Muller van Severen’in mobilyaları, malzeme ve detaylarıyla mümkün olan en basite zarafetle ulaşıyor. Aslı Çiçek’in, projenin yaratıcıları Fien Muller ve Hannes van Severen ile XXI için yaptığı söyleşi fotoğrafçı ve heykeltıraş ikilinin, mekanı yorumlamaya imkan verme ilkesiyle sürdürdükleri nesne tasarım ve üretim yöntemlerini ortaya koyuyor.

Aslı Çiçek: Muller Van Severen ortaya çıkmadan önce her ikiniz de kendi kişisel yollarınızı takip ediyordunuz. Bu işbirliği öncesinde hiç bir arada çalışmış mıydınız?
Fien Muller: Ortak projemiz olan Muller Van Severen 2011’de başladı ancak birbirimizi çok daha uzun zaman öncesinden, Belçika’daki Kraliyet Akademisi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden tanıyoruz. Bu süre boyunca birbirimizin çalışmalarını yakından takip ettik. Mobilya projemize dek birlikte çalışmadık belki ama o anki şimdi ve sonrası için birlikte düşünüyorduk. Eğitimimiz ve deneyimlerimizden ilham alan sanatsal işlerimiz, benzerlikler taşımalarına rağmen oldukça kişisel.

AÇ: Geçmiş deneyimleriniz ve eğitiminiz, tasarımlarınızı ve işbirliğinizi nasıl etkiledi?
FM: Ben fotoğraf ve heykel okudum, sonraları fotoğrafçılığa daha fazla yoğunlaştım. Sanat üretimlerim çoğunlukla buluntu nesneler ile yaptığım kompozisyonlardan oluşuyor. Fotoğraflarımda, bu nesneleri kullanarak mekana dair bir fikri tetikleyebilecek belirli bir atmosfer yaratmayı hedefliyorum ancak sanat eğitimim şeyler, nesneler, projeler vs. üretmek üzerineydi. Bu tutumu fotoğraflarımdaki kompozisyona taşıdım. Buluntu nesneler ile kompozisyonlar üretmek, var olan dünyanın fotoğraflarından daha çok ilgilendiriyor beni.

Hannes Van Severen: Ben heykeltıraşlık eğitimi aldım ve bu alana bağlı kaldım. Yontma-biçim verme, çizimin üçüncü boyuta doğrudan dönüşümü olduğu gibi, benim de sanatımın esasını oluşturuyor. Bununla birlikte, Fein’in kendi işine ilişkin ilgilerinin çoğunu da paylaştım; buluntu nesneleri -kimi zaman mimari çağrışımlarla- yeni heykellere dönüştürdüm. Bunun yanı sıra, mevcut mekanlarda düzenlediğim heykeller de yaptım. Bu, bizim en çok buluştuğumuz alandı: var olan mekana müdahale etmeye, seyircinin dikkatini mekanın belirli bir öğesine, zemin, tavan ya da sadece bir köşesine çekmeye karşı derin ilgi. Fien’in fotoğrafları da, çerçeveleme ve öğelerin kompozisyonu açısından bakıldığında aynı amacı taşıyordu. Öte yandan nesneler üretme konusundaki ilgimde, yetişme şeklimin de payının olduğunu düşünüyorum. Ailemde üretim, herkesin işinin bir parçasıydı ve sanat ve mimarlık sadece kavramsal terimler olarak görülmezdi. Çevrenizdeki nesnelerin özel olarak üretilmiş ya da özenle, duyarlılıkla seçilmiş olduğu bir yerde büyümüşseniz, aynı tavrı kendi işinize de yansıtıyorsunuz.

2015 bahreyn pavyonu için tasarlanan sandalye serisi, ilk sandalye
ikili koltuk - lamba
tel örgü şezlong, wire serisi
tel örgü şezlong, wire serisi
eskizi tasarımcıların ikonu haline gelen lamba - masa
table + lamp
mermer kutu

FM: Kişisel geçmişlerimizin işlerimize hakikaten bir etkisi var. Ben Hannes’tan farklı olarak, antik dünyaya derin ilgi duyan bir aileden geliyorum. Nesneleri dikkatle biriktirmek, onları gözlemlemek ve niteliklerini tanımlamak da bu bağlamın bir parçası… Barok tarafım da buradan geliyor: Seyircinin dikkatini belirli bir ana yönlendirebileceğim bir kompozisyona duyduğum ilgi. Geçmişimizin, işlerimizde kendini göstermesi konusunda soyut konuşuyor gibi görünebilirim; belki yaptığımız mermer kutu bunun iyi bir örneği olabilir. Görsel saflık, minimalizm ya da estetik ile ilgilenmedik. Burada, mermer örüntünün zenginliği rafa şekil verirken keskin köşeleri ve basit formu onu, mekanda bir varlığı olan belli bir nesne yapıyor.

AÇ: Bu, Antwerp’teki Valerie Traan Galerisi’nde sergilenen işlerinizden biri mi?
FM: Evet. Bu parçayı, birlikte proje yapmamız için bizi bir araya getiren galeri sahibi Veerle Wenes’in isteği üzerine yaptık. Veerle bizden mutlak bir mobilya ya da işlevi olan bir nesne üretmemizi istemedi; bizi kendisine ilham veren sanatçılarla çalışmaya davet etti. Bu bizim için iyi bir fırsattı çünkü birlikte bir şeyler düşünmemiz için alan sağladı. Bu süreç, bitişiğinde atölye olan yeni evimize taşındığımız zamana denk geldi. Yapıyı yenilemek zorundaydık, evde elektriğimiz yoktu ve başımızın üstüne bir lamba gerekiyordu. Böylece, lamba iliştirilmiş masa fikri ortaya çıktı. Saf işlevsellik ilgilendirmiyordu bizi; ilk prototipi yaptığımızda, bu kadar basit bir öğenin mekandaki varlığından etkilendik.

AÇ: İlk prototipi gerçekleştirmeden önce çizim de ürettiniz mi?
HVS: İşlevleri tek bir parça içinde bütünleme fikri üzerine çizimler yaptık ve hızlı bir şekilde gerçek ölçekte denemeye giriştik. Az önce de belirttiğimiz gibi, nesnelerin iki boyutlu halden üç boyutluya dönüşmeleri bizim için elzem. Valerie Traan’daki ilk sergideki gibi çizimlerimize bakarsanız, ilk taslak ile sonuç nesnesi arasında fazla bir fark olmadığını görebilirsiniz. Yerleştirmemizi tariflemek için bir lamba eskizi yaptık ve ardından bu, çalışmalarımızın en ikonik imgelerinden biri haline geldi.

AÇ: Bence nesnelerinizin maddeselliği, bu çizimlerin zarafetini korumaya yardımcı oluyor…
HVS: “Üretim”in önemi, keşfettiğimiz ve seçtiğimiz malzemeler, örneğin pirinç ya da polietilen gibi, aracılığıyla destekleniyor gerçekten. Özellikle polietilen çok merakımızı uyandırdı; yiyecek endüstrisinden bir malzeme olarak, 14 standart rengi ile kendine ait bir mantığı var. Malzemenin, yiyecek sektörünün kullanışlılığıyla ilgili sembolizmini ve hijyen bağlamındaki işlevselliğini sevdik. Renklerin sembolik gerekçeleri var: balık doğramak için doygun mavi, et için kırmızı, bunları hazırlamak için sarı vs. Polietilen, topluca renklendirilen ve bir masaüstü gibi, az zorlu işlevler için bir yüzey olarak kullanılabilen dürüst bir malzeme. Renkleri, raf-masamızın basit formunda bir araya getirebileceğimizi ve karmaşık olmayan ama neşeli bir şey üretebileceğimizi fark ettik. Pirinç de kuvvetli, standartları olan, onunla çalışmanın karşılığını alabildiğin bir malzeme. Bu iki malzemeyi ilk nesnemiz olan raf-masayı üretmek için kullandık. Fien’in fotoğraflarındaki farklı öğelerle yaptığı düzenleme anlayışının burada oldukça etkisi oldu ya da benim o zamana dek heykeller ile ürettiğim peyzaj-vari kompozisyonlarımın.

AÇ: Piyasada bulunabilen standart malzemelerle mi çalışmayı tercih ediyorsunuz yoksa yeni malzemeler de geliştiriyor musunuz?
FM: Açıkçası bu sergiyi, her zaman var olan ve buluntu nesnelerle çalışma prensibimizin olduğu, önceki kişisel işlerimizin bir araya gelmesi olarak gördük. Mekanı hızlı bir biçimde değiştirebilecek basit müdahaleler yapmak için piyasada bulabileceğimiz standart profiller aradık. Bu strateji belki de yöntem tasarrufunu da içeriyor ve aynı zamanda hızlı davranmamıza, nesneleri doğrudan üretmemize, kağıt üzerinden çıkıp atölyeye girmemize yardımcı oldu. Bilgisayar çizimlerinde, üç boyutlu modeller üretmekte çok güçlü değiliz ama fikirlerimizin iyi, işe yarar sonuçlarına ulaşmayı hedefliyoruz. Var olan profil ve standart malzemeleri kullanmak, kişisel işlerimizdeki gibi bir atmosfer yaratmak için en iyi yöntemdi. Yine de şu an konuştuğumuz gibi bilinçli değildi bu kararlar o zaman. Süreç, bizim çalışma anlayışımızın evriminin bir kanıtı gibiydi daha çok.

HVS: Yani örneğin, lamba için 16 milimetrelik metal boruyu aldık ve sergi mekanı için kafamızda olan, eskize döktüğümüz imgeye ulaşabilmek için onu bükmenin yollarını aradık. Fien, kamerasının önünde kuracağı kompozisyonun eskizini mutlaka önceden çizer. Ben, doğrultudan bağımsız olmaya, mekanın tüm köşelerine dokunmaya çalışırım ve lambaların mekanda dağılmasıyla bu yaklaşım geri döndü. Bu prensiplere uyduk ve eskizdeki imgede bir değişiklik yapmadan lambayı gerçekleştirmenin yollarını aradık. Sonuçta, tabiri caizse mekanda bir eskiz yaptık. Ancak basit bir çizimi gerçeğe dönüştürürken aynı zamanda, çizimin dürüstlüğüne zarar vermeyecek, onun kuyusunu kazmayacak detayların arayışına da giriyorsunuz. Lambayı duvara sabitleyen detay, imgeyi korumak için çok önemli; bu yüzden yine basit öğe arayışına girdik ve radyatör boruları için kullanılan kelepçeleri seçtik. Özel parçalar tasarlamak, onları döküm ya da kalıpla üretmek ile de meşgul olabilirdik ama tüm bunlar çalışma yöntemlerimizle çelişirdi.

AÇ: İşlevselliğin bir ölçüt olmadığı plastik ve görsel sanatlardan gelen iki sanatçı olarak mobilyanın işlevselliğini hesaba katma zorunluluğu yüzünden korktunuz mu ya da sınırlanmış hissetiniz mi?
FM: Aslına bakarsanız, mobilyanın işlevselliği bizi özgürleştirdi. Bu sınırın varlığı aksine bizi rahatlattı. Bizim işlerimizde bir mesele değil ama mobilya yapma iddiasına girince, işlevselliği göz ardı edemezsiniz. Ürünlerimiz çağdaş ya da indirgenmiş bir estetiğe hitap ediyor gibi görünebilir ama işlevleri de oldukça düşünülmüştür. Atölyemizde bu ürünleri, kullanılacak bir nesne olarak potansiyellerini ve oranları da test edebiliyorduk, onlarla doğrudan ilişkiye sahiptik. Örneğin masa-lambada, havadaki lambadan, kare gibi daha kesin bir geometriye sahip masaya kadar oranların çok önemli olması gibi, ışığın tam olarak masanın ortasına düşmesi de önemliydi. Üretim süreci de çok kişisel, hatta özeldi. Onları biz, kendimiz yaptık; kaynaklama, kesme, cilalama… Aslında kendi çevremiz içinde onlara “şekil verme”. Nesneleri her zaman elimizde tutmasak da yaptığımız işle ilgili önemli bir nitelik aynen kalıyor. Şunu demek istiyorum: Bazı parçaları, izlenecek kurallar basit olduğundan, başka ustaların üretmesine izin veriyoruz. Lambalar bunun iyi bir örneğidir mesela. Bir de diğer nesneler var, herhangi birinin yapabileceği kadar basit görünen ancak bizim başıboş bırakmayacağımız.

AÇ: Hangi nesnelerin sizin tarafınızdan üretileceğine ve hangilerini uygulanmak üzere başka ustalara vereceğinize nasıl karar veriyorsunuz?
HVS: Değişiyor. Ayna, son ana kadar hala kontrol ettiğimiz bir parçaydı. Müthiş basit görünür ilk bakışta: kıvrılmış bir metal parçası. Ama kafamızdakine, nesnenin bu basitliğine, ulaşmak için uzun bir süre araştırma yaptık. Önce paslanmaz çelikten üretmeyi düşündük ancak kıvırma onda iyi çalışmıyordu. Pirinç levha üzerinde nikel kaplamak gibi çok iyi olduğunu sonradan kanıtlayan bir yöntem tavsiyesi aldık. Bu ürün, sonunda adeta görünmez olan çok fazla zanaatkarlık barındırıyor. Bu kadar ince bir nesneyi duvara asmak da ayrı bir zorluktu; asla hiçbir vida görmek-göstermek istemiyorduk. Sonunda ürünün prensibini bozmayacak iyi bir sistem bulduk. Başta söylediğim buluntu nesneler ya da standart öğelerle çalışma biçimine ters düşüyormuş gibi görünebilir ama aynada, standart bir malzemeden yola çıktık, nikel kaplama gibi standart bir prosedür uyguladık ve son rötuşlarına çok fazla dikkat ettik. Öte yandan az önce hakkında konuştuğumuz lambalar, çapları ölçüsünde bükülmesi gereken borulardı ve üreticiye verdik, elbette oranlarını kontrol ettik ama kendimiz yapmadık artık onları.

FM: Ama hala nesneleri kendi atölyemizde üretirken pek çok şeyi tanımlıyoruz. Raf-masalarda mesela, pirinç profillerin birleşim yerlerini, görsel basitliğe ulaşmak için ihtiyacımız olan mükemmelliğe ulaşana kadar zımparaladık. İlk ürettiğimiz sandalyelerin derileri, elle dikildi ve birinin bunu görebilme ihtimalinden memnunuz. Seri üretimin üstesinden gelmeye yardımcı olabilir düşüncesiyle bir şirket ile çalışmayı denediğimiz bir süre de oldu. Ancak çok geçmeden fark ettik ki bu, bizim ilgimizi çeken şey değil. Biz, ürünleri yaparken en iyi çözümleri, fikirleri arıyoruz ama bizim için esas olanlardan, başkalarına alakasız da gelse, taviz vermek istemiyoruz. Bu bir kontrol mekanizması ama aynı zamanda işi kendi tarafımızda tutmak için bir tercih.

AÇ: Nesnelerinizin seri üretimine karşı mısınız?
FM: Hayır, seri üretime karşı değiliz ama biz bilindik anlamda bir ürün tasarımcısı ya da mobilya tasarımcısı değiliz ve büyük şirketlerle işbirliği yapmak bizim için çok da yapıcı görünmüyor. Bununla birlikte Danimarkalı Kvadrat ve Fransız Hermes markalarıyla yaptığımız işbirliklerini de sevdik. Kvadrat için onların ürün kataloğundan keçe katmanlarıyla kapladığımız bir sedir yaptık. Çok basit bir fikirdi ve o güne dek yaptıklarımızla rekabet içine girmeyen bir nesneydi. Hermes ile olan işbirliğinde ise, moda endüstrisinin arta kalan malzemelerinden -düğmeden deriye kadar- geniş bir yelpaze sunuldu önümüze. Markanın da simgesi olan, bu her ne kadar birincil önem verdiğimiz şey olmasa da, deriyi kullandık. Malzemede bir potansiyel gördük: Akışkan biçimler yaratabilecek kadar yumuşak ama raf olarak kullanabilecek kadar sağlamdı. Bu ürün 2014’te ürettiğimiz Neon lambayı selamlıyor ama bu benzerlik daha çok tesadüf.

HVS: Ya da en azından Hermes rafı ve Neon lambanın aile oldukları anlamına gelmiyor ama biçimsel benzerlikleri, bizim yaklaşımımızı yansıtıyor olabilir. Biz genellikle belirgin bir bağlamı olmayan mekanlarda bir atmosfer yaratmak için nesneler ailesi yaparız, seri diyelim bunlara. Eskizlerimizden de hissedilebilir bu, nesnelerle ve onların üretebileceği aile ile ilgileniriz. Nesnenin kendi başına var olması da önemlidir. Bunu “atmosferi yaratmak için koleksiyonun tüm parçaları satın alınmalı” olarak görmüyoruz. Tam tersine, yapmayı amaçladığımız kesin bir nesne aracılığıyla herhangi bir mekanın yeniden yorumlanacağına inanıyoruz.

AÇ: Bu mekanın yeni yorumları mimarların da ilgisini çekmiş gibi görünüyor, mimarlık pratikleriyle gittikçe daha fazla işbirliği yapıyorsunuz.
HVS: Nesnelerin kendi kurallarına göre davranması başka olasılıklar getirdi zaman içinde. Hollandalı mimar Anne Holtrop, Bahreyn’de tasarladığı pavyon için bir sandalye serisi yapmamız için bize ulaştı. Bu işbirliği, “İlk Sandalye” ile sonuçlandı. Bu tasarımda kullandığımız renklerin oyunculuğu her bir parçayı tek başına var olabilecek kadar ilginç kıldı. Ama aynı zamanda, sandalyeleri pavyonun içine serpiştirdiğimizde canlı bir nesneler ailesi oldular. Daha sonra sandalyelerin daha kısa çeşitlerini ekledik ve bir tane de, Bahreyn’in ikliminden farklı iklim koşullarına da uyum sağlayabilecek, dış mekana yerleştirdiğimiz bir alüminyum sandalye ürettik. Burada sandalyelerin yarattığı dünya, lamba-masa ve raf-masa ya da Valerie Traan galerisindeki yerleştirmedeki boru lambaların eskizlerine oldukça benzer.

FM: Son zamanlarda meşgul olduğumuz ve yakın zamanda biten tel örgü şezlongları, Office Kersten Geers David Van Severen’in Solo Evi’nin dışı için yaptık. Bu parça için çıkış noktamız İbiza’daki bu ev oldu. Neredeyse geçici ve hayali ama işlevleri, maddeselliği sayesinde içeride ve dışarıda iyi çalışan, hafif bir nesne... Bu nesneyi her halükarda yapmamız mümkündü belki ama mimarlar tarafından istenmesi bizi yeni fikirlerle yüzleştirdi.

AÇ: Şirketlerle ve mimarlarla yaptığınız son işbirlikleri yönünüzü iç mekan tasarımına çevirmiş olabilir mi?
FM: Bu çalışmalar ne kadar ilginç olurlarsa olsun “iç mekan tasarımcıları” olarak görülmek bizi cezp etmiyor. Önceliğimiz hala kendi nesnelerimizle mekanda yorum yapma kavramı, buna bağlı kalacağız. Çünkü son yıllarda, daha büyük ölçeklerde yarışma projeleri için de mimarlarla çalıştık ve bu projelerde pozisyonumuz diğerlerinden farklı oldu kaçınılmaz olarak. Bu işbirliklerimizin çalışmalarımızı nereye evirebileceğine ilişkin merak içindeyiz. Açık olmak istiyoruz, projemiz planlamadığımız ama iyi bir biçimde gelişiyor. Başlangıçta Valeria Traan galerisinde elde ettiğimiz fırsat gibi, mimarlar ve markalarla yeni parçalar ve seriler üzerine çalışma teklifi almak heyecan verici. Ancak bizim ana odak noktamız hala sevdiğimiz nesneleri yapmak, onları heykel gibi işlemek. Buradaki “heykel” kelimesi, gündelik nesnelerin değerini artıran seçkin bir nesne anlamına gelmiyor. Projemizin de temelini oluşturan çalışma biçimimizi işaret ediyor.

Etiketler:

İlgili İçerikler: