]
Poéme Èlectronique gibi bir görsel yapıtla ve onu sergilediği Philips Pavyonu ile inter-disiplinerliği, medya sanatlarını savunmuş, medya sanatları ve mimarlığın arakesitini üreten erken bir postmoderndir. [Sikiaridi, Allmer]
Liste uzayıp gidebilir; fikirler ve kanaatler anonimleşerek çoğalır: İnsanları hücrelere hapsetmeye meraklı zalim bir otoriter olduğundan “Ev içinde yaşamak için bir makinedir” demiştir ama aynı zamanda sanayi çağının realitesini kavrayan bir modernisttir de. Öte yandan standartlarla ilgili yaklaşımı öylesine kötüdür ki, piyasada standart yapı malzemeleri üreten şirketler bile onun kadar tektipçi bir yaklaşım kurmaya cesaret edemezler. [Ford]
Kadınları eve hapsederek toplum mühendisliğine soyunan eril bir mimardır ve Barınma Blokları ile toplumun geleceğini çizen bir ütopisttir. Ama Barınma Blokları kamusal mekanı ve sokağı ortadan kaldırarak kenti tiranlığa dönüştürme tehdidi yaratır. Ölçme saplantısıyla yaşayan bir hayalcidir. Bir dizi dini yapıyla devrimsel bir modern mimarlık inşa eden bir dehadır. [Wogenscky]
Işıyan Kent ütopyasıyla katı disiplini hayal etmiş bir mimar olduğu kadar, Ronchamp şapeliyle kendi ilkelerini aşan bir biçimcidir. İfade edilemeyen mekan deneyimi kavramıyla mimarlığın ruhani boyutuna yeniden dikkat çeken bir hümanisttir.
İşin aslı, günümüzde hakkında en çok yazılan ve yayın yapılan mimarların başında gelmeyi sürdürüyor. Büyük bölümü dilimize çevrilmemiş olmakla beraber, seksen civarında kitabın yazarı olduğunu bilmek bile, onun yapıtının cüssesi konusunda fikir verebilir. Hakkında bu kadar çok yazıldığı halde onunla ilgili malzeme de, efsaneler de tükenmiyor. Bu nedenle Corbu’nün sonsuzcasına değişken imgeleri, çiçek dürbünündeymişçesine üretiliyor.
Bilimsel ve mantıki tutarlılık adına ondan istikrarlı bir imge üretme çabası da bitmek bilmiyor. Le Corbusier’yi devasa çelişkileriyle anlamak ve kabul etmek neden bunca zor? Neden geçmişteki kahramanlardan tutarlı bir bütün yaratmak bu kadar elzem? Bu sorunun yanıtını sadece Le Corbusier bağlamında değil, geçmişi yazıya dökme etkinliğinin klişeleri ve alışkanlıkları bağlamında arayınca, modernist öncülerle ilgili yazını tutarlı kılma çabasının eril tarih geleneğiyle bağlantısını fark etmek zor değil.
1945’TEN SONRA…
J. L. Cohen, Le Corbusier’nin 1945’ten sonra makineyi referans noktası olarak mimarlık söylemlerinde kullanmaktan vazgeçmiş olduğundan söz eder.7 1920’lerin başlarından itibaren çeyrek asır boyunca kendi mimarlık düşüncesini belirleyen ekseni terk etmek zorunda kalır. “Üzerinde konuşulamayan mekan” [ineffable space] kavramı, makinenin açtığı büyük oyuğun yerini dolduracaktır: İki dünya savaşı, makinelerin büyük gösterisi olduğuna ve bolca kan ve yıkım getirdiğine göre, yeni bir şey söyleyebilmenin yolu artık teknolojiye övgü üzerine kurulamazdı. Modernist iyimser, saldırgan ikonoklast molozların altında kalmıştır. Onun savaş öncesi teknokratik kimliği, daha 1920’lerde El Lissitzky tarafından bile eleştirilir.8 Lissitzky’ye göre o bir klasisisttir, formal dünyası öklid geometrisiyle, bu evrenin üçlü koordinat aksıyla sınırlıdır. İddiasına göre Le Corbusier bu yolda kullanım ve işlevselliğin temel taleplerini gözden çıkarıp, feda etmektedir. Lissitzky, Corbusier’nin kendi mimari biçimlerinin açık inşai ilkelerini formüle etmediğini, lirizmden bahsettiği halde tüm yapıtının genel kurallardan yoksun olduğunu da ekler. Tek bir kuralı varsa, onu da tarihten aldığını ve bunun da altın oran olduğunu, ki altın oranın mekana devamlı uygulanabilir bir şey olmadığını ekler. Altın oranın iki boyutlu olup üçüncü boyutta anlamsız hale geldiğini vurgular. Corbusier’nin yapıtında ressamın gözünün her yerde mevcudiyetine dikkat çeker; sadece renk kullanımında değil, mimari tasarımda da etkin olduğunu söyler. Daha da ileri gider: Tasarımlarını maddileştirmeyip boyamaktadır. Onun kompozisyon sisteminin çerçeveden ibaret olduğu, zaten bu yüzden yapılarının fotoğraflarının baş aşağı konsa da yine birlik sergilediği gibi ifadeler kullanır.
Çek modernizminin temsilcilerinden Karel Teige ise, Corbusier’nin anıtsalcılığı savunmakla hata ettiğini, saray argümanının yanlış seçim olduğunu, çünkü sarayın “içinde yaşamak için bir makine olan bir ev” gibi olduğunu, konstrüktivistlerin her zaman tersini savunduklarını söyleyerek ekler: Le Corbusier’nin benimsediği estetik ve formalist teoriler, yani altın oran ve geometrik oran, a priori estetik formüller olarak, tarihsel üsluplardan indirgemedir ve kanıtlanamazlar. Teige, rasyonel analiz ve programdan kaynaklanmayan ve salt kompozisyona dayanan tarihsel stereotiplerle tasarım yapan Corbusier’yi eleştirir.9 Teige’ye göre esas sorun Tracés Régulateurs’den, [Le Corbusier’nin Bir Mimarlığa Doğru’da sözünü ettiği Düzenleyici Çizgiler]10, altın orandan ve akslardan kaynaklanmaktadır. Çünkü matematiksel formüller gerçek problemlerin çözümüne yabancıdır.11
Bu erken eleştiriler, Le Corbusier’nin daha yirmili yaşlarında çıktığı ve seyahatnamesi ölümünden çok kısa süre önce ancak yayınlanabilen Doğu gezisinde12 toplamaya başladığı ölçülerin nihai dönemeci olan Modulor’dan çok öncesine aittir. Bu gezinin İstanbul ayağında Kariye, Topkapı ve Ayasofya’da çizdiği eskizlere ve aldığı ölçülere, Modulor kitabında yer verecektir.13
Ne var ki, mimarın işlevselci paradigmaya sadakatinin 45’ten sonra sona erdiğini ya da yüz seksen derecelik bir dönüşle duygulu bir adam olmaya karar verdiğini düşünmek zordur. Tam tersine, Modulor bu işlevselci yaklaşımın derinleşmesi ve yeni bir boyut kazanmasıdır. Denebilir ki Modulor’un Corbusier’si, makinadaki hayaleti kovarak onun içine yerleşir. Şair, ressam, yazar, mimar vb. Le Corbusier’nin küresel bir ekonomi için ergonomi üretmesi onu hümanist saymaya yetmez. Modulor, ruh yüceliğine sahip profesyonellerin dünya meselelerine derin ve kalıcı çözümler getirebileceğine dair, yirminci yüzyılın ilk yarısını karakterize eden naif modernist umutların bir parçasıdır. Zaten Modulor herhangi bir tasarım değil, tasarımlar üretecek bir tasarımdır; bu yanıyla da alabildiğine ütopyacı bir yatırımdır. Fikirlerinin destek bulması, kitabının dünyaya yayılması, onun Modulorik dünya umudunu beslemiş olsa gerek. Ancak inşa süresi, standartların her şantiye için tekrarlanmasının pratik kullanışsızlığı, tek bir yapı türünün bütün işlevler için uygun olduğunu varsaymak gibi çok temel hatalar yapıyordu.14
Platon’un, “devleti ya filozof yönetsin, ya devlet filozoflaşsın” ilkesine benzer şekilde, kentlerin uyuma ve sükuna kavuşması için ruhani bir girişimde bulunan Corbusier, kendini küresel kapitalizm, yapı teknolojisi, kent sosyolojisi gibi alanlarda yetkin ve öncü görmekten ziyade, niyetinin büyüklüğü ve kapsamıyla adeta büyülenmiş şekilde yazıyordu. Aynı nedenle, yukarıda saydığım alanlarda insan bedeninin tekilliği temel alınmadıkça başarılı olunamayacağı gerçeğini de göz ardı ediyor ve aşırı genellemenin tuzağına düşüyordu. Gerçekten de bugünün insan bilimlerinde, bedeni hızlı ve keskin darbelerle oranlara, ölçülere bölen tanrısal kılıcı köreltmek ve yavaşlatmak için harcanan çabalarla taban tabana zıt bir eğilim sergiliyordu Le Corbusier. O, dünyanın imgelemine yerleşmeye çalışmıyordu, tam tersine: Dünya gelip onun imgelediği Modulor’a yerleşsin istiyordu.
YATAYLIK VE DİKEYLİK
Le Corbusier’nin dile getirilemeyen, söze dökülemeyen, ruhani ve yüce mekan deneyimi [ineffable space – l’espace indicible] kavramı, estetik çabasının kilit kavramlarından biri. Bu bağlantıyla ilgili olarak Carl, “dipsiz bir derinliğin açıl”ıp o yüce anın hissedilişi pasajının Antik Yunan’daki kaosun karşılığı olduğunu ifade eder.15 Carl’a göre sekülerleşme, tanrılardan tümüyle kurtulma anlamına gelmez. Çünkü tanrının yerini, poésie ya da genel olarak sanat alır. Romantik Mutlak burada devreye girer; o tanrıları kovar ve yerlerine geçer. Tanrısız kalan tapınak da artık mekan adını alır. Mekan kutsiyetini korur, ama üreticisi, tanrı ya da elçileri değil, esin sahibi olan mimar ya da sanatçıdır.16 Ancak iş o kaosun geometrisine gelince, uzlaşıya varmak güç görünür.
Bu konudaki uzlaşmazlığın derinliğini göstermek için başvuracağım kaynak, Lahiji’nin bir makalesi.17 1940’lar biterken Georges Bataille, La Part Maudite’i [Lanetli Pay]18 yayınlar yayınlamasına ama kitabın ilk baskısı ancak elli adet satacaktır. Bu kitabı edinen ve okuyanlardan biri Le Corbusier olmuştur. Lahiji’ye göre, bu durumda Le Corbusier bu kitabı okuyan dünyadaki ilk mimar olabilir.19 Bu yıllar aynı zamanda Le Corbusier’nin Modulor’un ilk kitabını gün yüzüne çıkardığı yıllardır. Bataille bu kitabında, Le Corbusier’nin savunduğu modulorik standartlaşmanın taban tabana zıddını savunur: Genel ekonomiyi. Bataille mevcut ekonomi-politiği burada tersyüz ederek işlevselci yaklaşımın yerine bütün insani edimlerle beraber olumsallığı yerleştirir. Bu ekonomide üretken olmayan harcamalar –kurban etme, lüks, savaş, savaşlar, anıtlar– sosyal yaşamı belirlemektedir. ‘Harcama İlkesi’ uyarınca insani etkinlikler sadece üretme ve koruma süreçlerine indirgenemez; tüketim iki ayrı bölüme ayrılmalıdır. İlk bölüm, hayatın devamı için gereken asgari üretimle temsil edilir. İkincisi üretken olmayan harcamayla ilgilidir: Lüks, yas, kültler, anıtların inşa edilmesi, gösteriler, sanatlar, sapkın cinsel etkinlikler… Tüm bunlar en azından ilkel koşullarda kendilerinden başka bir amaca hizmet etmez.20 Kuşkusuz Bataille’ın mimarlık bağlamındaki fikirlerinin Türkiye’de ne kadar az tartışıldığı ayrı bir yazının konusu. Ancak burada vurgulamak istediğim esas nokta, Bataille’ın yataylığı temel alması. Le Corbusier için dikeylik ne kadar temelse, panzehiri olan Bataille’da yataylık (ve beraberinde zemin, şiddet) o kadar temel önemde.21
Le Corbusier, genel ekonomiden ve Bataille’ın yataylığa övgüsünden ne kadar etkilendi? Ronchamp bu etkilenimin ürünü müdür? Bunun konutta değil bir şapelde gerçekleşmesi başlı başına manidar olurdu: Şapel nihayetinde insansızdır; bedenlerle beraber tüm dünyanın da geride bırakıldığı bir yapıdır –konuttaki gibi içinde yaşanmaz. Dolayısıyla, Modulor’un Ronchamp ile aşılıyor olması, Corbusier’nin başka yapılarda ‘yatay’laşacak kadar ihtiyatsızlaştığı anlamına gelmez.
