Bekleme Odası: Çin Seramiği, Paris Apartmanı, Bir Cephe
Köşemizin bu ayki konuğu, mimarlık ve kuram alanının önemli isimlerinden Berin Gür. Koruma disiplininin temelde mücadele ettiği iki olguya vurgu yapmak istiyoruz bu sayıda: yıkmak ve unutmak. Yıkmanın ve unutmanın psikolojisi/sosyolojisi ile kültürel mirasın korunmasının ilişkisi/mücadelesi arasındaki bağıntıyı ve bu bağıntının kökenini anlamamız, korumanın bugün içinde bulunduğu açmazın düğümlerini çözebilmek için çok önemli görünüyor. “İnsanoğlunun içinde ve derinliklerindeki yıkma tutkusu ve unutma eğilimi ile köklerine, geleneklerine, bildiklerine ve anılarına (en azından söylem düzleminde) tutunma temayülü arasındaki çelişki nedir?” sorusundan hareketle, koruma meselesi ve yıkma-yok etme ya da unutma olguları arasındaki ilişkiyi sorgulamak istiyoruz ad infinitum’un bu sayısında Berin Gür ile. Murat Çetin
Uzun süreden beri “bekleme odası”ndayız. Bu, mimarlık kültürünün öncül yapılarını bilinçli bir çöküşe terk eden uzun süreçlerin arkasından gelen yıkımlarla ve yıkılma tehditleriyle yüzleştiğimiz ve hesaplaştığımız bir oda. Çok yakın dönemde, 2017 Haziran’ında, bir gecede apar topar yıkılmış olan İller Bankası binası1 (mimarı Seyfi Arkan, 1937) için; 2018 Şubat’ında yıkım için onay alan ve yıkılmakta/yıkılmış olan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM, mimarı Hayati Tabanlıoğlu, 1969) için; yıkılmış veya yıkılmayı bekleyen (isimlerini dile getirmekten ürktüğümüz) birçok bina için uzun süreden beri bekleme odasındayız. Ve bu odada olan biteni, sistematik ve rasyonel düşünce ile kavramamız pek mümkün görünmüyor.
Genel olarak bekleme odası bir ara alandır; doktorun, müdürün/yöneticinin, avukatın bekleme odasında olduğu gibi asıl hedefimiz olan ana odaya girmeden önce durduğumuz ve beklediğimiz ön oda. Beklemek, sanıldığı gibi durağan bir eylem değil, aksine, kişiyi düşünmeye, sorgulamaya ve yüzleşmeye iten bir hesaplaşma süreci. Bu anlamda bekleme odası da korkuların, endişelerin ve gerilimlerin açığa çıktığı, heyecanın yükseldiği, farkındalık ile birlikte kavrama ve algılama yetisinin yükseldiği, aynı anda umutların arttığı ve azaldığı, hatırlamak üzere hafızanın yoklandığı, unutulmak üzere olanların tekrar hatırlandığı bir oda.
Peki, bu odada olmamız, giriş paragrafında bahsettiğim yıkımlar bağlamında ne ifade ediyor?
Tarihi, “sondan bir önceki şeyler” olarak tesis etme derdindeki Siegfried Kracauer, “tarihsel gerçekliğin alanı”nı bir “bekleme odası” alanı (anteroom area) olarak tanımlar. Tarih ve tarihin kavranışı bağlamında dile getirdiği bekleme odası, ne o ne bu ne de şudur, fakat kesin olan bir şey vardır ki, son odadan bir önceki bu son oda, muğlaklıklarla doludur. Ona göre “...tarihle kendi zemini üzerinde hesaplaşırken, deyim yerindeyse bekleme odasında duruyoruzdur”. Devamında ise şöyle sorar: “Peki ama bekleme odasında kalışımızın önemi nedir ki? Boş yere sondan bir önceki şeyler üzerine odaklanmak yerine doğrudan son şeylerle uğraşsak daha iyi değil mi?”2 Kracauer’ın buna cevabı, bekleme odasında kalmamızın “içinde bulunduğumuz soyutluğu aşmamıza”, “şeylerin üzerinde değil, şeyler üzerinden düşünmemize” yardım ettiği ve böylece “dış dünyaya ait fenomenleri bünyemize katmamızı kolaylaştırarak bu fenomenleri unutulmaktan kurtardığı” şeklindedir.3
Dolayısıyla bekleme odası, nereden baktığımıza ve nasıl ele aldığımıza bağlı olarak anlam ve içerik kazanmakta. Ben onu, Kracauer’in bakışıyla ele alacağım çünkü Kracauer’ın bekleme odası, son odadan bir önceki son oda, içinde bulunduğumuz, geçmişin mimari kültürünü yıkan süreçleri ve yıkmak üzere her türlü bahaneyi üreten anlayışları kavramamız ve tartışmamız için oldukça zihin açıcı bir ara alan sunmakta. Bir binayı korumak ve sahip çıkmak zorunda hissettiğimiz/kaldığımız “an”, o bina üzerinde hatlarını ve içeriğini bulanıklaştıran toz bulutlarının dolaştığı; anlaşmazlık konusu olan meselelerin ortaya çıktığı “an”dır. Bekleme odasında olmak, bu anı daha net görmemize ve analiz etmemize yardımcı olacak. Bu anlamda bekleme odası, ne körü körüne sahip çıkma ne de umursamaz bir yok sayma yeridir. Aksine, yıkımlar üzerinden düşünmenin, yani yıkıntılar arasında dolaşarak bir felaket ve trajedi yaratmak yerine yıkıma dair tüm soyutlukları aşarak, tüm gerçekliği ile yıkımlarla yüzleşmenin yeridir.
Bu yazının başlığındaki “Çin Seramiği” ve “Paris Apartmanı”, yıkımlarla kendi zemini üzerinde hesaplaşan iki yıkım sanatçısının, sırasıyla Ai Weiwei ve Gordon Matta-Clark’ın işlerine, “Bir Cephe” ise AKM’nin cephesine işaret etmekte. Bu yazı kapsamında AKM’nin cephesine odaklanmam, sahip olduğu değerlerin salt bir cepheye indirgendiği anlamına gelmemeli. Başlıktaki şekliyle cepheyi kimliksiz/aidiyetsiz bırakmam bu kaygıyla ilgili.
Siyasi duruşlarını ve mevcut değer sistemleriyle ilgili dertlerini, kırarak veya yıkarak inşa ettikleri sanatlarıyla duyurmaya çalışan bu sanatçılardan Ai Weiwei kırılgan (fragile) ve çok değerli olan antika Çin seramiğini daha kırılmadan kırarak; Gordon Matta-Clark ise yıkımına karar verilen bir binayı daha yıkılmadan yıkmaya kalkışarak bizleri yıkım, korumama ve unutma meseleleriyle çarpıcı şekilde yüzleştirirler.
Gerçek antika seramiklerle oynayan ve bazılarını da kıran Çin kökenli uluslararası sanatçı Ai Weiwei’nin, İstanbul Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki “Porselene Dair” sergisinde yer alan “Ejderhalı Mavi-Beyaz Çanak Parçaları” (1996) ve “Han Hanedanı Vazosunu Düşürmek” (2016) çalışmaları, onun “kültür eserlerinin korunması konusundaki tutumumuza meydan okuyan eylemleridir”.4 Bunlar, bağnazca korumaya ve geçmişi silmek üzere umursamadan yıkmaya karşı meydan okuyan, bu ikisi arasında salınan işlerdir. Antika bir Çin kasesini kırarak veya 2000 yıllık bir Neolitik vazoyu düşürüp parçalayarak, Çin Kültür Devrimi’nde devletin halkı, kültürel mirasın mekanlarını ve objelerini, dolayısıyla geçmişi yok etmeye çağırmasını hatırlatır. Kırma ve düşürme sonucunda ortaya çıkan her bir parça (tarihsel, kültürel, toplumsal anlamda) çok değerli olan bütünü (kaseyi ve vazoyu) temsil eder ve böylece aslında değerli olan tüm çağrıştırdıklarıyla birlikte çoğaltılmış olur. Bu eylem ironi yoluyla, farklı etnik unsurlardan oluşan tarihiyle ve geleneğiyle yüzleşememiş bir ülkeye, tarihi silme ve unutturma girişimlerini hatırlatarak onu yıkımlarla yüzleştirir.5
Yaptığı işlerle bir anlamda almış olduğu mimarlık eğitimini eleştiren Gordon Matta-Clark’ın “Konik Kesişim (Conical Intersect)” çalışması, 1975 yılında 9. Paris Bienali için yaptığı, (Richard Rogers ve Renzo Piano’nun tasarladığı) Pompidou Merkezi’nin inşa edildiği sokaktaki 17. yüzyıl apartmanlarının yıkılmasını ve bölgenin soylulaştırılmasını eleştiren bir iş. Clark, inşaat halindeki Pompidou’nun hemen yanındaki yıkılmayı bekleyen 17. yüzyıla ait iki konut yapısını kesen, eğik konik şeklinde muazzam bir delik açar. Cem İleri’ye göre bu delik, eski binaların içini dışarı çıkarırken, aynı zamanda da eski tarihi sokağa ve inşa edilmekte olan sanat merkezi yapısına bakan büyük bir “gözdür”; “yaşlı binanın hapsedilmiş güçlerini sadece bir delik açarak serbest bırakan öteki gözdür bu.”6 Delik, yıkılmayı bekleyen bu yapılarda, içi doldurulamayacak büyük bir boşluk açar. Bu, fiziksel ve algısal bir boşluk olmakla beraber, aslında yitip gidecek olanı fark etmemizi sağlayan, onu tüm gerçekliğiyle dışarıya gösteren bir boşluktur.
Ai Weiwei ve Gordon Matta-Clark’ın işleri, Kracauer’ın bekleme odası olarak tanımladığı alanda yapılır. Unut(tur)mamak ve hatırla(t)mak için kıran ve yıkan bu iki sanatçının gerçekte yaptığı, sondan bir önceki yıkımdır; yıkımlar üzerinden düşünmek için yıkımı önceleyen düşünsel bir eylem. Biraz daha açacak olursam; yıkıma, unutmaya, korumamaya dair bütün resmi tüm gerçekliğiyle görebilmek için ona farklı mesafelerden bakmak gerekir. Sondan bir önceki yıkım bu mesafelerden biridir; yakın çekim yaparak doğrudan meselenin kendisine odaklanır; körleşmemize engel olmak, bilinçaltında bastırılmış haldeki sorunları açığa çıkararak onlarla yüzleşmek üzere ara alan açar. Yıkım ve yapımın7 aynı anda gerçekleştiği ve iç içe geçtiği bu ara alanda her şey bulanıktır, muğlaktır.
Mahallenizde, sokağınızda, şehrinizde olup da (deprem, yangın gibi sebepler dışında) yıkıl(a)maz olduğunu düşündüğünüz bir bina var mıdır? George Perec benzer bir soruyu, Yaşam Kullanma Kılavuzu’nda Paris için sorar ve “Bir insanın, bir ailenin hatta bir sülalenin gözünde bir kent, bir sokak, bir ev değişmez, zamandan ve yaşamın içine giren olaylardan etkilenmez gibidir” derken bir yandan da “... topraktan binaları fışkırtan aynı ateş, bundan böyle onları yıkmaya girişecektir”8 diyerek içinde bulunduğumuz yapısal çevreyi şekillendiren çelişkiye dikkat çeker. Sonuçta, Pompidou Merkezi’ni inşa eden de onun inşası için mevcut olanı yıkan da aynı iradedir.
Peki, bir mimar yıkılması şartıyla ya da yıkılması için bina tasarlar mı?
Cedric Price, binalarına on yıl ömür biçen, daha inşa edilmeden onları yıkan aykırı bir mimar. Mimarlık düşüncesini değişim ve uyma becerisi (adaptability) üzerinden kurgulayan Price, her binanın bir ömrü olduğunu, ömrünü doldurduğu halde yıkılmayan binaların anıtlaşacağını ileri sürerek, 1960’lı yıllarda üzerinde çalıştığı Fun Palace projesi için inşa edildikten on yıl sonra yıkılması şartını koyar. Pompidou Merkezi gibi birçok yapıya esin kaynağı olan bu proje, işverenlere kabul ettirilemediği için inşa edilmez fakat uygulanmış olan diğer bir projesi, Etkileşim Merkezi (InterAction Center, 1972) vasiyeti olduğu üzere, biraz gecikmeyle de olsa inşasından yaklaşık 30 yıl sonra yıkılır. Her ne kadar istisnai bir durum olsa da, Price’ın savunduğu düşünceleri çerçevesinde yıkım, kaçınılmazdır.
Peki, AKM için bekleme odasında olmamız ne ifade etmekte?
AKM üzerinde toz bulutları dolaşmaya başladığı andan itibaren, yapının taşıdığı değerler kapsamında kültürel-toplumsal hafızayı koruma ve sahip çıkma gayretiyle yazılar yazıldı, haberler ve konuşmalar yapıldı; yapı gündemde tutuldu. Yıkılacak mı yıkılmayacak mı derken 2017’nin Kasım ayında yerine inşa edilecek olan ve Murat Tabanlıoğlu’nun tasarladığı yeni AKM tanıtıldı; 2018’in Şubat ayında alınan bir onayla da, yapının yıkım süreci başladı. AKM, kültürel-toplumsal-mekansal-ve-tarihsel anlamda geçmiş, şimdi ve gelecekle aramızdaki ilişkiyi kurduğu için korunmalıydı. Tarihsel bilincin ve kültürel sürekliliğin değeri üzerinde anlaşıyorsak eğer, geçmişin mimari kültürünün bir örneği olan bu yapıyı yıkmak, Uğur Tanyeli’nin deyimiyle tam bir “kadirbilmezlik”tir.9
AKM’nin yıkılmasına karşı çıkan, yıkımı öncesinde/sürecinde yazılan yazılar ve yapılan konuşmaların gerçekleştiği yıkımın bekleme odası, çatışmaların ve çekişmelerin olduğu bir alan. Öyle ki, bir yandan baba Tabanlıoğlu’nun tasarladığı mevcut AKM’nin 1. derece tescilli eser olduğu halde neden yıkıldığı sorgulanırken bir yandan da yıkılan bu yapının yerine inşa edilecek, oğul Tabanlıoğlu’nun tasarımı olan yeni AKM’nin beğenildiği; yıkım ve yapımının aynı anda olduğu bir oda.
Farklı tarihlerdeki iki fotoğraf sonuçlarının benzerliği nedeniyle dikkat çekici: Biri AKM binasının açılmasından bir yıl sonra 1970’de çıkan yangın sonrası fotoğrafı, diğeri ise çok yakın bir zamandan, Şubat 2018’den, cephenin söküm fotoğrafı. Biri kontrol edilemeyen yangın sonucunda yapının ve cephesinin çok büyük oranda tahrip olduğunu, diğeri insan eliyle ve özenle(!) yapılan, görece vakit alan bir cephe sökümünü gösteriyor. Sonuçta bu iki fotoğraf da bir yıkımı kayıt ediyor. Bir üçüncü fotoğraf ise alüminyum doğrama cephenin inşa edilişini gösteriyor. Bu üç fotoğraf, AKM’nin hafızasından cephe ile ilgili yıkım ve yapımın kayıtları. Fakat bir dördüncü fotoğraf var ki, Gülşin Ketenci’nin 2013 yılındaki Gezi protestolarının önemli bir parçası ve sembolü olan AKM’nin içinden dışarıya bakan fotoğrafı,10 burada, yangın sonrasındaki fotoğrafta izleyici konumdaki bireyin aktif bir eylemci konumuna geldiğini ve fotoğrafın o anı kayıt etmekten çok daha fazlasını yaptığını görüyoruz. Yıkılmasına karar verilmiş ve içine girilemeyen yapıyı işgal eden; ikamet edilemeyen yapıda ikamet eden; içeriden Taksim’e ve meydandan yapıya bakanlara bakan birey ve bu bireyi fotoğraflayan görünmeyen diğer birey, yapıyı uzun zamandır bulanıklaştıran toz bulutlarını dağıtan ve olan bitene meydan okuyan bir iş yapmakta. Bu yapım işinde kamera, bir kayıt aracı olmanın çok ötesinde bir rol üstleniyor ve AKM’nin gözü oluyor, aynı Clark’ın Konik Kesişim’inde olduğu gibi; fakat bu, inşaat makinalarının imha edemeyeceği bir göz.
Türkiye’nin ilk alüminyum doğrama giydirmesi olduğunu bilinen bu cephenin, yeni AKM’nin cephesine monte edileceğini yeni yapının görsellerinden ve mimarının açıklamalarından öğreniyoruz. Bu gerekçeyle yapılan cephe sökümü, tam anlamıyla AKM’yi “cephesizleştirme” işi: Cepheyi soyarak, bir zamanlar arkasında kalan tüm mekanları görünür yapıp içi dışarıya gösterirken aslında onu, onunla aşina olanlara yabancılaştıran bir iş. Bu anlamda, yıkarak/imha ederek ve yaparak/inşa ederek gelinen nokta aynı: Boşluk! Anıların, değerlerin, izlerin... söküm ve yıkımla birlikte silinmesi nasıl bir boşluk açıyorsa, yıkılan AKM’den kalan “ilki”, ilk cepheyi içeren yeni bir yapı oluşturma girişimi, yani yok ederken bir yandan var etme girişimi de bir boşluk açıyor.
“İlk” cepheyi söken yıkım ekibi yaptığının bir yapım, bu cepheyi yeni olana monte eden inşa ekibi ise yaptığının bir yıkım olduğunu fark etse ne olurdu?
Yıkım ekibinin AKM’yi soyma işi, farklı aktörler/taraflar arasında yıllar boyunca süren çekişmeler ve çatışmaların sonucunda yapının içinde sıkışıp kalmış enerjiyi serbest bıraktı. En çıplak haliyle yapıyı dışarıya gösterirken aslında farkında olmadan, yitip gidecek olana gözlerimizi açan, unutmamıza, körleşmemize ve olan bitene kayıtsız kalmamıza izin vermeyen bir ara alanın oluşmasına zemin hazırladı. Hiç şüphesiz ki bu, bilinçli bir iş olan, Clark’ın Paris Apartmanı’nda açtığı devasa delikle bir tutulamaz, fakat AKM özelinde, son yıkımdan önceki tüm yıkımlarla yüzleşmenin yapıldığı/yapılacağı, süreci bugüne getiren tüm aktörlerin hesaplaştığı/hesaplaşacağı10 ve böylece, ayrışma noktalarını, kısır döngüleri ve zafiyetleri açığa çıkaran/çıkaracak bir alana girmemize ve orada kalmamıza imkan verdi.
Yıkılmış/sökülmüş olan ilk cepheyi yeniden var etme ise, sanılanın aksine bir yıkım işi. Sökülüp tekrar bir araya getirilecek parçalar her ne kadar “ilk” olanı resmetmeye girişse de her zaman ona yabancı kalacak. Bu, geçmişini sevdiğini iddia eden fakat geride iz bırakmaktan korkan bir toplumu daha da körleştiren; şimdinin içindeki geçmişi ve potansiyel geleceği yok eden; gelecekte yapılacak nitelikli üretimler için gerekli olan şimdiyi ve geçmişi yeniden kavrama ve değerlendirme araçlarını elimizden alan; başka bir deyişle şimdinin, geçmişteki ve potansiyel gelecekteki suretlerini silen bir yıkım.
Yıkım ve yapımın, bu anlamda, yer değiştirmesi yıkımlarla ilgili algımıza yeni bir bakış getirmekte. Yıkımların arasında dolaşarak bir felaket ve trajedi yaratmaya yatkın yapımız, asıl boşluğu fark edemeyecek kadar körleşmemize sebep olurken, yıkılmış olan binayı sahte bir imgeye dönüştürür. Yapım ve yıkımın aynı anda bulunduğu, yer değiştirdiği, hatta birinin içinden diğerinin türediği bekleme odasında (yıkımın bütün taraflarıyla birlikte) kalmamız ise, yıkıma dair gerçeklikleri görmemizi ve yıkımlarla kendi zemini üzerinde hesaplaşmamızı sağlayacaktır.
NOTLAR
1 İller Bankası Binası’nın yıkımıyla ilgili olarak yazdığım yazı için bknz: Berin F. Gür, “Yıkıntı, Merdiven ve Tarih Meleği”, Manifold (13.09.2017). https://manifold.press/yikinti-merdiven-ve-tarih-melegi
2 Siegfried Kracauer, Tarih Sondan Bir Önceki Şeyler, Çeviren: Tuncay Birkan (İstanbul: Metis Yayınları, 2014), s.208.
3 Kracauer, Tarih Sondan Bir Önceki Şeyler, s.208
4“Ai Weiwei Porselene Dair” Sergi Kataloğu (Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul, 12 Eylül 2017-11 Mart 2018), ed. Ayşen Anadol, (İstanbul: Mas Matbaacılık, 2017), s.49, 125.
5“Ai Weiwei Porselene Dair”..., s.49, 125.
6 Cem İleri, “Sonsöz: Yararsız Bir Mekana Dair”, Mekan Feşmekan içinde, Georges Perec, Çeviren: Ayberk Erkay (İstanbul: Everest Yayınları, 2017), s.171.
7 Bu konuyla ilgili olarak Uğur Tanyeli’nin yaklaşımı dikkat çekicidir. Tanyeli, yıkarak yapmak üzerine kurduğu mimarlık kuramında, yıkım ve yapımı bir karşıtlık olarak ele almaz; ona göre yıkım ve yapım aynı eylemin, değişimin, iki ayrı yönüne işaret eder. Uğur Tanyeli, Yıkarak Yapmak: Anarşist Bir Mimarlık Kuramı İçin Altlık (İstanbul: Metis Yayınları, 2017).
8 Georges Perec, Yaşam Kullanma Kılavuzu, Çeviren: İsmail Yerguz (Ankara: İmge Kitabevi, 5. Baskı, 2016), s.158. Cem İleri, Gordon Matta-Clark’ın “Konik Kesişim” çalışmasıyla Perec’in bu kitabındaki hikaye arasında çarpıcı bir benzerlik kurar. İki farklı ortamda yapılan bu çalışmaların malzemesi, Paris’teki bir apartmandır; biri sanatıyla diğeri yazılarıyla yıkımı önceleyen işlerdir. Bakınız: Cem İleri, “Sonsöz: Yararsız Bir Mekana Dair”... s.151- 247.
9 Uğur Tanyeli, “Bir Kadirbilmezlik cenneti olarak Türkiye ve çağdaş Türk mimarisi”, IAN.Chronicle n.32 (Aralık 2017), s.10-11.
10 Elinizdeki metnin ilk okumasını yapan, bu fotoğrafı bana hatırlatan ve Gordon Matta-Clark’ın işi ile benzerliğine dikkat çekerek benim “gözümü” açan Bülent Batuman’a çok teşekkür ederim. AKM’e, özellikle de “yüzeyi” üzerine yapılan bir tartışma için bknz: Bülent Batuman, "#direnAKM: Bina Üzerine/ Yüzeyine bir Deneme", Arredamento Mimarlık (2013/7-8), s. 88-91.
11 Bu bağlamdaki bir tartışma için bknz: Korhan Gümüş, “Yeni AKM: Devlet İçindeki İzdivacın Temsil Sahnesi Mi?”, XXI (08.11.2017). https://xxi.com.tr/i/yeni-akm-devlet-icindeki-izdivacin-temsil-sahnesi-mi (erişim:12.03.2018)
GÖRSEL KAYNAKLARI
-“Konik Kesişim” (1975), Gordon Matta-Clark
https://tr.pinterest.com/pin/315322411396743026/
-AKM, 1970’deki yangın sonrası
http://www.dunyabulteni.net/haber/281413/12-mart-muhtirasina-giden-yolda-akm-yangini
-AKM, Cephe Sökümü, Şubat 2018
http://www.dunyabulteni.net/haber/281413/12-mart-muhtirasina-giden-yolda-akm-yangini
-AKM, Cephe İnşaatı (yangın sonrası veya ilk inşaat)
http://t24.com.tr/haber/mimar-korhan-gumus-begen-begenme-akm-anittir,419274
-AKM, Gezi Protestoları sırasında içeriden cephe görüntüsü
Fotoğraf: Gülşin Ketenci http://www.inenart.eu/?p=10304
İlgili İçerikler:
-
Şakirpaşa’nın Düşündürdükleri
Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın kapatılması tartışmaları hem kent bileşenlerinin hem de sivil halkın gündemini uzunca bir süre meşgul etti. Havalimanının 2024’ün son çeyreğinde kapatılması ve “iki şehrin tam ortasına” yapılarak herkesi mutlu edeceği düşünülen Çukurova Havalimanı’nın faaliyete geçmesi Adana’nın kentsel prestiji çerçevesinde yeni bir tartışma konusu haline geldi.
-
"Kentlerde İyilik Halini Sağlamak İçin Rehber İlkeler" Raporu Tanıtım Etkinliği Gerçekleştirildi
-
MAD'den “Kentlerde İyilik Hâlini Sağlamak İçin Rehber İlkeler’’ Raporu
-
Modern Mimarlık Araştırmaları Destek Programı 2023’e Başvurular Başladı
-
İyi Tasarım/Good Design İzmir_8’e Başvurular Başladı
-
7. Ulusal Mimari Koruma Proje ve Uygulamaları Sempozyumu Başvuruları Uzatıldı
-
Zamanın Donduğu 54. Kat
Toronto Dominion Tower’ın (TD Kulesi) 54. katında bulunan yönetim bölümü, Mies van der Rohe tarafından tasarlanıp inşa edildiği günden bu yana, yarım asırdır özenle korunuyor.
-
MO Kayseri Şubesi “Kayseri Mimarlık Festivali”ne Davet Ediyor