Jenerik Ada
İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisansı 2015 Güz Döneminde, Sinan Logie ve Augustin Reynaud tarafından yürütülen “Ütopya/Distopya” atölyesi kapsamında geliştirilen “Jenerik Ada”, kurgusunu Rem Koolhaas’ın jenerik kent makalesinden alarak bir “yersizleşme” senaryosu üretiyor.
“Jenerik Kent bu yıkıcı bağımlılık döngüsünden kurtulur: Şu andaki ihtiyaç ve becerisinin yansımasından başka bir şey değildir. Tarihi olmayan kenttir. Herkes için yeterince büyüktür. Kolaydır. Bakım gerektirmez. Fazla küçük gelirse, yalnızca genişler. Eskidiğinde kendini imha eder ve yenilenir. Her yerinde eşit şekilde ilginç ya da sıkıcıdır. Tıpkı bir Hollywood stüdyo arazisi gibi yüzeyseldir, her pazartesi sabahı yeni bir kimlik üretebilir.” (Koolhaas, 1995)
Jenerik Ada projesi, İstanbul’da inşaatı devam eden 3. Havalimanı’nın hemen yanında kurgulandı. Hedef kitlesi havalimanına gelen turistler olmak üzere halka açık, 500x500m’lik bir plana sahip bir tema ada olarak tasarlandı. Ada, adını ve kurgusunu Rem Koolhaas’ın 1995 yılında yayınladığı “Generic City” makalesi üzerinden tanımlıyor. Kitle turizminin talep ettiği bütün imgeselliği bünyesinde barındırıyor. Adada; turizm şirketlerinin çizdikleri gezi rotalarının uğradığı noktalardaki görece simge yapıları; eğlence, kültür, yemek ve alışveriş merkezlerine dönüştürülmüş tarihi yapılar ve sadece konaklamak isteyenler için otelleri bulabilmek mümkün. Adadaki tüm yapılar orijinallerinin birebir ölçülerindeki replikalar. Bu röprodüksiyonlar orijinallerinden malzeme ve işlev farkı ile ayrılıyor. Adada bulunan bütün yapılar aynı malzemeden üretildi ve yer yer ana taşıyıcı görevini üstlenirken yer yer de dolaşım mekanları olarak konumlanıyorlar.
Projenin senaryosuna göre talep artarsa ada genişleyebilir, çoğalabilir ve çeşitlenebilir. Jenerik Ada, kurgusuyla distopik bir çerçevede ele alınmalı. Jenerik Ada karşı ütopyasının mutlak totaliterliğinin işleyebilmesi için de bu koşulların var edilmesi zorunlu. Bu “yok-yer”de her şeyin tanımlı kalması gerekli çünkü ancak bu şekilde varlığını sürdürebilir. Burada, zaman-mekan özne, dolayısıyla da tarih işlemez bir durumda. Projenin sorunsallaştırdığı temel mesele “yer” kavramı. Mimarlık yersizleşse nasıl olurdu? Bu “yer olmayan yer”, tüm bu yer tanımlarının aksini iddia ediyor ve yerine ait olmayan yersiz bir nesneye dönüşüyor. Kendi ile birlikte içinde barındırdığı tüm öğeleri ve dolayısıyla da tüm ziyaretçileri varoluşundan koparıyor, soyutluyor ve kimliksizleştiriyor. Bünyesinde ne anı biriktirebilen ne de tarihsellik barındıran, varoluşu bağlamında yüzeysel bir temaya dönüşüyor. Kitle turizminin bütün taleplerine cevap verebilirken, kent kimliğini ve yaşantısını bütünüyle yok sayıyor ve değersizleştiriyor.