Nitekim, aynı yıllarda, 1950’lerin sonlarıyla 60’ların başları arasında (yüksek modernizm olarak tanımlanan dönemde) Corbusieryen ilkelerle Niemeyer tarafından inşa edilen Brasília kenti için, şair ve Modulor hayranı João Cabral de Melo Neto, bir şiirinde kentin tasarımsal açıdan, sadece ‘sertliği’yle değil, aynı zamanda kendini böylesi bir peyzaja ‘yerleştirme’ yeteneği ile ‘erkek ve duhul’ olduğuyla övünmektedir. Kentin minerva’nın dişil, emici ve alıcı bedeninin akışkanlığı dışında katı olduğunu söyler. Böylece şiir ikilikler temelinde art arda gelmektedir: Katı/sıvı, beton/et, kent/beden, erkek/dişi.22
S. Moholy-Nagy, 1957’de Modulor’a dair bir eleştiri yazısında Corbusier’nin eril mimarlık ve dişi mimarlığa dair ünlü deyişine yer verir.23 Zaman zaman Günkut Akın’ın Le Corbusier’nin brütalizmine dair övgülerinde bile bu bariz cinsiyetçilik olumlanıp şiirselleştirilebilmektedir.24
Cabral, biyolojik kabukla mekanik kabuğu birbirinden ayırır (beden ve bina, ten ve taş). Bu ayrımla aslında her ikisinin de öze ilişkin olmayıp dünyevi/fani olarak vazgeçilebilir olduğu yönündeki Poincare’ci görüşle bağ kurmuş olur. Poincare’nin dış dünyanın benliği inşa etmek uğruna vazgeçilebilir olduğu yolundaki yargısı Le Corbusier için çok etkin bir argüman niteliği taşımıştır. Onun 226 cm.’lik hücresel küpü bu unutulması elzem dış dünya fikriyatının geometrik şeması gibidir. Modulor’un ekonomi-politiği, Brezilya’nın şeker kamışı tarlalarını verimli bir kaynağa dönüştüren işlevselci kapitalist tarımın mantığıyla benzerlik gösterir, Bataille’ın genel ekonomisiyle değil. Modulor da mekanı faydalı hale getirmek için yapılmıştı. Verimli tarlalar gibi kentler de insan bedeninin en verimli biçimde ‘uyumla’ bir araya gelebildiği, mimarlığın ekim-hasat alanlarıdır. Modulor binalara ve kente ekilecek, uyum hasat edilecek ve karlı işlem tüm dünyayı kaplayacaktır. Başka hiçbir masrafa yol açmaksızın sadece önceden belirlenmiş bazı ölçülere uygun şekilde inşa edilecek fiziksel çevrenin bu kadar büyük vaadi olabilecekse, herhalde, dünya tarihinin en büyük kazancı elde edilecektir. Nesneler ölçülere sahip olmakla kalmaz, onların ağırlıkları da vardır! Bu da evrensel bir nitelik olabilirdi. Diğer yandan, nesnelerin özgül uzunluğu diye bir şey yoktur ama özgül ağırlıkları vardır; bu da muktedir için tehlike demektir. Nesnelerin özgül ağırlığından kaçılamaz ve ağırlık onlara doğrudan hükmedilebilecek bir görselliğin üretimine imkan tanımaz. Oysa askerî disiplin nizamınca her şey uzunluğuna göre tasnif edilebilir: Bedenlerden silahlara kadar…
Le Corbusier dikey dünyayı estetize etmiştir. Onun için yüceliğin tek formu varsa o da dikeylik olmalıydı. Corbusier’nin aklın Doğu kıyılarına doğru çıktığı sefer, sözgelimi Cezayir için Zeynep Çelik’in yirmi yıl önce kaleme aldığı ve artık klasikleşmiş olan yorumundaki gibi bariz bir sömürgecilik ve militarizm olarak mı, yoksa Aydan Balamir’in güncel yorumu ve projeye yakından bakarak keşfettiği insancıllık ve çeşitliliğe açılma olarak mı okunmalı?
Kişinin yolculuk etmesi, yolculuk yoluyla kendini ve dünyayı fethetmesi masonik değerler arasındadır.25 Bireyin iç yaşantısını yolculuk olarak görüp zenginleştirmek ve toplumdaki varlığını bu içsel varlıktan ayrı görmek, Corbusier’nin özellikle de Unité de Habitation’da hayata geçirdiği ilkelerden biridir. Doğu seyahatinin başlıca motivasyonlarından biri belki de buydu.
NOTLAR
1 White H. 2008. Metatarih. On Dokuzuncu Yüzyıl Avrupası’nda Tarihsel İmgelem. Çev. M. Küçük. Ankara: Dost Yayınları. ss. 14-5.
2 Bu konuda bkz: Vogt A. M. 1998. Le Corbusier The Noble Savage. Toward an Archaeology of Modernism, Tr. Radka Donnell. Cambridge, Massatchusetts, London: MIT Press. Türkiye ile ilgili olarak bkz. ss. 34-45, 51-63, 66-75, 178-9, Pilotis ilkesinin İsviçre’deki kökenleri iddiası için bkz. 208-253, 274-7, 282-3, 319-29.
3 A. e., s. 75.
4 Ford E. R. 2003. Le Corbusier: The Classic Villas. The Details of Modern Architecture. The MIT Press. 1: 233-59.
5 Vogt A. M. 1998. Le Corbusier The Noble Savage. Toward an Archaeology of Modernism. Tr. Radka Donnell. Cambridge, Massatchusetts, London: MIT Press. s. 45.
6 Cohen J.L. 1999. Le Corbusier’s Nietzschean Metaphors. Nietzsche and An Architecture of Our Minds. Ed. Kosta A. ve Wohlfarth I. Los Angeles: The Getty Research Institute. s. 318.
7 A. g. y., ss. 311-331.
8 Cohen. J.-L. 1992. Le Corbusier and Soviet Avand-Garde Theory. Le Corbusier and the Mystique of the USSR, Theories and Projects for Moscow 1928-1936. Princeton, New Jersey: Princeton University Press. s. 109.
9 A. g. y., ss. 111-2.
10 Le Corbusier. 1999. Bir Mimarlığa Doğru. Çev. Merzi S. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
11 Cohen. J.-L. 1992. Le Corbusier and Soviet Avand-Garde Theory. Le Corbusier and the Mystique of the USSR, Theories and Projects for Moscow 1928-1936. Princeton, New Jersey: Princeton University Press. s. 114.
12 Le Corbusier. 2009. Şark Seyahati İstanbul 1911. Çev. Alp Tümertekin. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
13 e Corbusier. 1980. The Modulor 1 &2. Çev. Francia P. De ve Bostock A. Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press. ss. 194, 195, 196.
14 Bu konuda bkz. Ford E. R. 2003. Le Corbusier: The Classic Villas. The Details of Modern Architecture. The MIT Press. V. 1, s. 243, 247 ve 257’deki değerlendirmeler özellikle önemlidir.
15 “Then a fathomless depth gapes open” sözü üzerine: Carl P. 2005. The Godless Temple, ‘Organon of the Infinite’. The Journal of Architecture. 10/1: 83.
16 A. g. y.
17 Lahiji, N., (1996), The Gift of the Open Hand: Le Corbusier Reading Georges Bataille’s La Part Maudite. Journal of Architectural Education. 50/1: 50-67.
18 Bataille G. 1999. Lanetli Pay. Çev. M. Mukadder Yakupoğlu. Ankara: Mor Yayınları.
19 Lahiji N. 1996. The Gift of the Open Hand: Le Corbusier Reading Georges Bataille’s La Part Maudite. Journal of Architectural Education. 50/1: 51.
20 A. g. y., ss. 52-3.
21 A. y., s. 51 ve s. 63.
22 Read J. 2006. Alternative Functions: João Cabral de Melo Neto and the Architectonics of Modernity. Luso-Brazilian review 43/1: 72.
23 Moholy-Nagy S. 1957. Magnificent Folly. College Art Journal. 16/3: 187-191. “Birinde, Akdeniz güneşini yoğun ışığı altındaki biçimlerin güçlü nesnelliği: Eril mimarlık. .. Diğerinde, bulutlu bir gökyüzüne karşı yükselen bitimsiz öznellik: Dişi mimarlık.”
24 Akın G. 2005. İki Brütalizm. Betonart. Sonbahar. ss. 49-71.
25 Birksted J. K. 2006. ‘Beyond the Clichés of the Hand-Books’: Le Corbusier’s Architectural Promenade. The Journal of Architecture. 11/ 1: 55-132.
KAYNAKÇA
-Aspley K. 2010. Historical Dictionary of Surrealism. Lanham, Toronto, Plymouth: The Scarecrow Press.
-Bataille G. 1999. Lanetli Pay. Çev. M. Mukadder Yakupoğlu. Ankara: Mor Yayınları.
-Birksted J. K. 2006. ‘Beyond the Clichés of the Hand-Books’: Le Corbusier’s Architectural Promenade. The Journal of Architecture 11/1: 55-132.
-Carl P. 2005. The Godless Temple, ‘Organon of the Infinite’. The Journal of Architecture. 10/1: 63-90.
-Cohen J.L. 1999. Le Corbusier’s Nietzschean Metaphors. Nietzsche and An Architecture of Our Minds. Ed. Kosta, A. ve Wohlfarth I. Los Angeles: The Getty Research Institute. ss. 311-31.
-Cohen J.-L. 1992. Le Corbusier and Soviet Avand-Garde Theory. Le Corbusier and the Mystique of the USSR. Theories and Projects for Moscow 1928-1936. Princeton, New Jersey: Princeton University Press. ss. 106-125.
-Colomina B. 2007. Vers Une Architecture Médiatique. Le Corbusier. The Art of Architecture, Sergi Kataloğu. Vegesack von A., Moos von S., Ruegg A., Kries M. (Ed.) Veil am Rhein: Vitra Design Museum. ss. 247-73.
-Çelik Z. 1992. Le Corbuiser, Orientalism, Colonialism. Assemblage. MIT Press. 17: 58-77.
-Knevitt C. 2007. Life is Right: Le Corbusier’s British Legacy. Le Corbusier. The Art of Architecture, Sergi Kataloğu. Vegesack von A., Moos von S., Ruegg A.,
-Kries M. (Ed.). Veil am Rhein: Vitra Design Museum. ss. 359-69. Kries M. 2007. S, M, L, XL: Metamorphoses of the Orient in the Work of Le Corbusier. Le Corbusier. The Art of Architecture, Sergi Kataloğu, Vegesack von A., Moos von S., Ruegg, A., Kries, M. (Ed.), Vitra Design Museum, Veil am Rhein, ss. 163-191.
-Lahiji N. 1996. The Gift of the Open Hand: Le Corbusier Reading Georges Bataille’s La Part Maudite. Journal of Architectural Education. 50/1: 50-67.
-Le Corbusier. 2009. Şark Seyahati İstanbul 1911. Çev. Alp Tümertekin. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. ___. 1999. Bir Mimarlığa Doğru. Çev. Merzi. S. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
İlgili İçerikler:
-
Foro Normandie
-
Cabanon: Dünyanın “En Büyük” En Küçük Dairesi
-
Defter Bilançosu: On Yılın Dökümü (X-Lopedia, 1-25)
Mimarların, yazarların, sanatçıların defterleri öğrenilmiş ağırbaşlılıktan, gün gelir sıyrılır mı? Yazmaya başladığımdan beri, açılmasını beklediğim tartışmalar açılmadıkça, gelmesini beklediğim kavramlar gündeme gelmedikçe (gelmiyor, gelecek gibi değil) endişeleniyorum.
-
Arketon Yayınları'ndan Yirminci Yüzyılda Kent Ütopyaları
-
Dünyanın Kronoplanı
2021 Temmuzunun başlarıydı; BTF’nin (ESOGÜ Mimarlık Bölümü'nün yıllardır süregelen mümbit öğrenci etkinliği Bademlik Tasarım Festivali’nin) davetine nihayet icabet ederek atölye açmayı kabul etmiştim.
-
Kant'ın Felsefesinden Mimarlığa Uzanan Bir Okuma: Ledoux'dan Le Corbusier'ye
-
Kentsel Kristalografi
Yakıt istasyonu kanopisinin vadesi dolmak üzere; öte yandan bu enfes yapı tipini temel alarak tasarlanmış bir evde yaşamayı kim istemezdi ki...
-
Steingruber’den Perec’e: Morsplan Üzerine
Mors alfabesinin önceli ilkin 1753’te ortaya konmuş; Samuel Morse’un Baltimore’dan altmış kilometre ötedeki Washington’a kodları elektriksel biçimde iletmesinden epeyce önce. Bu teknoloji kullanımdan düşeli neredeyse çeyrek yüzyıl oluyor.