Kamusal Koni

HÜLYA ERTAŞ

Koray Malhan’ın tasarladığı Oblivion, ofisler için kamusal bir alanın nasıl olabileceğini, strüktürel bir çözümle mobilyanın bir arada ele alındığı bir sistemle araştırıyor.

Hülya Ertaş: Oblivion, aslında Koleksiyon’un yeni konsepti Açık Ofis’in bir parçası. O konseptin içinde nerede duruyor, tasarım buna bağlı olarak nasıl şekillendi?
Koray Malhan: Aslında bu benim için üç buçuk, dört senelik bir yolculuk. Fikir, Umberto Eco’nun teorisiyle başladı. Yazdığı ilk kitap olan ve avangart sanatı tercüme eden Açık Yapıt’tan yola çıktım. İlk okuduğumda çok etkilenmiştim. Sonra kitapta atıfta bulunulan ilgili diğer disiplinleri de okumaya başlayınca oldukça tasarımın dışında bir dünya çıktı karşıma ve benim için çok daha ilginç oldu. Çünkü “çizmeden tasarlama” olarak tanımladığım bir-iki sene geçirdim, hiçbir şey çizmedim. Oblivion tasarımının ilk iki senesinde hiç kalem ve kağıt kullanmadım, zihnimde tasarladım, benim için Oblivion’u tasarım olarak en farklı yapan o. Oblivion’un eskizleri olarak hep metni var, görseli yok. Eskizde ne olursa olsun, insan çizerken bildiği formları, daha önce gördüklerini, hafızasına yerleştirdiklerini çizerek başlıyor. Çizerek arayışın bana yeni bir şeyleri bulmakta çok bir şey getirmediğini hissettim. Metnin formdan ziyade, sebep-sonuç ilişkisi arayışı var. Açık iş teorisine kafa yordukça ofisi de mobilyayı da unuttum. Bu çağda tasarım yapılacaksa onun zihinsel özelliklerinin ne olması, nelerin sorgulanması gerektiğini araştırdım iki yıl boyunca. Açık Yapıt’ta gördüm ki aslında yaratım bir yerde bitmiyor, yani ustanın yaratıp bitirdiği ve ardından herkesin hayran olduğu durumdan daha farklı bir süreçteyiz artık. Şimdilerde birileri yaratıyor, birileri beğeniyor -hayran olmuyor ama beğeniyor- ve kullanıyor ve kullanırken diyor ki “Neden böyle farklı olmasın?” Bir ürünün insanlara nasıl tasarlanmasını istediklerini sorarak ortaya çıkarılamayacağı kesin. Ama bir ürünü kullanacak olan diğer profesyonellerle bir araya gelinen bir mecranın açılması, onların dahil olabileceği bir süreç yaratılması Açık Yapıt teorisine çok uygun. Özellikle de ofiste mimarların ve planlayıcıların işin içine girdiği, çok ciddi profesyonellerin katılımda bulunduğu bir süreçte bitmiş katalogdan ürün seçip yerleştirmenin ötesinde bu profesyonellerin de katılabilecekleri bir sürecin mümkün olduğunu düşünüyorum. Eve kanepe seçerken belki böyle bir yöntemden bahsedemeyiz ama ofis yerleşimlerinde bu söz konusu olabilir. Amacım, mimarların ikili, dörtlü ya da altılı iş istasyonları yerleştirmenin ötesine geçerek ofisin topoğrafisini kurgulayabilmelerine imkan tanımak. Mimarın zaten mesleki eğitiminden aldığı birikimini kullanarak onu bir küratör gibi güçlendirerek tüm boyutları, mekan kullanımını, doluluk-boşluk ilişkilerini, mekanların kamuya açık taraflarıyla bireye dönük olanlar arasındaki farkları kurgulayabilecek ve ofisteki tüm buradaki yapısal ilişkileri çözebilecek bir konumda tahayyül ettim. Dolayısıyla buna da izin verebilecek olan, bitmiş üründense kurgulanabilecek farklı ölçeklerin tartışmaya açılabileceği bir şeydir. Oblivion’un asıl çıkışı ve açık işle bağlantısı o.

fotoğraflar: onur kolkır
çizim: koray malhan

HE: Açık kavramı tasarımda “açık kaynak” üzerinden oldukça konuşuldu. Sözünü ettiğin açık iş ile açık kaynak ne kadar örtüşüyor?
KM: Tanımlar çok önemli. Mesela resmi olmayan organizasyonlar (non-govermental organisations) Türkçe’de sivil toplum kuruluşları olarak kullanılıyor. Oysa bir şeyin resmi olmaması onun illa da sivil olduğu anlamını taşımaz; bazı kurumlar var ki devlete ait değil ama pek sivil de değil. Nasıl ki bir kuruluşun resmi olması sivil olması için yeterli değilse, bir şeyin açık olması da onun demokratik olması için yeterli değildir. Bunlar bizi hızla sonuca götüren dolayısıyla bizi kandırabilen tehlikeli tanımlar da olabiliyor dolayısıyla kendi tuzaklarımızı yaratmamamız gerekir. Açık kaynağın bence güzel tarafı çok daha fazla kullanıcının farklı noktalardan dahil olabildiği ve aslında mülkiyetin bir şekilde geri çekildiği demokratik olana epey yakın bir ortam oluşturması. Açık iş ise tam da buna karşılık gelmiyor. İşi birisinin kapatmasını, “Ben bunu böyle söyledim, bu da böyle biline ve böyle dinlene” demesini aşıyor ve şöyle diyor: “Ben bunu böyle söylüyorum, bunu alıp söyleyecek kişiler de alıp kendi dillerinde söylesinler ama ben bunu demek istiyorum.” Caz müzik bunun bire bir karşılığı. Yani bir beste var ama onu hiçbir zaman aynı çalmıyor, besteyi yazanlar bile aynı şekilde duymuyor. Çünkü farklı yerlerde verilen konserlerde farklı hislerle o şarkılar çalınıyor.Bence bu, çok çağdaş. Bizim yaklaşımımıza bunu tercüme edecek olursam, bir kerede yapıp onu her zaman her projede her mimara uygun bir çözümmüşçesine sunmaktansa uygulaması, yeri, zamanı, bağlamına göre şekil alabilen kurgular daha çağdaş.

HE: Bugüne kadar ofis sistemleri hep modülerlik üzerinden gitti, sanki Lego oynanıyor ve bu oyun üç aşağı beş yukarı aynı parçaların yan yana getirilmesiyle kuruluyor. Yine de bu modülerlik, tasarımda özgürleştirici bir rol oynamıyor.
KM: Hatta özgürleştiriciymiş gibi yapıp aslen tüketicinin değil üreticinin işine yaradığını gizliyor. Zira modülerlik üretici için çoklu parça üretmede çok kolaylık sunuyor. Sonuçta ortaya çıkan durum, endüstriyelleşmenin, aslen sanatı, insanı, duyguyu, her şeyi evcilleştirmeye çalışan modernizmin getirdiği kabus. Rasyonalitenin yarattığı inanılmaz getiriler, büyük şanslar var ve onu bu şekilde yüceltiyorlar ama şimdi başka bir yerdeyiz ve o yüceltmenin etkisi altında olmamak gerekiyor. Kaldı ki o yüceltme, çok önemli adımlar attırdığı kadar çok kısıtlamaları da getirdi. Her şey en etkin, en verimli olduğu anda en güzel değil ki en verimsiz anında en güzel halde de olabilir. İnsanı en yüksek derecede performansla tanımlamak kadar insan olmayan bir şey olamaz. Hem rasyonalitenin önemini hem de içinde bulunduğumuz çağın gerçekliğini iyi bir dengeye oturtmak zorundayız. Modernizmin derdini de ama artık hayata başka şeylerin, katmanların, düzeylerin, nüansları da anlamak, başka renkler, ara tonlar olduğunu fark etmek önemli. Oblivion’da da endüstriyelleşme var çünkü fabrikada üretiliyor. Ben herkese özel bir şey yapıp vermeyi önermiyorum, çünkü bu onu çok pahalı ve ulaşılmaz yapar. Öte yandan herkesin istediği şeyi yapmasını, binlerce çeşit Oblivion üretmeyi de önermiyorum. Ben de endüstrinin sınırını kısıtlıyorum çünkü bunun belli bir matematiği var. Öncelikle belli ölçüden sonra kendini taşıyamayacağı strüktürel sınırları var, ardından gerçek bir yerleşimde alabileceği mekan boyutları var. Ama bu koşullar dahilinde üzerinde oynayabilir bir sürü ölçü var. Bir sınırlılık tabii ki var ama bu, endüstrinin verimliliğinin dışında bir sınırlılık. Bu, kişinin kullanımıyla, onu anlamlandırmasıyla yeni fırsatlar sağlamakla statik yapısının sınırlarını birleştirerek optimuma getirmeye çalışan bir ürün.

HE: Rasyoneliteden söz ettik madem, öyleyse şöyle sorayım: Oblivion ne işe yarıyor?
KM: İnsanın yaptığı her şeyin gerçeklikle alakasının olması çok önemli. Bir yandan gerçeküstü de çok hoş çünkü hayatın aslında bir sonrasına götüren tarafı. Oblivion’un gerçek problemlerle ilgilenen fakat gerçeküstüne yakın bir önerme kesitinde bir konumu var. Ofise dört buçuk metre yüksekliğinde altı metre çapında bir şey koymak gerçeküstüdür, kimse ofisinde böyle bir arayış içinde değildir. Ama öte yandan şimdiki ofisler o kadar sıradan ve konserve kutuları gibi dizilmiş kutulardan oluşuyor ki ortamı yumuşatmak için konulan ikili-üçlü kanepeler ve koltuklar bile belirli bir menüden seçilip konulduklarını gizleyemiyor. Böyle bakınca da hiçbir çekiciliği yok ve ürünler aradaki farkı görmek de mümkün değil. Bütün bunların içinde Oblivion, yer açmak istiyor, mekana bomba gibi düşüp normalde ayırmayacağınız bir yeri talep ediyor, var olmak için mekan boşaltması istiyor. Kentten örnek verecek olursak, bir park ya da göl gibi, ya da mesela Boğaz gibi düşünebilirsin. Boğaz’ın verdiği keyif, suya bakmamızda olduğu kadar metazori bir şekilde inşa edemediğimiz bir yer olmasından kaynaklanıyor. En azından bir sonraki inşa edilen yer ile aramıza mesafe koyuyor, o boşluk zorunluluğu getiriyor. Ofiste de en orada bir boşluk inşa edebilmek için Oblivion var, metazori bir şekilde bu beş buçuk metre çapındaki alana başka bir şey koyamıyorsun. Hatta boyutlarıyla etrafına öyle bir elektrik veriyor ki hemen yanına iş istasyonu da koyulamıyor çünkü etrafında da mesafe istiyor. Oblivion’un neye yaradığını soracak olursan metazori bir biçimde kamusal alan çalmaya yarıyor aslında. Ve kimseye ait değil. Herkes kullanıyor. Ve aidiyet ile kullanım arasında böyle bir ilişki kurduğu için hiçbir Obvilion kompozisyonu, kimseye ya da hiçbir şirkete ait olamaz. İster kütüphane, oturma alanı, toplantı ya da dinlenme odası, ister uyku alanı, sunum odası olarak kullanılabilir. Mimarla ve firmayla neye ihtiyaçları olduğunu konuştuktan sonra Oblivion’u ona göre kuruyor ve böyle bir alanı yaratıyoruz. Belki kapladığı alan nedeniyle üç tane iş istasyonu kaybediliyor ama verdiği etki, insanların orada bulunmaktan aldığı keyif, aklına gelen şeyler, bilmem kaçıncı iş istasyonunda mümkün olamıyor.

HE: Oblivion, yukarı doğru genişleyen ya da daralan olmak üzere iki farklı şekilde durabiliyor. Ergonomi, işlevsellik ve his olarak bu iki farklı duruşun ne gibi farklılıkları var?
KM: Oblivion dokuz derecelik bir açıyla konikleşen bir forma sahip. Onun duvarının bana doğru açılması ya da kapanması benimle dışarıdaki kişi, evren ya da bağlanmak istediğim fikir arasındaki ilişkiyi belirliyor. Yukarı doğru kapanan form, kendi içime doğru açılmaya, açılan ise kendi dışımdaki evrensel bilgi, düşünce ve düşlerle bağlantı kurabilmeme açık. Ama bu benim hissim, başkaları için farklı olabilir tabi ki. Yine de Oblivion’u tasarlarken aklımdaki kurgu buydu.

HE: Bileşenlerinden söz edebilir misin?
KM: Yerdeki daire ve yataydaki parçalar çelik, dikeydekilerin hepsi alüminyum, gövdeler de kontrplak üzeri keçe. Çerçeveyi dikmelerle yükseltip üst çerçeveyi tamamladığınızda strüktür ortaya çıkıyor ama kendi kendini taşıyamıyor ve sallanıyor. Yüzey plakları takıldığı zaman sistem stabil hale geliyor, yani yüzey plakları da strüktürün bir taşıyıcısı. Parçaların hepsi birbirlerine taşıtıldığı için hem malzemelerin her biri daha hafif olarak kullanılabiliyor hem de işlevsel olarak birbirlerini destekliyor. İçerdeki tüm parçalar da gene aynı strüktüre takılıyor, raflar, oturma birimleri, masalar vs. Elektrik tesisatı alüminyum dikmelerin iki yanından geçiyor. Bunların kapayıcı profilleriyse poliproplen karışımı plastik bazlı bir malzemeden ki kolayca sökülüp takılabilsin. Dairenin belirli bir açıyla büyümesi ve küçülmesi aslında ciddi bir strüktürel fırsat getirdi. Ve iki farklı çaptaki çemberin birleşmesi ile dikmelerin yatayları taşıması, dik açılı bir şeyi taşıyacağından daha rahat oldu. Bu sayede de içerideki mobilyalarda normalde yapamayacağım derecede masayı, rafı ayaksız çözebildim. Aslında mobilya işlevini gören ama mobilya olmayan birbirine yaslanmış yatay ve düşey düzlemlerin yarattığı heykelsi bir etki çıkıyor ortaya. Bu da aslında basit bir strüktürel çözümle olanaklı oluyor.

HE: Oblivion’un içindeyken formun ne olduğunun çok da önemli olmadığını hissediyorsun.
KM: Aynen öyle, bu kadar basit. Çünkü konu o değil. Çok konuşmuyor, sessiz bir tarafı var. Onu seviyorum çok, antik şeyler hep sessizdir aslında. Böyle çok bildik ve tanıdık bir hali var. Bir şeyi gördüğünüzde ilk başta ne kadar çarparsa üçüncü görmeden sonra o kadar bayatlar çünkü bir şeye on kere şaşıramazsın. Oblivion’un amacı şaşırtmak değil. Ve bu nedenle de kalıcı ve değişmeyen; çok temel ve çok eskiden gelen bir şey. Geçmişten gelen basit geometrileri kullanıp çok temel işlevleri çözen bir tarafı var, Oblivion’un çok güçlü tarafı bence o.

Etiketler: