Loos’un Süsleme Karşıtlığının Lucretius ve Adorno Bağlamında Eleştirisi - 1/2

LEVENT ŞENTÜRK

Adolf Loos’un Ins Leere Gesprochen (1921) (Spoken into the Void) adlı kitabına dahil ettiği ünlü süslemecilik karşıtı metni "Ornament und Verbrechen" hakkında daha önce yazdıklarıma dönecek değilim; 2008 yılında yayınladığım "Mimarlıkta Süsün ve Suçun Yüz Yıllık Anlamları" başlıklı makalemde, bahsekonu metnin dünden bugüne hangi bakımlardan eleştirildiğine ilişkin bir panorama çizmeye çalışmıştım1. Açıkçası Loos’un dillere pelesenk olmuş mantrasının ele alındığı metindeki mizojenik, homofobik ve ırkçı, bir o kadar da püriten retoriğe dair ne dense yeridir. Makalem 2008’de RH+Sanart dergisinin süsleme başlıklı dosyasında yayınlandı; 2015’te Betonart dergisinin Adolf Loos özel sayısında tekrar basıldı ve o günden beri, konuya kapsamlı biçimde dönme gereğini duymamıştım. Süsleme karşıtlığının çoktan geride kaldığını bugün de düşünüyorum ama hem o günden bugüne Oulipo ve ’Patafizik bağlamında yaptığım yeni okumalar (Bök, 1997) hem de arada atladığımı farketmediğim, Adorno’nun işlevselciliği konu alan metni, bende tekrardan süsleme konusuna bir çıkma yapma ihtiyacını doğurdu.

Adolf Loos © Getty Images

Bu yazıda eski bir kaynağa, Lucretius’un iki bin yıllık yarım kalmış başyapıtı De Rerum Natura’ya uğrayacağım ve süslemenin Gottfried Semper’in Bekleidung (giydirme) ilkesinden asırlar öncesine uzanan köklerine inmeye çalışacağım. Lucretius’un Epikuros’un atomculuğuna yaslanan yaklaşımı, doğanın atomlardan başlayarak varlıkları baştan uca sapmayla, bu kuir ilkeyle nasıl bezeyip varettiğini ortaya koymakta. (Gerçi yirmi birinci yüzyılda artık atomların bölünebilir olduğundan ve atom altı parçacıkların varlığından haberdarız.) Bu pasajlara yer verdikten sonra, Adorno’nun alaycı bir biçimde, süslerden arındırma çabasının bizatihi süslemeye (stile) dönüştüğünü dile getirdiği metnine yakından bakmayı deneyeceğim. Doğanın temsili meselesine dair mikro bir soruşturmanın ardından, süslemecilik karşıtlığının zaman zaman, bilimsellik kisvesi altında akademik yazıda kol gezdiğine dair kaygılarımı dile getirdiğim bir tartışmayla yazımı noktalayacağım.

Süsleme Karşıtlığının Panzehiri: Lucretius ve Sapma
Lucretius De Rerum Natura’da, atomların devinimine, sapmalarına ve özgürleşmelerine dair pasajlarında, süslemeciliği yerip küçümseyen, kargışlayıp kovan retoriği reddeder. Kanımca, kural dışına çıkmayı köktenci biçimde savunacak kertede ve çizgisel bir monotonluğun ölümcül olduğunu görecek derecede çağdaşımızdır ve eleştireldir. Bu yanıyla süsleme karşıtlığının ezeli panzehiridir.

De Rerum Natura’nın çevirmeni Martin Ferguson Smith, Lucretius’un atomların sapmasına dair argümanının, Cicero’dan Lord Macaulay’e, iki bin yıl sürmüş küçümseyici yorumların ardından, nihayet modern atom çağında yeniden itibar kazandığından bahsediyor (2001: xxvi). Smith, kitabı düzyazı formunda aktarmayı yeğler. Kitabın önemli özelliği, erkeğe atıfta bulunan İngilizcedeki cinsiyetli “he” zamirini kullanmaktan bile isteye geri duran ilk çeviri olmasıdır. Lucretius, atomların azıcık da olsa saptıklarını söylerken, süsleme teorisinin temelini atmış olabilir mi? Bu soruyu olumlu yanıtlamak kolay değildir ama tümden olumsuzlamak da mümkün görünmüyor. Zira birinci yüzyıla tarihlenen, neredeyse iki bin yıllık De Rerum Natura’da atom türlerinin kendine has duyumlar yarattıklarını okuruz; somut duyumsal farklarla atomların biçimsel özellikleri arasında ayrılmaz nedensellik bağları kurar Lucretius. Peşpeşe gelen iki örnek:


“…duyularımızı hoş bir şekilde etkileyebilen maddeler, düzgün ve yuvarlak atomlardan oluşur…”

(“…substances capable of affecting our senses pleasantly are composed of smooth and round atoms…”) (Lucretius, 2001: 45, 2: 403-405)

“Gerçek şu ki, duyularımızı rahatlatan her nesnenin atom bileşenleri bir miktar pürüzsüz olmalıdır…”

(“The truth is that the component atoms of every object that soothes our senses must have some degree of smoothness…”) (Lucretius, 2001: 46, 2: 421-422)


Lucretius © Wikipedia

Atomlar, pürüzsüzlükleriyle hoşa giden şeyleri yaratırlar; keza acı veren ve rahatsız eden şeylerde sivri ve batan atomları görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Naif görünmesine karşın Lucretius, müthiş bir sezgiyle olgulara yaslanır. Bir ışık huzmesinin etkisi altında her yöne uçuşan toz partiküllerine benzer şekilde, atomların biteviye ve dağınık görünen devinimlerinin bağlı olması gereken düzeni akılcı biçimde örnekler. Ama bunlardan önce, atomların sapmalarına dair o ünlü pasajları buraya aktarmak istiyorum:

"Atomlar, ağırlığa sahip olmaları nedeniyle boşluğun içinde aşağı doğru çekilirken, kesinkes öngörülemeyen zamanlarda ve yerlerde, bir hareket kaymasından başka bir şey olarak tanımlanamayacak bir dereceye kadar düz rotalarından hafifçe saparlar. Eğer sapmaya meyilli olmasalardı, hepsi dipsiz boşluktan yağmur damlaları gibi aşağıya düşerdi; birincil unsurlar arasında hiçbir çarpışma olmayacaktı ve hiçbir şey etkilenmeyecekti, bunun sonucunda da doğa asla bir şey yaratamayacaktı.”

(“When the atoms are being drawn downward through the void by their property of weight, at absolutely unpredictable times and places they deflect slightly from their straight course, to a degree that could be described as no more than a shift of movement. If they were not apt to swerve, all would fall downward through the unfathomable void like drops of rain; no collisions between primary elements would occur, and no blows would be effected, with the result that nature would never have created anything.”) (Lucretius, 2001: 40-41, 2: 210-220)


(…) "Yani atomların hafifçe, ama ihmal edilebilir derecede sapmaları gerektiğinde ısrar ediyorum, yoksa eğik hareketler hayal ettiğimiz izlenimini veririz."
(…) “…ama onların dikey yollarından hiç mi hiç sapmadıklarını kim anlayabilirdi?”
(…) “Ayrıca, tüm hareketler değişmez bir şekilde birbirine bağlıysa, yeni hareket değiştirilemez bir peşpeşelikle eskisinden çıkıyorsa, kader hükmünü ortadan kaldırabilecek ve sonsuz nedensellik zincirinin varolmasını engelleyebilecek ilk hareketi başlatan atomik bir sapma yoksa, dünyanın üzerindeki tüm canlıların sahip olduğu bu özgür iradenin kaynağı nedir?”

[(...) “So I insist that the atoms must swerve slightly, but only to an infinitesimal degree, or we shall give the impression that we are imagining oblique movements”
(…) “…but who could possibly perceive that they do not swerve at all from their vertical path?”
(…) “Moreover, if all movements are invariably interlinked, if new movement arises from the old in unalterable succession, if there is no atomic swerve to initiate movement that can annul the decrees of destiny and prevent the existence of an endless chain of causation, what is the source of this free will possessed by living creatures all over the earth?”] (Lucretius, 2001: 41, 2: 240-250)


Lucretius’un atomların sapmasıyla doğadaki çeşitlilik arasında kurduğu koşutluk bizi hâlâ etkiliyorsa bu, atomlara tanıdığı özgür irade taşıma ayrıcalığında yatmaktadır. Zira De Rerum Natura’da anlatıldığı haliyle, küçük sapmalar, yoldan çıkmalar ve arzunun tecelli etmesiyle birlikte, zincirleme biçimde kainattaki her tür varlık bütün cesametiyle gözler önüne serilmiştir ve bunun dayanakları ilahi değil cismanidir. Lucretius, varoluşu açıklamak için dogmatik nedenlere sığınmaya hiç yanaşmaz ve evrendeki tüm gücü, tek tek her atomun sergilediği özgür olma cesaretinde bulur. Dahası atomlar saltık bir tanımlanmışlıktan ziyade, devridaim içinde, sonsuzcasına türevler üretmektedir ki kendilerinden çok daha karmaşık oluşlara katılıp sonra bunlardan kopmakta, yeniden serbest kalmaktadırlar.

Baruch Spinoza © Wikipedia

Süsleme karşıtları, somut ve soyut kavramlara tümel, kapsayıcı ve evrensel izahlar getirebilen güçlü tanımlar sayesinde süslemeyi kovabileceklerini varsayıyordu. Öte yandan Spinoza, geometrik aksiyomları saltık olmaktan çıkararak, şekiller evrenine, eylemle sonucu eşitleyen bir açıklama getirmiştir. Ulus Baker, video kaydı alınmış seminerlerinden birinde, Spinozacı geometriyi açımlarken, “attributum”dan sözeder; aktif hareket içinde uzayda yer tutma anlamına gelir bu kavram.6 Baruch Spinoza, 1662 tarihli Treatise on the Emendation of the Intellect (Joachim, 1958: 96) adlı metninin bir yerinde, asal geometrik biçimleri bu hareket / varlık denkleminden ele alır. Şöyle ki, bu açıklamada nokta, hareketle hareketsizliğin birbirine özdeş olduğu yerdir. Doğru, noktanın doğrusal bir yol boyunca hem durup hem de kendisini aktarmasıdır. Baker, seminerin burasında, aktarımın Spinoza’da translatio veya çeviri sözcüğüyle karşılandığına dikkat çeker. Baker bu koşulu da açıklar: Doğrunun bir ucunun sabit, ötekinin hareketli olduğu varsayılmıştır. Bu durumda daire, bir ucu sabit bir doğrunun çevrilmesiyle oluşan düzlemdir. Yani çember ancak eylemle varolmaktadır. Küre, bu durumda, çapının bir ucundan sabitlenmiş yarım dairenin, ekseni etrafında döndürülmesiyle oluşan cisimdir (Joachim, 1958: 96)7. Baker bu geometrik tanımların sabit olmadıklarını da ekler, çünkü Spinoza için tanımlar, varlığın tüm yönlerini içermekten ziyade, jenerik tanımlardır: Causa proxima veya yakın neden (samimi neden, diye de ekler Baker), varlığı descriptio gibi tümel şekilde kuşatmaya kalkışmaz, varlığın sadece bir boyutunu açığa çıkarır. Bu da düşünürü kürenin gerçek bir tanımı olamayacağı sonucuna götürür Baker’e göre. Küre doğada bulunmayan, zihinsel, rasyonel bir varlıktır, yani fiziksel değildir. Kürenin varlığı sıkı sıkıya eyleme bağlı kılınmıştır: Yarım daireyi çap ekseni etrafında çevirdiğimiz ölçüde küre vardır. Çevirdiğimiz yarım daire sabit bir tanım değildi, bir eksene bağlı bir doğrunun hareketiyle açığa çıkıyordu, hatırlanacağı üzere. Şu durumda, kürede faal olan şey, yalnızca kendini doğrusal bir yol boyunca hem duran hem de aktaran noktanın, doğruyu yaratması ve buradan dairenin, ondan da kürenin türeyişidir. Çok katmanlı eylemlikler dizisi, boyutsuzluktan üçüncü boyuta taşır. Kürenin causa proxima’sı, hareketlenen ve kendini aktaran (translatio) nokta, attributum yoluyla, hareketle, eylemle varolur. Görüldüğü gibi Spinozacı geometri, sabitleyip donduran modernist diskurla karşıttır. Baker’e göre, Leibniz’in uzaklık yerine yakınlığı temel alan yaklaşımı, on dokuzuncu yüzyılda Bernhard Riemann’ın yüzey teorisine ve hiperbolik geometriye katkılarıyla tanınan on dokuzuncu yüzyıl matematik bilginlerinden Nikolai Lobachevsky’ye ilham vermiştir. Spinozacı geometri tanımları, attributum ilkesi ve causa proxima, geniş anlamıyla arzu alanına göndererek düşünceyi kesinliğin arındırmacı tahakkümünden kurtarır, özgürleştirir.

Adorno’da Loos ve Süsleme Sorunu
Süsleme için bir köken arayamayız; ancak asli unsurları bulmak için daima köken bilgisine, soykütüğe ihtiyaç duyulur. Denebilir ki süslemenin kökensizliği onun asli özelliğidir. Bu kökensizlik, soğanın çekirdek içermemesine benzer. Soğanı soydukça ortasına yaklaşırız ama meyve gibi bir çekirdeği yoktur; her katman soğanın kendisidir. Süslemeyi bağımsız bir varlık olarak hayal etmekte zorlanan modernistler, onu asli unsurlara yapışmış bir parazit gibi görmeyi yeğledi. Dolayısıyla süsleme üzerine bir yapı kurmak onlara olanaksız görünür. Süslemeleri eksiltilerek bir yapıya ulaşılır ulaşılmasına da, sadece süslemelerden oluşan bir varlıktan geriye bir şey kalmayacağından, muhtemelen sonunda hiçliğe varılırdı. Belki de bu “hiç”, süslemenin nasıl sembol haline getirildiğini iyi anlatır. Süsleme, Nietzschegil bir yorumla şu da olabilir: Kişi, şeylerde, baştan o şeylere koyduklarını görerek şaşırır. Bunları, şeylerin ta kendisi, hakikat veya öz sanır; ki Nietzsche buna nedensellik yanılgısı adını verir. Nedenler hep bilinçli değildir, bilinç dışı nedenler de vardır (Nietzsche, 2017: 36)5 Süsleme de bu bilinç dışı alana aittir. Demek ki kişiyi beklenmedikliğiyle paniğe gark eden, bu sebeple de ikincillik / ötekilik alanına sevk edilenler, süslemeyle aynı kaderi paylaşır. Bilinç tarafından sürekli kovulmak istendiği halde süsleme, nihai şekilde kovulamaz çünkü bilinçle bilinçdışı birbirine diyalektik biçimde bağlıdır. Bu konuda Adorno’ya müracaat edelim:


“Kullanıma uygunluğunun yanı sıra aynı zamanda bir sembol de olmayacak pratik bir form yok denecek kadar azdır. (…) Freud’a göre, sembolik niyet, kendini uçak gibi teknik biçimlerle hızla ilişkilendirir. (…) Sembol olarak başlayan şey süs haline gelir ve sonunda lüzumsuz görünür. (…) Süslemesizlik, sembollere ihtiyaç duyulmayan bir (…) ütopya olurdu.”

[“There is barely a practical form which, along with its appropriateness for use, would not therefore also be a symbol. (…) To Freud, symbolic intention quickly allies itself to technical forms, like the airplane. (…) What begins as symbol becomes ornament, and finally appears superfluous. (…) The state free of ornament would be a utopia of (…) (being) no longer in need of symbols.”] (Adorno, 2005: 9, 10)


Süsleme kökensizdir ancak kapitalizmin yenilik çevriminde her yenilik bir gün süslemeye dönüşme tehdidi altındadır:


“Dün işlevsel olan, bu nedenle yarın zıddına dönebilir. (…) Süsleme eleştirisi, işlevsel ve simgesel anlamını yitirmiş olanın eleştirisinden başka bir şey değildir. (…) Kullanım nesneleri, artık kullanım dışı kalacak şekilde yerlerinden edildikleri veya devre dışı bırakıldıkları anda anlamlarını kaybeder.”

[“What was functional yesterday can therefore become the opposite tomorrow. (…) Criticism of ornament means no more than criticism of that which has lost its functional and symbolic signification. (…) Articles for use lose meaning as soon as they are displaced or disengaged in such a way that their use is no longer required.”] (Adorno, 2005: 6)


Theodor W. Adorno

Adorno’ya göre bugün tuhaf kaçan, yarın önem kazanabilir. Loos, teknolojik yeniliğin sağladığı üretim kolaylığının biçimlere kısadevre yaptırtan süsleme-karşıtlığına ne oranda yaslanıyordu bilemem ama, şu bir gerçek ki, süslemeyi devamlı sûrette kışkırtıp çoğaltan şey, bir öncekini devre dışı bırakarak onu süsleme durumuna düşüren, bant hattının ta kendisidir. İşe yararlık, amnezik modern toplumumuzda günden güne aşındırılan bir olgudur, hiçbir meta bu aşınmaya uzun süre dayanamaz. Sapma burada bir kez daha kendini gösterir; zira toplumsal süreç ilerler ve tüm planlamalara karşı, amaçsızlık ve irrasyonellik açığa çıkmayı sürdürür Adorno’ya göre (2005: 8). Nitekim, süslemenin meta üretimine içkin ironik boyutuna dikkat çeker düşünür:


“Böylece kendi kendiyle dalga geçmeyle sonuçlanan bir çelişki ortaya çıkıyor (...) Eğer bir reklam, süslemeci bir fazlalık içermeksizin tam manasıyla işlevsel olsaydı, artık bir reklam olarak amacını yerine getiremezdi.”

[“Thus a self-mocking contradiction emerges (...) If an advertisement were strictly functional, without ornamental surplus, it would no longer fulfill its purpose as advertisement.”] (Adorno, 2005: 8)


Real advertisement of Coca Cola (From The Invention of Lying) filminden bir sahne, Kaynak: youtube.com

Bir reklam ilanında iç gıcıklayan bu fazlalık olmasaydı tüketicinin arzusu nasıl kışkırtılabilirdi? Loos da bu olgunun retorik boyutunun ayırdındadır. Adorno’ya göre, metalarda işe yararlıkla somut bir işe yaramama birbirinden tam manasıyla ayrılamaz çünkü bu ikilik tarihseldir: Süslemeler, çoğun devre dışı kalmış üretim tarzlarının kalıntılarıdır; bu yüzden:


“(…) Amaç-dışı estetiğin karşıtı olarak kurulmuş, kimyasal açıdan saf bir amaçlılık yoktur. En saf amaç biçimleri bile fikirlerden beslenir. (…) Hiçbir biçimin, amacına tamı tamına uygun şekilde belirlendiği söylenemez.” (Adorno 2005: 6-7)

"Böylelikle derin şüphemiz formüle edilmiş olur: Stilin mutlak reddi stil haline gelir. (…) Buna karşılık, süslemeyi katı bir şekilde reddetmesi, erotik sembolizmden duyduğu tiksintiyle bütünleşiyor.” (Adorno 2005: 8)

[“(…) there is no chemically pure purposefulness set up as the opposite of the purpose-free aesthetic. Even the most pure forms of purpose are nourished by ideas. (…) No form can said to be determined exhaustively by its purpose.”] (Adorno 2005: 6-7)

[“Hence our bitter suspicion is formulated: The absolute rejection of style becomes style. (…) In turn, his rigid rejection of ornamentation is coupled with his disgust with erotic symbolism.”] (Adorno 2005: 8)


İkinci bölüm için tıklayın.

Kaynakça

  • Theodor W. Adorno. 2005. [1965] “Functionalism Today”. Ed. Neil Leach, Rethinking Architecture, A Reader in Cultural Theory. London, New York: Routledge. pp. 5-18.
  • Anthony Ashton. 2003. Harmonography. A Visual Guide to the Mathematics of Music. New York: Walker and Company.
  • Christian Bök. 1997. ’Pataphysics. The Poetics of an Imaginary Science. PhD Thesis, York University, Canada: Ontario.
  • Stuart Gillespie, Philip Hardy (Eds.) 2010. The Cambridge Companion to Lucretius. UK: Cambridge University Press.
  • Harold H. Joachim. 1958. Spinoza’s Tractatus De Intellectus Emendatione, A Commentary. UK: Oxford.
  • Adolf Loos. 2014. Süsleme ve Suç (1929). Adolf Loos: Mimarlık Üzerine. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus, ss. 161-172.
  • Süsleme ve Eğitim (1929). Adolf Loos: Mimarlık Üzerine. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner, İstanbul: Janus, ss. 153-160.
    Lucretius. 2000. Evrenin Yapısı. Çev. Turgut Uyar, Tomris Uyar. İstanbul: İyi Şeyler.
    1. On the Nature of Things. Trans. Martin Ferguson Smith. Indianapolis, Cambridge: Hackett Publishing.
  • Friedrich Nietzsche. 2017. Putların Alacakaranlığı Ya da Çekiçle Felsefe Nasıl Yapılır?. Çev. Mustafa Tüzel. İstanbul: İş Bankası Yayınları.
    1. Twilight of the Idols: or How to Philosophize with a Hammer. London: Penguin.
  • Mark Wigley. 2001 [1995]. White Walls Designer Dresses. The Fashioning of Modern Arcihtecture. Cambridge: MIT Press.

URL
1 Levent Şentürk. 2008. Mimarlıkta Süsün ve Suçun Yüz Yıllık Anlamları. https://www.academia.edu/28249504/mimarlıkta_su_sün_ve_suc_un_yu_z_yıllık_anlamları_pdf (erişim: 14 02 2022)
2 https://evrimagaci.org (erişim: 14 02 2022)
3 https://www.youtube.com/channel/UCatnasFAiXUvWwH8NlSdd3A (erişim: 14 02 2022)
4 https://www.academia.edu/45113821/HarmonografidenSınırSonrasında_Diyagram_Betonart_59_2018 (erişim: 14 02 2022)
5 https://www.youtube.com/watch?v=asV8GebOA80 (Ahmet İnam, Nietzsche / Putların Alacakaranlığı okumaları 2/10, 27 05 2019, Ankara.)
6 Ulus Baker, Şubat – Mayıs 1998, Sanat ve Arzu seminerleri. (26 12 2020) https://www.youtube.com/watch?v=3LX4SSX9L1w&list=PLuzUG_OWgVKdvkEZ8fhzc6SrDRlCSVDfp
7 Corry Shores, 2008. Genetic Definition in Spinoza's Improvement of the Understanding §§91-97, with Deleuze's Commentary. Spinoza, On the Improvement of the Understanding (Treatise on the Emendation of the Intellect) (14 02 2022) http://piratesandrevolutionaries.blogspot.com/2008/12/genetic-definition-in-spinozas.html

Etiketler:

İlgili İçerikler: