Loos’un Süsleme Karşıtlığının Lucretius ve Adorno Bağlamında Eleştirisi - 2/2

LEVENT ŞENTÜRK

İlk bölüm için tıklayın.

Yapısal olanı saflaştırma düşüncesi, süslemeyi yarattı: Olanaksız bir tasarı. Adorno’nun bu vurguları, iki farklı eleştirel güzergâhla ilgili. İlkini 1990’larda Mark Wigley, White Walls, Designer Dresses’da kapsamlı biçimde ortaya koyar: Beyazlık bir ideal, bir sahne ve bir üslup olarak giyilir. Nitekim düşünür, beyazlığın tekinsiz bir biçimde, nazizmle ve faşizmle zirvesine ulaşan öjenik projeyle derin tarihsel bağlarını deşeler (Wigley, 2001). Diğeri, ilkiyle at başı gider ve genel anlamda feminist eleştirinin alanına girer. Nitekim Loos’un süslemeye dair söylemleri kapsamlı biçimde eleştirilip kınandı. Bu konuda, 2008 tarihinde yazıp yayınladığım makaleden, Loos’taki cinsiyetçi, mizojenik, homofobik vurgulara ilişkin eleştirel çalışmaları ele alan kısımlara bakılabilir.1 Süsleme, aldatıcı bir kavram: Süsleme asli bir şeye vurgu yapar; erkeğin kadına göre daima birincil kabul edildiği eril söylemlerin retoriğindekine benzer şekilde.

White Walls, Designer Dresses, Mark Wigley (Kaynak: tr.wikipedia.org)

Süslemeden kurtulmanın olanaksızlığına bir ek: Adorno’ya göre, pozitivistlerin şiiri kovmakta sonuna kadar gidemedikleri gibi, şiiri güvenilir ve tehlikesiz halde tutmak koşuluyla kabullendikleri gibi, Loos da süslemeyi tüm sanatlardan sonuna kadar kovmaktan imtina etmek durumunda kalır (2005: 7).

Adorno’nun 1965’deki “Functionalism Today” başlıklı konferansı, Mark Wigley’in mimarlıkta beyazlığın ikiyüzlülüğüne dair kitabından otuz yıl eskidir. Loos’taki puritan, burjuva ağzını net biçimde görür düşünür. Loos’un süsten arındırıcı aktöresiyle kapitalist iş ahlakının çakıştığı noktayı iyi bulgular ve sergiler Adorno (2005: 8):


“Zevk, burjuva çalışma etiğine göre boşa harcanmış enerji olarak görünür. Loos: (…) “Süs, boşa harcanan iş enerjisi ve dolayısıyla boşa giden sağlıktır. Her zaman böyle olmuştur. Ancak bugün aynı zamanda boşa harcanan malzeme anlamına da gelir ve her ikisi de boşa harcanan sermaye anlamına gelir. (…) Kârlılık normlarına göre (…) hiçbir şey israf edilmemelidir.”

[“Pleasure appears, according to the bourgeois work ethic, as wasted energy. Loos: (…) “Ornament is wasted work energy and thereby wasted health. It has always been so. But today it also means wasted material, and both mean wasted capital. (…) [According to the] norms of profitability (…) nothing should be wasted.”] (Adorno 2005: 9).


1965, aynı zamanda, Le Corbusier’nin öldüğü yıldır da. Adorno’nun aynı metindeki Le Corbusier yorumuna ek olarak şunları söyleyebilirim: Le Corbusier, şeylerin karmaşık ve hiçbir aksiyoma dayanmayan, dağınık büyüklük ölçülerine sahip oluşunda, arıtılması gereken, soylu olmayan bir şeyler görmüş olmalı. Bu rastgele büyüklükler, Modulor ile intizama sokulursa, bu süslemelerden, zaman ve enerji israfından başka bir şey olmayan bu rastgele farklılıklardan bir kalemde kurtulmak mümkün olacaktı. Loosgil sadelikten öteye geçen bu içkin, matematiksel, ilk bakışta görülmeyen, hatta belki içrek, bu nedenle de dışarıdan aracısız şekilde okunması olanaksız düzenek, kurulacak birliğin aracısıdır. Nietzsche açısından kabul edilemez olan bu sahte birlik (Nietzsche, 2017), kuşkusuz derin bir püritanizm olmanın ötesinde, sadece toplumu değil, kapitalist sistemi de gemlemeyi hedefleyen, koyu ve ezoterik bir ütopizm içerir. Kapitalizm ki gemleyen ve düzenleyendir, Modulor en başta da onu boyunduruğuna alarak bir tür meta-hükümranlık kurmaya yönelecektir. Nitekim kuramamıştır.

Modulor, Le Corbusier

Süslemenin Kaçınılmazlığı: Doğa ve Temsil Üzerine Mikro Soruşturma
Süslemeye bir de teolojik veçhesinden bakalım; tanrısallık ve ikincillik penceresinden. Tanrının iradesinin insandaki tecellisi dolaysızlık mıdır, dolaylama mı? İnsan ölümlü, olumsal varlıktır; geçiciliğiyle ikincil, maddi, “süslü” sayılabilir mi? Mutlak bir tanrı fikri karşısında, dolayımdan arınmış bir varlık bulmak olanaksızdır; her şey –kaçınılmaz olarak– ikinci derecedendir.

Günümüzde doğanın mutlak ve pragmatist izahlarından çıkılmakta, daha grotesk bilimsel teoriler pozitivist olanlarının yerini almaktadır. Ahtapotların benzersiz özellikleri hakkındaki veya dünyanın evrende tekil ve biricik olabileceği (What if the Earth Were Really Unique?) üzerine popüler belgesellerden bilimin oyunculluğunu gözler önüne seren bilimlere doğru yol alınmakta.2 3

Doğada bir kalıp, zorunlu ve işlevsel (evrimin değirmeninden geçmiş ve sınanmış) olmakla, tümden süsleme-dışı mıdır? Kalıplar doğada biteviye tekrarlanır: Matematikteki li dokuları, ayçiçeğinin merkezden dışa sarmallanan tohum dizilişindeki matematik, kar kristallerinin biçimleri, vb. Bunlar süslemeden başka bir şey değildir denebilir mi?

Folding Architecture bir tür mutlak süssüzlük, dolaysız bir katlama fenomeniyse de, alabildiğine barok, Adorno’nun Freudyen yorumuyla, sembolik değil midir?

Süsleme özneden ayrı düşünülemiyorsa, pür fenomen nedir? Süslemeden, ifadeden arî, salt varlık mı? Bu bir paradoks. Süslenmemiş olgular: Harmonografi bu mudur? 4 Ses fenomeninin dolaysız tezahürü müdür Harmonografın çizimleri (Ashton, 2003)? Saf matematik midir, salt diagram mıdır? Bir anlığına öyle olduğunu varsaysak bile, bu pür fenomeni görünür kılmak için gereken zanaat (sarkaçlı düzeneklerin kusursuz dengesi, sürtünmeyi azaltıp salınımı uzatmak için yapılan inceltmeler ve keskinleştirmeler, salınımın inceliğini yeterli hassasiyette kaydedecek özel bir kalem, kalemi dengeleyen kollar ve eklem yerleri, vb.) bir yana, ortaya çıkan “resim”, ölçülemezliği, işlev-dışılığı, fazlalığı, eğlencelik oluşu bakımından, süslemeden başka nedir?

Yazımın sonunda, süsleme meselesinde bilim alanında sekterci tartışmaların sonuna geldiğimiz bir eşikte, bu kez akademik yazıda hüküm süren kuralcılığın eleştirisine girişeceğim.

Sonuç Yerine: Bilimsel Yazı ya da Süslemeden Kaçınmanın Krallığı
Süslemenin caiz olup olmadığına dair tartışma bugün büsbütün demodedir, ne var ki başta akademya olmak üzere –alttan alta– önce neyin süsleme sayıldığı, arkasından da, bunların reddedilmesi gerektiğine dair söylemler geçerliğini korumaktadır.

Neyin yaratıcılık sayılıp neyin sayılmayacağına ilişkin tartışma, biçim tartışması görünümündedir. Bu, neyin has, gerçek üretim; neyin süsleme, fazlalık sayılması gerektiğine dair tartışmayla paralellikler taşır. İradeyi ve aklı önceleyen akademik yazı dünyamızda anlaşıldığı haliyle yazmak fiilini alalım: Yazıyorum, bu, ne yazacağımı apaçık bildiğim ve istencimle edimime (yazmak), dil dolayımıyla da fikirlerime yön verdiğim anlamına gelir. Yazıyorum, demek ki, ne yazacağımı baştan biliyordum; bu bilgiyle bilgisayarın başına geçtim ve düşüncelerimi bir bir kâğıda dökmeye koyuldum. Yazarken, yazan beden açısından, durumun bunca dolaysız, demek ki yalınkat olması gerçekten beklenebilir mi: Olsa olsa “pürüzsüzce” (bu noktayı Lucretius’un atomculuğu bağlamında ele almıştım) konuşulduğu, eylendiği iddia edilebilir bu perspektiften. Çünkü yazı, yüzde yüz “süsten arınmış” ve “sadece gerekli unsurlardan oluşan” bir varlık diye koyulunca, sözcükler ve harfler arasında, espaslar ve noktalamalar arasında, soluklanmalar ve hızlanmalar arasında –Lucretiusçu bir ifadeyle– hiç sapma gerçekleşmeseydi, atomların boşlukta dümdüz yol alışlarının çeşitlilik yaratamamasına benzer şekilde, hiçbir tutku kıvılcımı, yaratıcı şimşeklenme, duyumsal ürperti de duyulamazdı. Ne var ki akademyada bu hukuksallaştırılmış, yargı-benzeri biçem içselleştirilir, norm kabul edilir.

Akademik yazı pratiğinde dilin şeffaf olduğu öne sürülür; ne yazan kişi vardır ortalıkta ne de yazının kendisi: Salt araçsallaştırma. Metin neredeyse yalnızca, bilimsel kariyer yapmaya uygun, ölçüye vurulur, gayrişahsi kodlama düzeninin şaşmaz yansızlığından ibarettir: “Bilimin bilimsel bilimselliği”dir bu, totolojinin totolojisi. Akademik bukalemun: Bilimselleşmiş (yoksa hukuksallaşmış mı demeli) ben, bilimsel yazılarımla, bilim yapıyorum: Yani, içimdeki gereksiz ve bilimdışı her şeyi attıktan sonra, içinden gereksiz ve bilimdışı her şeyin atıldığı metnimle, içinde tek gereksiz (demek ki bilimdışı) şeyin bulunmadığı işin ta kendisini, bilimi icra ediyorum: “Hepimizin bilimini”. Oysa bu dilsiz dil, Theodor Adorno’nun Loos’un süslemeyi cürümden saydığı polemiğine cevaben öne sürdüğü üzere, biçimden arınma iddiasındaki biçemden başka bir şey değildir: Bu konu üzerinde yukarıda yeterince durmuştum.

Anlamlama ve idrak söz konusu olduğu müddetçe ifadeler, tümceler olacaktır. İfadeyse, onu dile getiren özne varsayılmadan olamayacağına göre, süsleme de zorunlu ve kaçınılmazdır. Nitekim “yazıyorum” diyen öznenin çizdiği, işe koyulduğunda varacağı yeri baştan bilen birinin kesin rotasına benzemez: Yazmak, yazıya ulaşana kadar, yazının koşullarını yaratmaktır; edimin süre süre, sonunda kimi somut yazınsal oluşumlara yolaçmasını sağlamaktır; metin blokları yoğunluklara dönüşebilecek şekilde koşullanabilirse yazı da oluşmaya başlar. Bununla da kalmaz, bloklar gitgide daha girift etkileşimlere girerek beklenmedik ifadelere evrilir. Kalıba dökülmüş gibi kesin görünmesine karşın tam bir kararsızlık halidir yazı; ifade, sarmallanan kararsızlıkların ortasında belirir. Yazı tıpkı Lucretius’un atomlarının saptığı gibi sapmalar gösteren harflerin, kaçışan kelimelerin, beliren, ansızın silinip yokedilen, sonra başka yerlerde belirmelerine yeniden izin verilen kelimelerin toplamıdır. Onların bu kaçışmaları, sapkınlıkları, aşırılıkları olmasaydı, yazı evreni diye bir şey hiçbir zaman ortaya çıkmazdı. Doğrusu, akademisyenlerin azımsanmayacak bir bölümünü bu kuruluk, bu felaket, bu tutkusuzluk, yani yazın-sızlık kadar sevindirecek hiçbir şey düşünemiyorum.

Kaynakça

  • Theodor W. Adorno. 2005. [1965] “Functionalism Today”. Ed. Neil Leach, Rethinking Architecture, A Reader in Cultural Theory. London, New York: Routledge. pp. 5-18.
  • Anthony Ashton. 2003. Harmonography. A Visual Guide to the Mathematics of Music. New York: Walker and Company.
  • Christian Bök. 1997. ’Pataphysics. The Poetics of an Imaginary Science. PhD Thesis, York University, Canada: Ontario.
  • Stuart Gillespie, Philip Hardy (Eds.) 2010. The Cambridge Companion to Lucretius. UK: Cambridge University Press.
  • Harold H. Joachim. 1958. Spinoza’s Tractatus De Intellectus Emendatione, A Commentary. UK: Oxford.
  • Adolf Loos. 2014. Süsleme ve Suç (1929). Adolf Loos: Mimarlık Üzerine. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus, ss. 161-172.
  • Süsleme ve Eğitim (1929). Adolf Loos: Mimarlık Üzerine. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner, İstanbul: Janus, ss. 153-160.
    Lucretius. 2000. Evrenin Yapısı. Çev. Turgut Uyar, Tomris Uyar. İstanbul: İyi Şeyler.
    1. On the Nature of Things. Trans. Martin Ferguson Smith. Indianapolis, Cambridge: Hackett Publishing.
  • Friedrich Nietzsche. 2017. Putların Alacakaranlığı Ya da Çekiçle Felsefe Nasıl Yapılır?. Çev. Mustafa Tüzel. İstanbul: İş Bankası Yayınları.
    1. Twilight of the Idols: or How to Philosophize with a Hammer. London: Penguin.
  • Mark Wigley. 2001 [1995]. White Walls Designer Dresses. The Fashioning of Modern Arcihtecture. Cambridge: MIT Press.

URL
1 Levent Şentürk. 2008. Mimarlıkta Süsün ve Suçun Yüz Yıllık Anlamları. https://www.academia.edu/28249504/mimarlıkta_su_sün_ve_suc_un_yu_z_yıllık_anlamları_pdf (erişim: 14 02 2022)
2 https://evrimagaci.org (erişim: 14 02 2022)
3 https://www.youtube.com/channel/UCatnasFAiXUvWwH8NlSdd3A (erişim: 14 02 2022)
4 https://www.academia.edu/45113821/HarmonografidenSınırSonrasında_Diyagram_Betonart_59_2018 (erişim: 14 02 2022)
5 https://www.youtube.com/watch?v=asV8GebOA80 (Ahmet İnam, Nietzsche / Putların Alacakaranlığı okumaları 2/10, 27 05 2019, Ankara.)
6 Ulus Baker, Şubat – Mayıs 1998, Sanat ve Arzu seminerleri. (26 12 2020) https://www.youtube.com/watch?v=3LX4SSX9L1w&list=PLuzUG_OWgVKdvkEZ8fhzc6SrDRlCSVDfp
7 Corry Shores, 2008. Genetic Definition in Spinoza's Improvement of the Understanding §§91-97, with Deleuze's Commentary. Spinoza, On the Improvement of the Understanding (Treatise on the Emendation of the Intellect) (14 02 2022) http://piratesandrevolutionaries.blogspot.com/2008/12/genetic-definition-in-spinozas.html

Etiketler:

İlgili İçerikler: