Başlığı gördüğünde “Ne diyor bu kadın!” diyerek yerinden zıplayacak bir sürü dostum var AKM’nin yıkılmaması için son güne kadar mücadele eden.
Kentsel mekanda hangi mekanların muhafaza edileceği, hangilerinin dönüşüme tabi tutulacağı öncelikle politik bir meseledir.
Ne tuhaf değil mi? Meydanın bir tarafında bir cami yükselirken tam karşısında Cumhuriyet döneminin simge binası AKM yıkılıyor.
Uzun süreden beri “bekleme odası”ndayız. ...Beklemek, sanıldığı gibi durağan bir eylem değil, aksine, kişiyi düşünmeye, sorgulamaya ve yüzleşmeye iten bir hesaplaşma süreci.
Zira koruma, toplumların geçmişleriyle yapılı çevre üzerinden ilişkiye geçmelerinin başlıca araçları arasında sayılır. Ancak ana akım yaklaşımlar korumayı genelde anıtsal addedilen binaların muhafazası ve fiziksel olarak güçlendirilmeleri olarak algılar.
Eleştiri bir “sökme” tekniği ve mesleki alanın düşünsel, bilişsel alanının bir özelliği olarak görülebilir.
"AKM binasının tescil kararının kaldırılması ve özellikle de (bu kadar çalışan, yazan, çizen, konuşan, sunan, kurullarda yer alan uzmanın mesleki ortamlarda varlıkları hissedilirken) sessiz sedasız kaldırılabilmiş olması, AKM’nin yıkılmasından daha spekülatif ve bir o kadar da dehşet verici bir haberdir."
On sene önce, tarafların birlikte durdurdukları proje, şehrin on sene AKM gibi başat bir sanat yapısından mahrum kalmasına yol açtı. Böylece güçlerini ispatladıklarını gösterdiler ama şehir kaybetti.
Koruma uzmanlık alanının halk ile irtibatsızlığı-kopukluğu-temassızlığı konusunda söylenebilecek sözler, mimarlık ve hatta akademik alanının da halktan kopukluğuyla birbirine benzer.
Türkiye’de mimarlık kültürünün neden olmadığı meselesi her tartışıldığında aklıma gelen ilk şey, iyi tasarlanmış mekanlarda büyümemiş olmamızdır.