Kadın telefonuna, kedi yola bakıyor. Ahşap latalar, brüt beton strüktür parlak yeşile ve gün ışığına bakıyor. Biz ise bu görüntüyü izliyoruz.
İyi bakılmış bir ormandan geçerken, önce karmakarışık bir ağaç yığını görürsünüz. Sonra tam bir noktada bakarsınız ki, aslında hepsi düzgün sıralanmışlardır. Netlik.
Sabah uyanıyorum, aklıma ilk gelen dün akşam laboratuvarda başlatıp lojmana döndüğüm deney. Sonucu bir saate alacağız, acele etmenin alemi yok ama merak işte.
Tuğlalarla kurulu çemberleri görünce siz de benim gibi bunun bir Louis Kahn binası olduğunu bir çırpıda anlamış olsanız gerek.
Absürt ile gerçek arasında salınmak için harika bir egzersiz.
Olması gerektiği gibi olmayanların beklenmedik uyumuyla birlikte.
Mimar Dimitris Pikionis’in Atina’daki Philopappos Tepesi’ne çıkan yol için tasarladığı kaldırım döşemesine ve onun üzerine düşen ağaç gölgesine bakıyoruz.
Scarpa’nın yıllarca birlikte çalıştığı marangoz dostu için tasarladığı mezartaşından bir detay.
Hurma ağacının gölgesi bir kemere düşüyor, kesiti boyunca uzanıp yan duvara taşıyor.
Bir şehri kıymetli kılanın ne olduğuna ya da kentlerin nasıl olması gerektiğine dair yaygın kanı tıpkı dünyadaki her şey gibi değişip duruyor.