“Açık” – Ama Ne İçin?

OTTO VON BUSCH

Öğrenciyken bir seferinde karşılaştığım çok basit bir imaj, tasarım sürecini bir boru olarak düşünmek üzerineydi. Bu borunun bir ucuna ne koyarsanız koyun nihayetinde içinde sürdürdüğü yolculuk boyunca bir sonuca, ürüne ya da servise dönüşür. Hocamız o boruyu bir sona, daha yüksek bir amaca doğru yönlendirebileceğimizi ya da basitçe diğer tüm borularla aynı yöne doğru gitmesine izin verebileceğimizi vurgulamıştı. Ve bu borunun içine yararlı şeyler koyduğunuzdan emin olmalıydınız, iyi çalışılmış kullanıcı-araştırmaları ya da derinlemesine analizlerle sonunda iyi bir sonuç almalıydınız. Eğer borunun içini çerçöple doldurursanız büyük ihtimalle borunun öbür ucundan çıkacak olan şey de çöp olacaktır.

Boru imajı tabi ki de tasarım üzerine konuşmak için fazlasıyla basit. Bazı işler görece doğrudan olabilir ama tasarım süreçlerinin çoğu kafa karıştırıcı, yanlış ve kirli; belki de düz ve temiz su borularından ziyade yanlış döşenmiş kanalizasyon sistemlerine benziyorlar. Yine de bu metafor, tasarımı daha demokratik ve ilişki kuran bir çaba olarak açma çabamızda, tasarım ve karşımızdaki gerçek meseleler üzerine düşünmemize yardımcı olabilir.

Son on yıllarda katılım ve kullanıcı-dahiliyetinin tasarımın açılıp saçılması için ana stratejiler olarak görüldüğü “açık tasarım” ya da tasarım süreçlerinin işbirlikçi formları üzerine çok sayıda tartışma olageldi. Bunların birçoğu kullanıcıların tasarımda pay sahibi olması, bu dahiliyetin birçok alanda yararlı olduğu konusunda hemfikir gibi görünüyor. Tartışmalar genellikle bu açık dahiliyetin niceliği ve niteliği üzerine sürüyor: Bu belirli mesele için ne türden bir açıklık en iyisidir?

Açıklık birçok durumda bir tasarım sürecinin belirgin bir şekilde iyi vasıflarındandır: Yazılım gurusu ve açık kaynak savunucusu Eric Raymond’un da söylediği gibi, kullanıcıların doğrudan geribildirimde bulunmasına, hızlı prototipleme ve özyinelemeye, özgür kullanım ve dağıtıma olduğu gibi sürekli gelişime, kullanıcıların dahil olmasına ve herkesin kendi sırtını kaşıyabileceği şekilde müellifliğin bölüşülmesine de olanak verir. Evet tabi ki tasarım tanımı ve pazar güçlerinin tüm gündemi belirlemediği, daha “demokratik” bir tasarım fikri harika, özellikle de gündelik yaşamlarının tasarımında kullanıcıları karar alma süreçlerinin parçası haline getirebilirseniz.

Benim başlıkta dile getirdiğim soru ise daha çok açık sürecin kendisiyle alakalı. Ve bunun için bir kez daha süreci bir boru olarak ele alıyorum. Eğer bunu daha yakından incelersek onun her iki tarafından meseleye eğilmek istiyorum; ilk önce niçin (to what end) açık, ikincisi ne için (in what end) açık?

İlkinden başlayalım; tasarım niçin açık? Bir platformun açık olmasının amacı ne? Birlikte üretimi ve kitle kaynaklı projeleri desteklemek için açık olabilir, bu da katılım ve becerilerle emeğin paylaşımı anlamına gelir. Ya da sonuçların daha fazla yaygınlaştırılması, sonucun ister yazılım ister donanım olsun özgürce kullanılması, kopyalanması, değiştirilmesi ve yeniden dağıtıma sunulması adına açık olabilir; bu da onu açık kaynaklı yapar.

Ancak bu uğraştan doğan mühim bir soru var: Bu süreci kim kontrol ediyor? Zira süreç açık olsa bile sosyal durum ve işbirliği koşullarının kendi içindeki kontrol mekanizmaları çok karmaşık olabilir. Hatta bir şey açıksa bu arabuluculuğun sosyal dağılım sorunlarına yönelen gerçek bir müdahale olmaktansa, daha çok “bırakınız-yapsınlar” (laissez-faire) mantığının uzantısı olabilir. Yani, “açık” olmak, eşitliği ya da adaleti ille de destekliyor diyemeyiz, bunun yerine diyebiliriz ki açık bir süreç aslen sosyal adaletsizliği çoğaltıyor bile olabilir.

Örneğin, eğer bir projenin açıklığı herkesin gönüllülük esasına bağlı olarak o proje üzerinde çalışması anlamına geliyorsa, bu genelde bir ya da birden fazla işte tam zamanlı olarak çalışmayan ya da bakması gereken çocukları olmayan katılımcıların bulunmasını zorunlu kılar. Katılımcıların sesleri ve becerileri projeyi zaten hali hazırda güçsüzleştirilmiş, hayatları çok iyi giden bir grubun gereksinimleri ve fikirlerine doğru yönlendirecektir, her ne kadar sonuç özgürce dağıtıma sunulacak ve açık olsa da. Sonuç, en basitinden yaşlılar, göçmenler, engelliler ya da ailelerini geçindirmek için çift vardiya çalışanların gereksinimleriyle uyuşmayacak ya da doğrudan bir bağlantı kurmalarını sağlayamayacaktır. Bu grupların açık laboratuvara dahil edilmesi zor olabilir ama öte yandan tasarım camiasının gönüllü yardımına en çok gereksinim duyan grup olma ihtimalleri de oldukça yüksek.

Aslen Kendin Yap akımının ve yapmanın özündeki ideoloji, halihazırda güçsüz olanların marjinalleştirilmesi olabilir, onları güçlendirmektense. Yapıcı (maker) camianın özündeki anlatı, bireyi bir girişimci ya da kendi kendinin patronu olan bir fabrika olarak görme eğiliminde. Neoliberal ekonominin mevcut süreçlerini besleyen; dayanışmanın, sadakatin ve sosyal müştereklerin altını oyan bu akımın genel anlatısındaki ana soru şu: “Benim bu işten çıkarım ne?”

İkinci meseleye geçersek: Tasarım Ne İçin Açık? Açık kaynaklı lisansların, açık yazılımların ya da kod ve içeriğin birçok biçimi bir sürecin çıkış ucunun açık olacağını ve açık kalacağını garanti eder. Eğer borunun bir tarafından açık kaynaklı bir kod koyarsak, öbür uçtan çıkacak sonuç da açık ve özgür olmalıdır. Süreç, yani boru içindeki yolculuk etkilenmelere, kullanıma, gelecekte yeniden üretilmeye açıktır. Bu türden lisanslar, aynı zamanda yeni kod ya da içerik oluşturmada kullanılan yeni emeğin kamusal gerçekliğe açık olduğunu ve kalacağını da garantiler.

Ama son yıllarda gittikçe daha fazla görünür olan şu: birçok açık platform, kendine uygun kodlar ve modüllerle aslen kullanıma ve yeniden üretime açık olabilir ama ortak mülkiyete ya da kullanıcı ve katılımcılardan gelen etkiye açık olmayabilir. Bir kullanıcı olarak siz açık bir platforma her ne kadar zaman ya da emek harcasanız da platformun kendisinin üzerinde hiçbir gerçek kontrol size sunulmayabiliyor. “Açık” platform daha çok kapıları kilitli olmayan bir fabrikaya benziyor: Orada çalışabilirsin, bunun için gerekli makineleri ve araçları satın alabilirsin ama oranın yürümesi için hayati olan altyapı hala fabrika sahibi tarafından kontrol edilir.

Platformu, yani borunun ağzını kim kontrol ediyor ve gerçekten benim bu platformdaki üretimimden gerçekte kim kazanç sağlıyor? Mekatronik teçhizat ya da üçboyutlu yazıcılar gibi bugünün çok sayıdaki açık donanım platformunu ele alalım. Bu platformların birçoğunun muhteşem destekleyici toplulukları ve kurucuları var, bu kişiler zamanlarının çok büyük bir kısmını böylesi yaratıcı ortamları ayakta tutan işbirlikçi ekolojileri sürdürmek ve kolaylaştırmak için harcıyorlar. Oysa ben kendi işimin sonuçlarını kontrol etmekle mükellefken ve onu platformun kütüphanesine eklememe rağmen platformun kendisine yönelik ya çok kısıtlı bir kontrole sahip oluyorum ya da hiç olmuyorum. Platformun gönüllülük kurallarına uygun davranarak herhangi bir ortak mülkiyet iddiasından feragat ediyorum.

Borunun çıkış ucu açık, sonuçlar paylaşılıyor ama giriş ucu sıkıca kontrol altında ve hiç de açık değil. Boruyu elinde tutan, orijinal girdiyi sağlayan kişi, bu ucu sıkı sıkıya elinde tutuyor.

Bu nedenle şeylerin gerçekten “açık” olması için boru tasarımının bütünü üzerinde daha bilinçli olmalıyız, hem borunun giriş ve çıkış uçları hem de nereye doğru yöneleceğinin tasarımı önemli. “Açık” bu nedenle bir şeyleri bir araya getirip inşa etmekten daha eğlenceli bir şey, bize felsefenin ana sorularından birini sorduruyor: İyi bir kamusal yaşamı meydana getiren nedir?

Etiketler:

İlgili İçerikler: