Gönüllülük Kültürü Üzerinden Kentsel Gelişim

BİLGEN COŞKUN DİLEK ÖZTÜRK JENNİE BJÖRSTAD

Bilgen Coşkun ve Dilek Öztürk; Curious Community 2019 kapsamındaki Şehirleri Birlikte Tasarlamak paneli sonrasında sosyolog ve Living Cities üyesi Jennie Björstad ile toplumsal kapsayıcılık, “evet kültürü” ve kentsel gelişimde gönüllülerin oynayabileceği roller üzerine konuştu.

Bize kendinden ve kariyerini nasıl geliştirdiğinden bahsedebilir misin?
Sosyoloğum. Birey ve toplum arasındaki ilişki her zaman ilgimi çekmiştir. Uluslararası adil ticaret konularından, halk sağlığı ve ötekileştirilmiş grupların yerel düzeylerdeki katılımına, farklı perspektiflerden kapsayıcılık ve eşitlik üzerine çalışıyorum. Bazen “biz”im, hizmetleri ve şehri kullanıcının ihtiyaçlarını sormaksızın tasarladığımızı deneyimledim ve yolum Living Cities’e çıktı! Living Cities, kapsayıcılık ve birlikte üretmek üzerine odaklanıyor ve kentin sosyal ve fiziksel halleri arasındaki ilişkiye karşı bütünsel bir yaklaşıma sahip.

Living Cities’in çalışma alanları nelerdir?
Living Cities, İsveç’te ve uluslararası ölçekte sürdürülebilir komüniteler yaratmak için yeni çözümler öneriyor. Kentsel gelişimin toplumsal yönleriyle çalışarak, daha kapsayıcı kentsel alanlar yaratmak ve yaşam şartları arasındaki farkları hafifletmeyi amaçlıyoruz. Çalışma alanlarımız arasında katılımcı ve ortak tasarımla planlama, bütünleşme ve kapsayıcılık, mobilite, iş birlikçi şehirler ve alt gelir grubuna yönelik gelişim var.

Nasıl bir metodoloji izliyorsunuz?
İnsanları ve paydaşları dinliyoruz. Yaklaşımımız diyalog ilkeleri, iş birliği ve şeffaflık üzerine kurulu; fiziksel ve toplumsal kentsel bağlam üzerine odaklanıyor. Birlikte daha kapsayıcı ve yaşanabilir şehirler yaratmak için belediyeler, hükûmetler, STK'lar, konut şirketleri ve çok taraflı kuruluşlarla ortak çalışıyoruz. Bunun yanı sıra akademik çevre ile kendi ilgi alanlarımızı keşfediyor ve geliştiriyoruz. Çalışmalarımızın genelinde cinsiyet, kesişimsellik, iş birlikçi üretim ve inovasyona vurgu var.

Equal Spaces, Swedish Institute’un geliştirdiği yaratıcı, akıllı ve kapsayıcı şehirleşmeyi amaçlayan bir proje. Bu proje kapsamında İstanbul’a davet edilmiştin. Peki Equal Spaces ve Living Cities hangi ortak değerleri taşıyor?
Living Cities’in sürdürülebilir şehirler yaratma amacı Equal Spaces ile tam olarak örtüşüyor aslında. Halkın gücüne inanıyoruz; yeni fikirler ve iş birliklerinin daha kapsayıcı şehirler için en elzem nokta olduğuna da. Böyle olunca, Swedish Institute ve Equal Spaces projesiyle olan işbirliğimiz oldukça doğaldı; çünkü aynı değerleri paylaşıyoruz.

Atölye’de Herkes İçin Mimarlık üyesi Sarper Takkeci ve mimar ve imeceLAB koordinatörü Onur Atay ile Şehirleri Birlikte Tasarlamak üzerine bir konuşma yaptın. Bu konuşmada hangi konular tartışıldı? Konuşmadan çıkan başlıca öğrenimleri bizimle paylaşır mısın?
Kapsayıcı, sürdürülebilir ve eşit kentsel mekanlar ve planlama üzerine tartıştığımızda, genelde kavramlar oldukça soyut olur. Bazen de “toplumsal” olan her şeyi kapsayıverir. Konuşmada hepimiz birlikte yaratmak, tasarlamak ve insanlar bir araya geldiğinde ortaya çıkan güç üzerine somut ve pratik örnekler sunduk. Kentleri geliştirme sürecinde kamu sektörü, yerel halk, konut şirketleri ve STK’lar ile iş birliği yapabilmek için birçok farklı aktör ve strateji gerektiğini gördük. Aynı zamanda, halkın katılımının kendi başına ne kadar güçlü olabileceğini de. Bana ilham veren, bilikte tasarlamak ve kentsel gelişim söz konusu olduğunda gönüllülerin oynayabileceği rolü öğrenmek oldu.

Yaptığın konuşmada çocuklar, kadınlar, yaşlılar gibi şehirde var olan farklı hedef gruplar çerçevesinde toplumsal kapsayıcılık ve eşitliğin öneminden bahsetmiştin. Senin bakış açına göre, kapsayıcı ve eşit bir şehir için fiziksel ve kültürel erişilebilirliğin temelleri nedir?
Basitçe cevaplamak gerekirse, erişilebilirliğin bağlamsallığı nedeniyle duruma göre değişir. Ancak, eşitsizliğin farklı boyutlarının farkında olmak, kenti kim için planladığımız ve inşa ettiğimiz üzerine bize birçok fikir verebilir. Bu ise farklı cinsiyet, yaş, etnik köken, yeterlilik ve sosyoekonomik kesimden gelen insanları sürece katmak anlamına geliyor. Farklı bakış açılarına, deneyimlere ve gündelik alışkanlıklara kulak verdiğimizde, erişilebilirliği varolanın daha büyüğü ya da gelişmişi olmanın ilerisinde anlamış olacağız.

“Co-building” (Birlikte İnşa Etmek) ve “Yes Culture” (Evet Kültürü) kavramları konuşmanın önemli bir bölümünü kapsadı. Bu kavramlar üzerinden kamusal alanın değerinin artması açısından, yerel ya da küresel ölçekte deneyimlerini bizimle paylaşır mısın? Çoğu zaman, katılımcı yöntemler planlama evresinde uygulanır ve yapı tamamlanana kadar tedarik ve inşa süreci yıllar alabilir. Ancak inşaat öncesi alan hala kentin bir parçasıdır. Bazı şehirler bu süreçte, bu alanları kullanmanın öneminin farkına varmış durumda.

Sunduğum örnek Gothenburg, İsveç’tendi. Kent, mimarlar ve STK’lar yerel halkı istifade edebilecekleri bir alanı birlikte tasarlamaya davet ediyor. İnsanlar daha önce yapılmış eskiz ve planlar olmadan, saunalar ve oyun alanları yaratmak için bir araya geliyor. Böylece, kalıcı olacak yapı henüz yokken boş bir alana kimlik ve değer atfedilmiş oluyor.

Gösterdiğim bir diğer örnek ise, yerel insiyatiflere mümkün olduğunca “evet” demeye karar veren bir belediye planlama bölümündendi. Fikirler geliştirildiğinde, kabul edildiğinde ve kentliler tarafından sahiplenildiğinde uzun vadede olumlu değişiklikler vermesinin daha muhtemel olduğu, edinilen deneyimdi.

Yaşanabilir kentler üzerine birçok liste görüyoruz. Sizin açınızdan bir şehri yaşanabilir yapan nedir?
İnsanlar iyi bir yaşam kalitesine sahip olmalı. Yaşanabilir bir kent, insanların hoş karşılandığı ve hayatını sürdürebileceği, sevebileceği, büyüyebileceği, çalışabileceği ve hareket edebileceği bir yerdir. Bir alanı planlamak ve tasarlamak yaşam kalitesini artırmanın çok önemli bir parçası. Kentin fiziksel tasarımı kamusal alanlarda buluşmak ve zaman geçirmek için mekanlar sunuyor, fiziksel aktiviteleri teşvik ediyor ve güvenliği sağlıyor olabilir. İyi eğitime erişim, barınma, sosyal destek, sağlık hizmetleri, iş olanakları ve toplu taşıma da yaşanabilir şehir için aynı derecede mühim. Bu, çok paydaşlı yaklaşımlar gerektiriyor. Bu nedenle birlikte yaratmak ve ortaklıklar üzerine vurgu yapıyoruz. 2030 Gündemi’nin kimseyi geride bırakmama hedefinin burada anahtar nokta olduğunu düşünüyorum.

NOTLAR:

1 Curious Community 2019 etkinlikler serisi, The City and its Stakeholders başlığıyla ATÖLYE, 3dots ve Swedish Institute işbirliğiyle gerçekleştiriliyor.
2 Söyleşiyi Türkçeye çeviren: Şeyda Özcan

Etiketler:

İlgili İçerikler: