Tasarım Sıkıntısı

AVŞAR GÜRPINAR

“Hikayemiz, HERKES, BİRİSİ, HERHANGİ BİRİ ve HİÇ KİMSE arasında geçmektedir.
Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve Herkes, Birisi’nin bu işi yapacağından emindi.
Gerçi bu işi, Herhangi Biri de yapabilirdi.
Ama Hiç Kimse yapmadı…
Birisi buna çok kızdı. Çünkü bu iş Herkes’in işiydi.
Herkes, Herhangi Biri’nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu.
Ama Hiç Kimse, Herkes’in bu işi yapmamış olduğunun farkında değildi.
Sonunda; Herhangi Biri’nin yapabileceği bir işi, Hiç Kimse yapmadığı için, Herkes, Birisi’ni suçladı.”

Anonim, tarihsiz.

Hem akademide hem profesyonel hayatta hem de -doğal olarak- reklam evreninde tasarımın hep o heyecan verici, renkli, parıltılı, arzulatan, “Aman tanrım hayatı ne kadar da kolaylaştıran”, cin fikirlerle dolu yüzünü görürüz. Sorunsuz, dertsiz, gezegenin tüm aktörleriyle uyum içinde, tabiri caizse yağ gibi kayan tasarımlar akıp geçer gözümüzün önünden.

Halbuki tasarım aslında bir dizi sıkıntılı işten oluşan bir süreçtir. Bu yazıyı yazarken bile son derece sıkılıyorum. Okuyan da sıkılacak. Neden? Çünkü şu güzel tasarım ortamının bozulmasını hiçbirimiz istemeyiz. Birtakım tasarımcılar o cin fikirleri o güzel formlara gömsün, o nesneler ne akan ne kokan tertemiz fabrikalarda yarın yokmuşçasına üretilsin, kimin nerede kullandığını bilmediğimiz ama birilerinin bir yerlerde kullandığından ve aşırı derecede keyif aldığından emin olduğumuz eşya üzerine yazılsın çizilsin, övülsün de övülsün isteriz. Kötü olanı, sıkıcı olanı, sorunlu olanı, sıkıntılı olanı, konuşmak değil görmek bile istemeyiz.

MOTİVASYONUM SORGULANMASIN
Tasarım sıkıntılarının en başında gerekçelendirme geliyor. Yani tasarlayacağım nesnenin varoluş sebebi. Böyle bir dünyaya bir nesne daha getirmek istiyor muyum? Yeterince para, zaman, malzeme ve işgücü ile her şeyin gerçekleştirilebilir olduğu bir paradigmada artık gerçekçiliği farklı parametrelerle tanımlamamız gerekiyor. Bu nesnenin dünyaya gelmemesi için bir neden yok, ama gelmesi için de öyle. O zaman neden?1 Neden ve kimin için tasarlıyorum? Genellikle görmezden gelinen; “brief”ler, var olmayan kullanıcı grupları, baştan belirli ürün kategorileriyle sebebi kendinden menkul hale getirilen sorular. Belki de asla var olmayacak bir hedef kitle/kullanıcı/ortam için tasarlıyor olmam, tasarlama edimimi otomatikman gerekçelendirir. Derdim bir sorun çözmeye çalışmak ise içim daha da rahat. Sorun çözüyor olmam tasarımımın varoluşunun bir numaralı ve en güçlü gerekçesi. Sorun olarak tanımladığım şey gerçekten bir sorun olmayabilir, elimdeki tasarım çekiciyle dünyadaki her olguya (sorun olup olmadığına bakmaksızın) çivi gibi yaklaşıyor olabilirim. Sorun olarak tanımladığım olgunun şiddeti düşük olabilir, dolayısıyla çözülmesine çok da gerek olmayabilir yahut çözümü için önerdiklerim sorunun kendisinden daha çok sorun yaratıyor olabilir.

Fotoğraf: Jeremy Bishop, Unsplash

YARATICILIĞIM KISITLANMASIN
Form aramak güzel şey. Bazen cicili renderler, rengarenk markörler, havalı perspektif çizimleri, yuvarlatılmış köşelerde, bazen de dijital tasarım evreninin tüm fiziksellikten azade boşluğunda.2 Ne kadar keyifli ne kadar hoş! Ama kimse görünüş, detay, üretim çizimi çizmek istemiyor. Kimse vidalarla, birleşim detaylarıyla, elektrik devreleriyle, menteşelerle uğraşmak istemiyor.3 Hatta kimse4 formun, tasarlanacak nesnenin ya da onu kullanacak olanların ihtiyacı üzerinden şekillenmesine razı değil. Form, tasarımcının özgür hareket alanı, kişisel ve yaratıcı yeteneklerini sergileyeceği/kanıtlayacağı, yapılmamış, düşünülmemiş olanı,5 o çok değişik nesneyi yaratacağı ve içerisine hiçbir parametrenin, gerekliliğin, sınırlamanın, dışsal müdahalenin giremeyeceği bir dünya.

Çağın sabırsızlığı, tahammülsüzlüğü, tevazu noksanlığı tasarım süreçlerine de tezahür etmiş görünüyor. Sorunlarla cebelleşmek, alternatif üretmekle uğraşmak kimseye cazip gelmiyor. Tüm kararlar sorgulanamaz ve uzlaşılamaz bir şekilde sabitleniyor. Tüm sorunlar “bir şekilde” çözülmek üzere öteleniyor. Kim tarafından ya da ne zaman çözüleceğine dair bir fikrimiz yok.

Tasarım sadece formdan ibaret değil. Onun önünde arkasında yapılması gereken bir yığın iş var. Hepsi sıkıcı ve hiçbiri nesnenin kendisi kadar ışıltılı değil. Bu işlerin ekseriyeti doğrudan tasarımla ilişkili değilmiş gibi görünse de aslında kritik öneme haiz. Araştırma, yani doğrudan nesnenin kendisiyle alakalı olmayan -olmayabilen- ve bizi tasarımın başlayacağı ana ve yere hazırlayan süreç, ürünün sözü veya “raison d’etre”si6 ya da çok daha teknik meseleler: üretim süreci planlaması ve takibi; üretim sonrası senaryolar: kullanım, bakım, tamir ihtiyaçları;7 kullanım sonrası senaryolar: ıskartaya çıkarmak, ayrıştırmak, geri dönüşüm. Hepsi belki farklı derecelerde sıkıcı ama fiziksel ve düşünsel emek isteyen konular.

EMEĞİM BOŞA GİTMESİN
Süreçte harcanan hiçbir zamanın, hiçbir emeğin boşa gitmemesi isteniyor. Tüm fikirler, tüm alternatifler,8 tüm olgunlaşmamış9 düşünce kırıntıları illa ki o son ürünün üzerinde/içerisinde görünür olmak zorunda. Sonuç ürüne doğrudan yansımayan ancak tasarım için son derece önemli ve gerekli olan bu mücadele, anlaşılması zor bir bağlanma sendromuyla bir türlü vazgeçilemeyen şeyler haline geliyor. Zihni açmak için üretmenin zahmetine de, sözü güçlendirmek için bırakmanın sıkıntısına da kimse katlanmak istemiyor.

Yukarıda bahsettiğim düşünsel atalet ile çelişen bir durum var: her seferinde, her şeyi yeniden ve sıfırdan tasarlama arzusu. İngilizceden devlerin omzunda durmak/yükselmek10 olarak çevirebileceğimiz deyiş, özellikle tasarım gibi, bilgisi nadiren elle tutulur olan ve çoğu zaman nesiller ve/veya aktörler arasında birikimli ve enformel olarak aktarılan bir disiplin için önem arz eder. Her yeni tasarım sürecine sıfırdan başlamak, her vidayı, her bağlantı detayını, her işlevi sıfırdan tasarlamak zorunda değiliz. Esinlenmek, ilham almak, orijinal ve başarılı kopyalar tasarlamak ve üretmek günah değil.11 Yapılmış, düşünülmüş, üretilmiş olana; sanat, tasarım, mimarlık, edebiyat ve sosyal bilimlerin mirasına karşı böylesi bir alerji/apati geliştirmeye gerek yok.12 Tasarım sıkıntısından kaçacağız diye kendimizi sıkıntıya sokmanın alemi de.

Başka bir yazara ait olan bu satırlar, hem benim yazabileceğimden çok daha sarih hem de sanki bu yazı için yazılmış kadar yakışıklı olduğundan kapanışı onlarla yapmayı uygun gördüm:

“Ve belki en başından itibaren bizim tasarımı anlayışımız ve uygulamamızda öğrenmemiz gereken budur. Sadece tasarımın göz önündeki kısımlarında büyük sistem değişiklikleri ya da yenilikçi bir kırılma düşlemek değil. Sadece sınırların körce genişletilmeye çalışıldığı sanatsal avangart değil. Sadece en çok satanlarda ya da parlak dergi sayfalarındakiler değil. Onların yerine ev-yapımı küçük ölçekli yerel müdahaleler. Bir televizyon kanalı ya da bir dergi gibi küçük arayüzler. Yine de başka bir eylem alanı açan, anlamlar sistemine yeni bir erişim noktası inşa eden, bir uçuş rotası çizen şeyler. Büyük olmaya ya da ilk radikal avangart olmaya gerek yok, belki de derriere-garde (artçı kuvvet) olmanın onurunu taşımak… gerekiyor.”13

NOTLAR
1 İpucu: Doğru cevap “Neden olmasın?” değil.
2 Fizik ve matematik kanunlarının bazen esnetilebildiği, bazen kırılabildiği, bazense hiç olmadığı/yok kabul edildiği (söz gelimi yer çekimi, sürtünme, zaman) ortamlar.
3 Belki de bu yüzden bugün tasarlanan her on nesneden dokuzu mobilya.
4 Yazı boyunca hiç kimse derken burada anlattığımdan çok farklı tasarım pratikleri uygulayan ihmal edilebilecek sayıdaki tasarımcıyı ihmal ediyorum.
5 Tasarlanmayan bir şey kaldı mı?
6 Varoluş sebebi. Birinin ya da bir şeyin var olması için en önemli sebep ya da amaç.
7 “Bu daha fazla vidayla ve yapışkan kullanmadan ürün tasarımı yapmamız anlamına geliyor. Daha fazla meşgul olunan, kullanıcı geliştirmelerine, onarımlara ve güncellemelere açık nesneler yapmalıyız. Serbest bırakmalı ve tasarımcının kutsal amaçlarının ötesinde ürünlerin kendilerine has bir yaşamları olmasına olanak tanımalıyız.” (von Busch, O. 2015. Tasarımcılar Overloka Karşı!, Tasarlanacak Ne Kaldı? içinde, s. 27).
8 Çoğu zaman çok da fazla mevcut olmadıklarını görmek zor değil.
9 Yarım yamalak demek istemedim.
10 İng. “Standing on the shoulders of giants”. Birinin omzuna basarak yükselmek ile karıştırılmamalı.
11 Tasarının ne kadarının özgün ne kadarının -ve nereden- alıntı olduğunun açıkça gösterilmesi/belirtilmesi kaydıyla.
12 “’Olumlayıcı tasarım’, alçak gönüllü, basit ve iddiasız olsa da öneriler sunar. Küçük detaylara karşı özenlidir ve tamamen yeni bir şey inşa etmeyeceğimiz, fakat eskiyi geliştireceğinizi ya da yeniden tasarlayacağınızı kabul eder.” (a.g.e., s.58).
13 a.g.e, s. 42-43

Etiketler:

İlgili İçerikler: