Delta: Suya Yazılmış Bir Proje?

LEVENT ŞENTÜRK

-Dönme Dolap 2.0 İçin İntro-
XXI’deki yazılarıma beş yıllığına ara vermiştim. 2017’nin sonbaharında dergilere yazmayı bıraktım. Dar bir bölgeye sıkışmış “mimarlık medyası”nın entelektüel gücünü ve inandırıcılığını koruyamadığını düşünmemde bunun payı vardı. Neticede, kolay unutan, hatırlamayı sevmeyen bir yayın ortamında yazarların ağırlığının kalmadığını düşünüyordum. Bu düşüncemde pek bir değişiklik yok; bununla beraber, yeniden söz almak için nedenlerim hâlâ var. Beş yıl sonra, dönme dolap’ta, önceden olduğu gibi eleştirel okumalar yapmayı, geniş anlamıyla tasarım mecrasının örneklerine yakından bakmayı sürdüreceğim; diğer uçtan, kitaplara eğileceğim veya mekânlara uğramaya devam edeceğim, bu Eylül (2022) ayından itibaren.


Çalıştığım okulda, Giorgio Manganelli’nin küçük ama patlayıcı eserini, Centuria’yı hiç anmadan Delta adıyla bir öneri getirmeye karar verdiğimde, miladi Eylül 2022’yi gösteriyordu, Centuria İtalya’da çıkalı kırk üç, Türkiye’de yayınlanalı yirmi yıl olmuştu.

Bitirme projeleri için çeşitli okullarda birçok model uygulandığı herkesin malumu; ilk akla geleni, bir heyet tarafından tüm öğrencilere tek bir temanın dayatıldığı modeldir. Burada öğrencinin rüştünü ispat edecek şekilde yalnız bırakılması adettendir. Bu modelde meslektaş adayı, üzerinden bir heyetin kösele tabanlarının geçirileceği bir varlık mertebesindedir. (Elbette her zaman bu kadar sert değildir tutum; sadece çarpıcı olsun diye böyle söylüyorum.)

Diğeri, yürütücülü / danışmanlı modeldir; bilinen atölye formatı işler burada. Bitirme projeleri ve atölyeler için taze kanı pompalayan, dışarlıklı mimarlardır; eğitime bolca oksijen taşırlar. Danışmanlı bitirme projeleri ve grupları, ilk örnekteki mantığın mikro versiyonu sayılabilir mi? Dönem başlamadan konu, tema, yer ve fikri çerçeve belli olur, öğrenciler konulara ve danışmanlara göre yapmaya bakar seçimini, dönem boyu da o tema üzerinde derinlemesine bir araştırma ve üretim süreci yürüyüp gider. Bu sonuncunun zayıf yanı, ilkinin buyurganlığından izler taşımasıdır. Üçüncü seçenek, konuyu da yeri de öğrenciye bırakmaya dayalı “liberal” modeldir ama bu çoğu kere can simidi olmaz atölyeye çünkü kolaycılıktan ve basmakalıplıktan kaçınmak imkânsız değilse de zordur.

Delta, adı üzerinde, kolektif bir birikimle başlayacak ve atölyelerin üretimiyle serpilecek bir model önerisi; her şeyin bir deltada toplanmadan önce, ortaklaşa bir fikir havzasının oluşumunu öngörüyor. Delta’nın süresi bir yıl; iki sömestr’ı kapsıyor. İlk iki jüri süresince ya da ilk yedi-sekiz haftada, bitirme teması inşasına ilişkin yoğun düşünsel tartışma, üretim, müzakere var. Bu gerçek bir atölye sürecidir; kimse baştan belirlenmiş fikirleri dayatamaz, bir muhasebe sürecidir. Pandemiyle beraber hem kapalı hem kendinden menkul hale gelmiş mimarlık eğitimine, tekrardan forumu, harareti, kıyasıya eleştiriyi geri getirme umuduyla öne sürülmüştür: Temaların kentsel düzeyde incelikle kurulduğu, somut şekilde tanımlandığı, imbikten geçirildiği bir ilk-aşama. Burada herkes her şeye hazırlıksızdır; tasarım anının doğaçlama yaratıcılığı açığa çıkabilsin diye.

Pandemi, mimarlık eğitimini kimsenin birbirinden haberdar olmadığı, kimsenin birbirine karşı sorumlu olmadığı, bağlamını yitirmiş izole sohbet odalarına indirgedi. Her şey kayıt altına alındı alınmasına, ancak o uzun saatler, haftalar ve aylar boyunca konuşulanlar pek de kıvılcım çıkarmadı.

Pandemiyle beraber, online eğitimi “nihayet!” çığlığıyla karşılayanlardan değilim. Kameralı, ekranlı, kaydetmeli derslerin, yüzyüze ve beden bedene karşılaşmanın yerini tutacağına, hatta daha iyi bile geleceğine kuru kuruya inananlar için yüzleşme seçeneği, elimine edilmesi gereken bir ilkellikten ibaret olabilir ama ne yaparsınız ki gerçek dünya varlığını koruyor.

Genelde yürütücüler döneme gardını iyice almış şekilde başlamayı yeğler. Temayı, yeri, fikri oluşturmayı çok erkenden tamamlarız. Bunun akademik açıdan mantıklı boyutları var; bu önhazırlığın, bitirme hariç, diğer seviyelerde hayati önem taşıdığına kaniyim. Gelgelelim, bitirme projesi, pişirilme sürecinde kullandığımız araçları ve alışkanlıkları masaya yatırdığımız bir süreç de olmalı, olabilmelidir. Böylelikle “biz aslında ne yapıyoruz?” türünden bir soruyu edimimize, pratiğimize eleştirel biçimde yöneltebilir ve buradan yeni bir modelle çıkabiliriz, diye düşünüyorum kendi payıma.

Bu modeli kalıcı kılmamak konusunda ısrarlı bir vurgum da var; bu soruşturma bir sefere mahsus, tekrarı olmayan bir deney şeklinde tezahür ettiği sürece değerli görünüyor gözüme. Model dendiğinde ilanihaye devam edecek bir gelişkinlik hali anlaşılıyor; mimarlık eğitimi söz konusu olunca, modellerin kalıplaşmış süreçlere dönüşmesi beni hep irkiltmiştir; nitekim Pomi’de (Potansiyel Mimarlık İşliği) kendi dinamiklerimize dayansalar dahi, kalıcılaşma eğilimi gösteren yöntemleri “kendini çelmeleme” yoluyla devreden çıkarma yoluna gitmeye çalışıyorum dersem abartmış olmam. Oulipo’nun, “bir kısıt ancak işe yaramadığında kullanılabilir” yollu kara mizahi şiarı boşu boşuna getirdiğini düşünmüyorum. Atölyelerde zaman içinde temalar yeniden ziyaret edilebilir elbette ama her atölye bir öncekinin bıraktığı yerden başka tutamaklarla devam edebilir ancak, başladığı noktaya hiçbir zaman dönemez, istese bile. Bu bakımdan atölyelerin tekrarı yoktur.

Giorgio Manganelli

Delta, ortak bir kentsel bağlam, sözgelimi Eskişehir için önerilmiş yüz farklı, benzemez bitirme konusunu toplayan bir kitap olabilir ilkin; yürütücülerin, öğrencilerin geliştirdikleri materyalle belirlenip son şekli verilecek yüz proje konusundan oluşan bir kitap. Konu diyorsam, her biri kendi içinde düşünsel bakımdan olgunlaşmış fikirlerden söz ediyorum; Giorgio Manganelli’nin Centuria’sı türünden bir girişimin mimari versiyonu. Centuria, yüz roman kıvılcımından oluşan bir roman deneyi. (2006, Çev. Sema Rifat, İstanbul: Alef.) Bağlamın orta halli bir kent olarak seçilmiş olması, yüz fikrin hiçbirinin bu orta halliliği kerteriz alacağı anlamına gelmemeli. Yalın bir örnekle yetineceğim: OMM’un Odunpazarı’ndaki beklenmedik belirişi Delta’nın yüz başlığından birine örnek teşkil edebilir. Ölçek, sığa ve kapsam bakımından birbirine hiç benzemeyecek, bilindik programatik kıstaslara yaslanmayan, her bakımdan yenilikçi yüz tema ile örülebilir Delta ancak. Bildik kentsel temalara yüz sürülmemeli. Bitirme alan öğrenciler arasından çekirdek bir editör ekibin derleyip kitaplaştıracağı bu iki dilli kitap, iki aylık sürenin sonunda tamamlanmış ve çoğaltılmış olmalı. Bu haliyle bile, mimarlık ortamına düşünsel bir katkı getireceği söylenebilir, Delta’nın.

Sonraki aşamada, tamamen rastgele bir biçimde, her öğrenci bir Delta temasını alıp yola koyulacak. Her öğrenci, kendi atölye yürütücüsünün grubunda üretip çalışırken, her yürütücü, öğrenci sayısı kadar farklı proje konusu ile yüzyüze gelerek birinci dönemi, güzü tamamlayacak. (Aslında tüm yılın grupların özerkliğiyle süreceğini vurgulamakta yarar var; tekelci bir tema üretim süreci yaşanmayacak.) Yürütücüler bakımından kâbus gibi mi görünüyor? Bana öyle gelmiyor. Başlangıçtaki tema geliştirme sürecine derinlemesine hakim bir ekip için, bu kalabalık hal çetrefilli olsa da imkânsız değil; herkesin bir yanıyla katkıda bulunduğu fikir parçalarını içeren bir toplam olacağı için Delta. Delta’da kasten öğrenci sayısından fazla sayıda tema bulunacak; projenin açık uçluluğuna vurgu yapan bir durum bu.

Delta’nın ana hedefi, ikinci dönemin bitmesine iki ay kala finalleri yapmak ve bitirmeleri teslim almak. Çünkü kalan iki aylık süreci, Archiprix, sergiler ve Almanak gibi üç farklı üretim, yayma ve arşiv çalışmalarına bırakmak gerekir. Almanak projelerin birkaç ciltlik arşiv oluşturacak biçimde kitaplaştırılmasını kapsıyor. Sergiler, Aura’dan Mimarlar Derneği 1927’ye birçok yerde artzamanlı jürileri, sergileri ve forumları temel alabilir, ki bahar yarıyılının bitiminde ortaya çıkıp daha geniş zamanlara yayılan bir programa göre planlanmaları mümkün.

Delta’nın üçüncü ayağı, Archiprix için projelerin yeniden ele alınıp biçimlendirileceği ciddi bir revizyon sürecine dayanıyor. Burada Delta’nın mümkün olduğunca çok parçasının Archiprix’ye gönderilmesinin teşvik edildiği yoğun bir hazırlık süreci öngörüyorum.

Mayıs 2023 başındaki final tesliminde, hem Almanak'a, hem sergilere hem de Archiprix’ye maledilecek, yani bambaşka mecralarda görünürlük kazanacak materyal, aynı dijital üretimin türevleri gibi alınabileceğinden, pratikte rasyonel bir tercih. Aynı malzemeden üç farklı yemek yapmaya benziyor bu çoklu süreç.

Sonunda, Delta adlı bağımsız bir kitap, kunt ciltler halinde Almanak, birçok yerde izleyiciyle buluşacak alternatif bir mimarlık eğitimi pratiğinin meyvesi olarak sergiler; Archiprix bitirme projesi öğrenci fikir yarışmasına önerilmiş, aynı puzzle’ın parçalarından oluşan bir dizi yarışma katılımı panoramayı çizecek. Delta gibi bir maksimal girişim, daha önce akıl edilmişse edilmiştir; ancak benzerine pek rastlanmayacak bir kalkışım önerisi bu. Hayal etmek başka, gerçekleştirmek başka.


Mimarlık okulları her şeyden önce okuldur tabii, eğitimin de ayakları yere basan bir şey olmasında sakınca yoktur: Artık bu ne anlama geliyorsa... Gelgelelim, yenilikçi ve radikal önerileri çoğu kere genç kuşaklar, önceki kuşaklara, artık yönetici kimliği taşıyan kuşaklara, onları sarsıp hareketlendirmek için getirir, getirirdi; en azından kendimi öteden beri bu rolü oynarken bulmuşumdur. Bir okul yöneticisinin, bölüm başkanı ya da dekanın, kendiliğinden kalkıp, alışkanlıkları ve işleyişi zorlayacak, riskler taşıyan fikirlerle çıkagelmesi beklenmez. Bir okulun bitirme atölyelerinin zihinsel enerjisinin, böyle maksimal girişimlere hasredildiği bir entelektüel ortam hayal etmek gerek. Ataleti gevşetmek, buzları çözmek, heyecanını yitirmiş alanımızı yeniden mümbit bir detaya çevirmek sabır ister.

Okullar sadece programın uygulandığı, sınırları konservatif şekilde çizilmiş yerler mi olmalı? Üniversitelerin, mimarlık okullarının aynı zamanda birer kültür kurumu gibi çalışmaları, bu konuda da inisiyatif almaları beklenmez mi? Düşünce, bilim ve sanat, üretkenlik jeneratörleri. Böyle tarihsel anlar oldu elbette; yirminci yüzyıl böyle eşiklerle doludur ki “müfredat”larımız bu hikâyeleri anlatmaya doyamadığı halde, bunlardan birini gerçekleştirme görevini üstlenmeye nedense kimse yanaşmıyor.

Görünen o ki, Delta projesi, şimdilik suya yazılan yazı durumunda. Hiç oyun oynarken, sırf oyun oynamaya çağırıldığı için, özgürlüğünün elinden alınacağından korkan bir çocukla karşılaştınız mı? Çocuklar böyle düşünmezler, onlar saf eylemdir, ama yetişkinler öyle mi? Çocuklar bir takım oyununa dahil olduklarında hemen başka başka roller oynayacaklarını kavrar ve buna uygun hareket ederler. Yetişkinlerin, başkalarınca işgal edilip türdeşleştirilme paranoyalarından eser yoktur çocuklarda. Çocukları yetişkinlerden ayıran bir başka şey de belirsizliğe duydukları çılgınca ilgidir; belirsizliği bitimsiz bir oyun materyali olarak, hayranlık verici biçimde işlerler. Oysa yetişkinler için belirsizlik tahammülfersa bir şeydir. İşi gücü hayal üretmek olması gereken mimari proje stüdyoları, bu işlevlerini yerine getiremediklerinde, ortaya iç kıyıcı bir yeknesaklık ve devlet dairesi durgunluğu çıkabilir: Klasik bin dereden su getirme hikâyesi. Merak, beklenmediklik, yenilik: Akademisyenliğin olmazsa olmazları.

Görünen o ki, mimarlık eğitiminde en zor olanı, alışkanlık ortalamasını zorlamak, kozaların dışına adım atmak, cesaret göstermek. Öğrencilerimizin cesaretini ve azmini zorlama görevimiz baki. Eleştirel kapasitemizi salt tepkiselliğe ve yokuşa sürmeye yetecek kadar kullanmak gibi yetişkin davranışları göstermek yerine,radikal bir öneri karşısında eli yükseltebilsek keşke. Yeryüzünde başka pek az meslekte, yenilik ve yaratıcılık üretmesi beklenen insanlar, ürkek ve kaçamak davranmayı mazur gösterebilir. Akademisyenler, rahatlarını bozacak, sıcak sudan soğuk suya el sürmelerini gerektirecek kimi davranışlar göstermez oldularsa, para hariç hiçbir şey ilgilerini uyandırmıyorsa, üniversitenin varlığını da işlevini de sıkça sorgulasak ne iyi olur. Sözün özü, cesaretli bitirme projesi yürütücüleri, burada ve şimdi, gerekli. Bir gün, bu deltada yeşerecek yüz fikir kıvılcımıyla yola koyulmak için.

Enseyi karartmayalım, gün gelir, Manganelli’nin 1979’da yazın alanına getirdiği, ona İtalya’da Viareggio ödülünü getiren ve Oulipo’nun temel taşlarından Italo Calvino’nun bir önsözle selamladığı Centuria’sının mimari versiyonunu idrak edecek kapasiteye erişiriz. Daha yarım asır bile geçmedi üzerinden.

Etiketler:

İlgili İçerikler: