“Devran Dönecek” Üzerine Mütemmim Cüz: Mediokratlar
Bu yazıyı 2022’nin Eylül ayında kaleme almıştım; seçim kararı ve deprem gibi gündemler henüz yoktu. Epeyce sadeleştirerek okurla paylaşmak istedim:
Nicedir devran döndü, dönüyor, dönecek yollu sondajlardan, anketlerden geçilmiyor. Devran denen şeyin hareketlenmekte olduğuna dair alametlerin çokluğu, harareti azalmayan yayınların, yazıların ve konuşmaların başlıca hipotezini beslemeye yarıyor. Piyasa devran denen şeyin yeryüzündeki gölgesinin çapını, alanını ve titreşimini ölçmeyi ihmal etmiyor. Herkesin gözü kulağı, devranın hangi hızla ve ne yöne dönmeye başlayacağında. “Gün olur devran döner” ifadesi, kipi gereği zamanda çekiliyor; ancak genişledikçe öyle bir genişliyor ki, jeolojik devirlere doğru evrilmesi işten değil gibi gözüküyor. Devran dönecek fikrisabiti, devranın yerinden hiç kımıldamadığı zamanlarda bile kapalı gişe yaptırıyor şaşırtıcı biçimde.
Yeryüzündeki politik ömrünü nicedir tamamlamış bir varlığa, bir alt türe yeniden göz atacağım. Bu varlığı bu dergideki ilk yazılarımdan birinde, 2012’nin Mayıs ayında “Akademik Bir Fabl, Soğuma Üzerine” başlıklı yazımda teşhis etmiştim; on yıldır bu tanımı zorlayan bir gelişme olduysa da ben haberdar değilim. Bu türün üyeleri gerek palazlanmayla gerekse özgüvenlerindeki belirgin artış neticesinde, besin zincirinde ileri mertebelere gelmiş olmalı. Doğrusu ölü bir dili giyinme (“ideolojinin üzerine tam oturan eski püskü giysisi” Nietzsche), hiçbir sözcüğü kariyerinde yükselme söz konusu olmadıkça boşa harcamama, gölgesinden korkma; ortamın sıcaklığını, samimiyetini yitirmesinden, soğumasından yarar sağlama, sıradanlığa tapınma gibi hasletlerini koruyor olmalılar. Onların bir yandan idare-i maslahatçılığa bunca gömülmüşken, bir yandan gözlerini devranın olası dönüşüne dikmeleri yok mu, doğrusu bu kadar müşkül hâl az bulunur. Tepetaklak edilmiş dünyalarında eylemsizliğin saf eylemmiş gibi sunulması şaşırtıcı gelmemeli: Berbat hale getirdiğimiz çevremizi iyileştirmek için bir şey yapmayalım, böylece, berbat şekilde yaşamaya itilmiş olmamızın ne kadar yanlış olduğunu anlayan yetkililer, bizi kurtarmaya gelecektir. Liyakatsiz birinin başta kalmasını pozitif kavramlarla açıklamaya kalkışmak gibi hurda kanaatler aynı idare-i maslahatçılıktan çıkar. Yaşasın mediokrasi, diyesidirler: Vasatlar yönetsin bizi, ne de olsa vasatlar bizi yönetemeyeceğinden, esasında onlar anlayamadan, biz onları yönetmiş oluruz. Vasat idarecilerden korkmayacak kadar mediokrat olmak, akıllı geçinmek tipik reflekslerinden. Yeterince düşük kalibreli biri olsun, bana dokunamasın, diyesidirler. Vasata yatırım yapmak, liyakate yatırım yapmaktan daha az masraflıdır: Ahmaklığın daha yönetilebilir olduğuna dair bir kanaatin egemenliğidir bu. Bu çarpık akıl yürütme nereye götürür? Kötü yönetilmemiz gerekli ve yeterlidir ilkesine. Liyakatli yönetici yorucu olabilir, aptalla kolay başa çıkılır mediokratlara göre.
Bir kez kötüyü iyi diye alınca her şey tepetaklak getirilebilir: Değerler derin paranoya kevgirinden geçirilir. Vurdumduymazlığa hizmet etmeyen önermeler kıymet taşımaz. Her önerme ancak hesapçılık yordamıyla, adamsendecilik dolayımıyla okunur ve yayılır. Yapılması gereken bir iş ne kadar acilse, onu o kadar ileriye ertelemek; göz önünden, ilgi alanından kaybetmek gerekir. Vasata tapınanların el kitabında, her an art niyetli bir hamle beklentisi içinde olmak temeldir: Liyakatsizler kötülük beklentileri nedeniyle içine gömüldükleri paranoyanın pençesindedir. Tahammülsüzlüklerinin kokusu uzaktan alınabildiği halde, acınası mazeretlere tutunarak tahammülsüzlüklerini esanslarla örtmeye çalışırlar. Vasatlığın el kitabı ürküntüyü paranoya banyosundan geçirmiştir: Karşıdan sadece kötülük gelir. Doğrudan, kamusal temastan kaçınılmalı, dedikodunun, söylentinin, arkadan konuşmanın gölgeli yollarına çekilmelidir “düşman”: Orada her şey yeterince kötü gösterilebilir. Görünen köy, mutlaka kılavuza ihtiyaç duymaktadır. Kendi bozuk plağını döndürebilirler sadece, iyicil şeyler öfke ve tiksintiden başka bir şey yaratmaz onlarda. Karaduygululuklarına halel getirir her insani kıpırtı. Sorumluluktan köşe bucak kaçar, her fırsatı teper, yumruklarlar, tekmelerler. Her iyicil bakışı çatık kaşlarla karşılar, mevcut durumu iyiye götürebilecek her olasılığa koyu mu koyu bir tutuculukla yanıt vermekte gecikmezler. Onların “umut” ölçütlerine uyacak olsanız, kendinizi bulunduğunuz yerde ateşe vermeniz en iyisi olacaktır, neredeyse. Ancak yanarken alev ve duman çıkarmamalı, öylece küle dönmelisiniz. Nitekim, süpürülmeyeceksiniz; külünüz dağılıp gidecektir. Onların zaman ekonomisine uyacak olsanız, kimi pratik değişimlerin asırlar süreceğine inanmanız gerekir. Onların aciliyet kıstaslarıyla hareket edecek olsanız, yeryüzünün yeni buzul çağlarını beklemeniz icap edebilir. Bunlardan birini boğucu bir sorunla yüzyüze getirmeyi deneyin, ilk tepkileri agnostiklik kartını kullanırlar: “Bilmiyorum!”culuktur bu. Hemen her konuda birkaç kanaate sahip bu insanlar, evrenin gizemleriyle yüzleştirilmiş gibi agnostizme bürünür. Israrcı olursanız “Ebe değilim!” oyununa geçerek oradan uzaklaştıklarını görürsünüz. Ebe değilim: Ben bu topa koşacak kadar enayi değilim. Ebe değilim: Sorumluluk alacak kadar vicdanlı değilim. Mediokratlar bariz bir gerilik içindedir: Kendileri bunu görebilse. Önceki kuşağın muhafazakârlarına benzemez zamanımızın mediokratları. Önceki kuşağın vasatlarının –en azından– aklına uymayanları reddederken insaf, vicdan, nezaket gibi ölçütleri vardı; radikal önermeler onlara göre değildi belki, gelgelelim, aşmayacakları insani eşiğin gerisinden konuşur, eylerlerdi. Yenilik ve değişim isteyen, bekleyen, bunun için çaba harcayanlar karşısında heyecan kıpırtıları okunurdu ifadesiz yüzlerinden; empati duyguları da vardı, bütün lafazanlıklarına ve adamsendeciliklerine rağmen. Günümüzün sürümü, cep telefonunda sergilediği içten pazarlıklı, korkak, güdük klavye alaycılığından başka entelektüel varlığa sahip değil. Bir aygıta sıkıştırarak kendi benliğinin altını oyuyor; içinden çıkamayacağı bunalıma balıklama dalıyor. Mediokratlar kendi kendilerini mahvetmekte mahir: Yağmalanmadan kalmış benlik kırıntılarını içe patlamalarla, su yüzüne çıkamayan dijital nöbetlerle heba ediyorlar.
Mediokratların devranı yakından takip edişleri yok mu, bir anlığına gözlerini devrandan hiç ayırmamaları: Böyle yapmakla, tek gözle / bukalemun dikkatiyle onu izlemekle, devranı döndürmeye katkı sağladıkları varsayımına sıkı sıkıya tutunmuşlardır. Bu kadar uzun bakınca, devranın kımıldadığı yahut fırıl fırıl dönüverdiği sanısına kapılmaları işten değil. Devranı paranoyaklar, mediokratlar, vasatbilimci asalaklar değil gerçek akademisyenler her gün, her an döndürür aslında ve devran onlar için çoktan dönmüştür bile. Gözlerini bir yere dikerek beklemektense kolları, paçaları sıvamış, pisliğin ortasına dalmışlardır çoktan. Bu, neresinden bakılsa, çirkef kuyusunun ortasında oturup pis kokudan şikayet edenlere benzemekten iyidir.
- Kapak görseli "Never Look Away" filminden alınmıştır.
İlgili İçerikler:
-
Pomi’nin Güncel Türkiye Mimarlığına Müdahaleler Kitabı
Üniversitede 2023 bahar dönemi paramparça geçti denebilir: Şubat’taki depremlerden sonra Nisan’a kadarki boşluk; ardından seçimler sebebiyle Mayıs’ın ilk haftasından başlayıp Haziran’da –bile– toparlanamayan bir dönem oldu.
-
Gök Gürültüsü ve Saatin Tiktakları
Azgelişmiş ülkeler kadar birinci dünya ülkelerinin de temel problemlerinden birinden ve onun modern yaşam içindeki ağırlığından 1937’de kapsamlı biçimde bahseden Robert Musil olmuştur. Musil’i –aradan geçen seksen küsur yılın ardından– izleyecek olursak, ignoramus ilkesi uyarınca, günümüzdeki ahmaklığın kertesi bugünden ancak tahmin edebilir; yirmi ikinci yüzyılın müstakbel bilimlerini sayıklamalarla dile getirmediğimiz ne malum?
-
Loos’un Süsleme Karşıtlığının Lucretius ve Adorno Bağlamında Eleştirisi - 2/2
Yapısal olanı saflaştırma düşüncesi, süslemeyi yarattı: Olanaksız bir tasarı. Adorno’nun bu vurguları, iki farklı eleştirel güzergâhla ilgili. İlkini 1990’larda Mark Wigley, White Walls, Designer Dresses’da kapsamlı biçimde ortaya koyar...
-
Loos’un Süsleme Karşıtlığının Lucretius ve Adorno Bağlamında Eleştirisi - 1/2
Adolf Loos’un Ins Leere Gesprochen (1921) (Spoken into the Void) adlı kitabına dahil ettiği ünlü süslemecilik karşıtı metni "Ornament und Verbrechen" hakkında daha önce yazdıklarıma dönecek değilim; 2008 yılında yayınladığım "Mimarlıkta Süsün ve Suçun Yüz Yıllık Anlamları" başlıklı makalemde, bahsekonu metnin dünden bugüne hangi bakımlardan eleştirildiğine ilişkin bir panorama çizmeye çalışmıştım.
-
Monokondiller Üzerine Yengeçlemesine - 2/2
Enis Batur, Tahta Troya’da, Sandık Odası ekiyle, mitleştirilmiş Ece Ayhan şiirini yeniden yapısökümcü bir üslupla yeryüzüne indirme girişiminde bulunduğunda yıl 1978’dir...
-
Monokondiller Üzerine Yengeçlemesine - 1/2
Monocondyle, kökü onuncu yüzyılda Bizans’a uzanan, kişiselleştirilmiş, kesintisiz el yazısı biçimlerin Yunanca adı. Aynı zamanda anatomik bakımdan tek (mono-) eklemli durumu da anlatıyor.
-
Delta: Suya Yazılmış Bir Proje?
Çalıştığım okulda, Giorgio Manganelli’nin küçük ama patlayıcı eserini, Centuria’yı hiç anmadan Delta adıyla bir öneri getirmeye karar verdiğimde, miladi Eylül 2022’yi gösteriyordu, Centuria İtalya’da çıkalı kırk üç, Türkiye’de yayınlanalı yirmi yıl olmuştu.
-
Festum Fluxorum Fluxus’tan “Gartenskulptur”a
'Belirsizlik ya da sanatsal kasıt içermeyen şeyler kavramı, soyutlamalar dünyasının yapaylığından dönüşü temsil eder.'