Dirty Dancing

SİNAN LOGİE

“Hepimiz oradaydık işte - dedi yaşlı Qfwfq, - başka neresi vardı zaten? Uzay boşluğunun olabileceğini, henüz kimse bilmiyordu. Zamanı da, öyle; zamanı ne yapacaktık ki, orada öylece balık istifi dururken?

‘Balık istifi’ dedimse, hani edebi bir benzetme yapayım diye: gerçekte istif olacak yer bile yoktu. Her birimizin her bir noktası, ötekilerin her noktası ile kesişiyordu, bu da hepimizin bulunduğu tek bir noktada oluyordu.”

Italo Calvino, Kozmokomik Öyküler’’,* 1965
*Can Yayınları, 1995, s. 49/4

Bölümümüzün adı “Zincirleme Reaksiyonlar” olduğuna göre, ikinci yazımın başlığını Mert Eyiler’e adıyorum. Mert’in saçlarını 1990’ların gençlik filmi Dirty Dancing’teki Patrick Swayze gibi tarayabilmek için saatlerini ayna karşısında geçirdiğinden değil elbette, geçenlerde “kirlilik” üzerine yaptığımız konuşmanın bir devamı olarak.

Toplumsal olarak kabul görmeyen kirlilik, çevremizin bir parçası. Sadece fiziksel mekan açısından değil, aynı zamanda kişilerin davranışları açısından da. Bilinçli ya da bilinçsiz gündelik yaşamlarımızda kirlilikle dans ediyoruz. Yine de ilginçtir ki kirlilik, gelecek öngörülerimiz arasında hiç yer almaz. Konu İstanbul’un geleceği olduğunda, yansıtılan hayaller epey göz kamaştırıcı. Metropolisin yeniden düzenlenmesi gündemde ve pırıl pırıl olacak.

Yetkili makamlarca tanıtımı yapıldığı üzere İstanbul kendisinin temiz bir "render"ı haline gelme yolunda ilerlemekte. Politikacılar ve mimarların yardımıyla gayrimenkul yatırımcıları tarafından “Muhteşem Yüzyıl” ile “Blade Runner” arası bir şehir olarak hayal edilen bu yeni kent, özellikle bizim mesleğimiz için bir sorun kaynağı. Fiilen, bu kentsel “Spagetti Western”in üç aktörü arasında kimin "iyi", "kötü" ve "çirkin" olduğunun ayrımını yapmak gittikçe zorlaşıyor. Zira tümü pırıl pırıl. Çünkü burada bizler otoriter bir temizliliğin en yüksek noktasında ki saflıkla karşı karşıyayız.

Saflık hiçbir eleştiri kabul etmez. Fazlasıyla mükemmeldir. Geçmişteki hataların hiçbirini hatırmalaz, bugünü sorgulamaz. Tek bir gelecek tahayyül eder. Bilgisayar gibi temiz kapalı bir çevrede işler. Tam bu noktada, özellikle mimarların zihninde, Marshall McLuhan’ın "İletişim aracı mesajın ta kendisidir." sözü sürekli tekrarlanmalı. Soğuk Savaş’a hizmet etmek için geliştirilen bir teknoloji, bilgisayarlar, neden geleceği hayal edebilmemiz için tek araç olsun?

Özellikle sözde “Soğuk Savaş” olarak adlandırılan dönemin sonunun, mimarlık ofislerine bilgisayar teknolojisinin girmesiyle eşzamanlı olması, bu soruyu daha da kritik hale getiriyor. Dahası bu dönem aynı zamanda İstanbul’un küresel bir metropolis olarak uluslararası arenaya tekrar dahil olmasıyla da örtüşüyor. Bilgisayar ekranları sermaye akışlarını İstanbul’a yönlendirmeye ve birtakım "seksi renderlar" ile zemine sabitlemeye çoktan hazırdı. Kente, topoğrafyasına ve doğasına karşı savaş artık başlayabilirdi. İnsanlık tarihi pek nadiren böylesi kuvvetli bir mimari saldırıya tanık olmuştur. Ama yine de temizliğe yönelik beğeni gözardı edilmedi. Kartal’daki dünyanın en büyük adliye binası gibi bazı mimari örnekler, mimarların bu "saf" geleceğe olan katkılarının kanıtı gibi durmakta.

goersalco
Kartal Adliyesi Otoparkı

Ne ilginçtir ki, bundan 150 yıl önce, dünyanın en büyük adliyesi, mimar Joseph Poellaert tarafından Brüksel’de inşa edilmişti. Brüksel’lilerin "Adalet Sarayı" olarak adlandırıldığı bu bina, henüz kurulmuş olan Belçika Krallığı’nı yüceltmenin yollarını arayan yetkililerin ataklığıyla , büyük ve popüler bir mahallenin zorunlu tahliyesiyle elde edilen arazinin üzerine inşa edilmişti. O tarihten itibaren "schieven arkitek - yamuk mimar” bu mahalleliler tarafından kullanılagelen bir hakaret sözcüğü oldu. İstanbul’da yürütülmekte olan kentsel düzenlemelere bakacak olursak, bundan 150 yıl sonra İstanbul ve civarında, içinde "mimar" kelimesini barındıran birçok küfürün kullanılacağına dair iddiaya girebiliriz.

Bu hastalıklı temizliğin mimarlık sahnesine egemen olduğu bu bağlamda (mimarların websitelerindeki biyografilerinde kullandıkları gıcır gıcır siyah-beyaz portreler sadece küçük birer belirti) mimarlık okullarının geleceği için neler hissetmeliyiz? Etik olarak, mimarlık okulları, öğrencilerine kent suçlarının işleneceğini bilerek, yazılımları nasıl kullanılacaklarını öğretmeli mi? Bu sorunun yanıtını bilmiyorum ama temizliğe ve saflığa karşı savaş, büyük mimarlık ofislerinin boyutlarını ve saldırı gücünü azaltmakla kazanılacak.

Sistem içinde temizlik büyümeye sebep oluyor. Ve büyüme uzmanlaşmaya gereksinim duyuyor. Fakat uzmanlaşma böcekler içindir.1 Bu çerçevede, mimarlık uzmanlar arasında dosyaların manipülasyonu ve koordinasyonuna indirgenir. "Mekan" meselesi buharlaşır. Teknik gerçeklik, gerçek bilgiyi, yani mükemmel olmayan bir dünyaya dair çok noktalı bir bakışa sahip olma fikrini yutar. Mekanı yeniden fethetmek muhtemelen daha fazla fiziksel dahiliyetle mümkün olacak. Deneyselliğin ve evrimin yararına temizliği ve mükemmelliği bir kenara bırakmamız gerekecek. Bu noktada mimarlık okulları spor dersleri ya da fiziksel eğitimleri müfredatlarına eklemeyi düşünebilirler. Çünkü mimarlık ekranda işlemez. Bu kirli bir iş! Bedenle ilişki kurar.

Çevremizle ilişki kurduğumuz ana araçlarımız bedenlerimiz ve dillerimiz. Jacques Mehler ve Emmanuel Dupoux’ya göre dil, bireylerin zihinsel durumlarını tanımlar. "Bu zihinsel durumlar, içsel bir kombinasyon dahilinde, örneğin, matematikçilerin formülleri ya da doğal dillerin ifadelerinde olduğu gibi bir işaret ve semboller sistemiyle karşılaştırılabilir, Bu işaret ve semboller insan tarafından algılanabilir alan ve sınırları tanımlayarak zihnin dilini oluşturur... Ki bu da bizim tüm bilgi birikimimiz ve bunun içindeki mantıksal ilişkilerimizin tümünü belirler."2

Beyinlerimizin bu bilişsel yeteneği karmaşık dillerin oluşmasına yol açtı ve kurallarla ya da kültürel olarak paylaşılan davranışlarla birlikte bilim, kentlerde yaşamak gibi çılgınca bir projeyi olanaklı kıldı. Diğer taraftan, bu gerçekler ekonominin gereksinimleriyle ilintili olarak,bak insanların doğa üzerinde egemen olması gibi bir etki de yarattı. Bugünlerde bu ekonomik sistem, bizim varlığımızdan bağımsız olarak, kendine ait bir varlığa sahipmiş gibi gözüküyor. Bu soyut örüntüler ve geometriyle tanımlanabilen temel ihtiyaçların çok katmanlı birikimi sonucu oluşan kentler, kendilerini içine doğup yaşadığımız ekosistemler olarak kabullenmemizi sağlıyor. Temiz ya da kirli olsalar da orada yaşıyoruz. Tıpkı balık istifi ya da noktalar gibi.

Nerede olursa olsun, bir noktadan sonsuz çizgi geçirebilirsiniz. Bu çizgilerin bir kısmı mükemmel olabilir, bir kısmı da kirlilikle dans ediyor olabilir. İlkler sınırları tanımlarken, ikinciler sizi daha ileri gitmeye, şeyleri dönüştürmeye iter ki, bu da olası tek umut biçimidir.

1 International Society of Biourbanism’in kurucularından Stefano Serafini’den alıntı, Plato’nun eczanesi, 12 Aralık 2014, Londra Oteli, "Arkaik bir takvim olarak, harfler" konuşması ve "Phaedrus" okuması.

2 De la psychologie à la science cognitive» Jacques Mehler ve Emmanuel Dupoux, Le débat, Kasım-Aralık 1987, no: 47, s. 67

Etiketler:

İlgili İçerikler: