Alfa Romeo Müzesi: Renklerin Kurduğu Kimlik
İnsanoğlunun var olduğu ilk zamandan günümüze dek gizemini koruyan ışık, güzelliğin doğasının sırrını bünyesinde barındırıyor. Henüz bir ayağı orta çağda bir bilim adamı olan Isaac Newton, 1666 yılında, herkesin peşinde olduğu bu gizemi ortaya çıkarıyor: beyaz ışığın içindeki renkler. Cam prizmadan geçirilen gün ışığı kırılarak içindeki renklere ayrışıyor. Bu fiziksel olgu, tarihin birçok yerinde kültürden, coğrafyadan beslenerek değişiyor ve her kullanım alanına göre farklı duygular ve anlamlar üretiyor. Günümüzde “fetiş nesnesi”, “benliğin yansıması” gibi betimlemelere karşılık gelen otomobil nesnesi ile rengin bir aradalığı da tasarımları bambaşka formatlara büründürüyor. Bu bağlamda Alfa Romeo markası, “durdurulamayan gücün simgesi” ve “gerçekliği değiştiren hız“ gibi tasarımları aracılığıyla kullanıcıya iletmek istediği mesajlarını, müze mimarisinde ağırlıklı olarak tercih ettiği renkler üzerinden inşa ediyor.
Anonima Lombarda Fabbrica Automobili (A.L.F.A.), Alfa Romeo, 1910 yılında İtalya'nın Milano şehrinde kuruluyor. Ürettiği spor model otomobillerle tanınan marka, ilk zamanlarda kamyon, minibüs ve troleybüs gibi çeşitli vasıtaları üretse de sonrasında binek otomobil üretiyor. Bu köklü marka, tarihi ve üretilen eski ulaşım araçlarının marka kimliğiyle uyumlu bir formatta kendi müzesini kurgulamayı amaçlıyor; bu doğrultuda 18 Aralık 1976’da açılan müze, 2011 yılında kapanıp, mimar Benedetto Camerana’nın tasarımı ile Haziran 2015'te yeniden hizmete giriyor.
Müze yerleşkesi olarak markanın ilk fabrikasının bulunduğu yer olan Arese Bölgesi seçiliyor. Alanda ziyaretçiyi, tavandan girişe, giriş kapısından sergi alanına kadar kadar yol boyunca devam eden devasa, kırmızı bir yerleştirme karşılıyor. Parlak “Alfa kırmızısı” rengi sayesinde, otoyoldan da rahatça görülebilen bu mimari eklenti, müzenin tekrar doğuşunu ve geçmiş ile gelecek arasındaki bağlantıyı sembolize ediyor. Bu karşılamada kullanılan beyaz ve kırmızı renklerdeki sütunlar, içerideki kurgu konusunda ilk ipuçları niteliğinde. Ana girişte mekan ile ilk konuşma, parlak beyaz sergileme ünitesi üzerinde bulunan A 4C Spider otomobil modeliyle gerçekleşiyor. Bu aşamada, seri üretim nesnesi olmasına karşın her yıl sınırlı sayıda üretilen bu tasarımın, bir heykel ya da sanat eseri şeklinde sergilenmesi ziyaretçide hayranlık duygusu uyandırıyor. Bu denli hayranlık uyandıran karmaşık bir nesnenin, sergileme kurgusunun ters köşe sadeliğiyle oluşturduğu denge, odaklanmayı daha da güçlendiriyor. Tüm ışıklar sergilenen göz alıcı tasarımın kırmızı renkli gövdesinin organik hatları arasından kayıyor. Adeta uyumlu bir dans gösterisi…
Giriş katında, aydınlatma elemanı olarak geniş cam panellerle, doğal ışıktan olabildiğince faydalanılıyor. Bu sebeple gün ışığı cömertçe kullanılırken, tavan aydınlatmaları ve spot aydınlatmalardan da destek alınıyor. Alanda zemine uygulanan antrasit gri seramik döşemeler ve beraberinde tavan panelleri, mimarinin girişte yarattığı çarpıcı etkiyi azaltıyor. Bu alanı belgeleme merkezi ve karşısında konumlanan müze dükkan takip ediyor. Belgeleme ve karşılama bankosu, devasa kırmızı yerleştirmenin içerideki ilk yansıması niteliğinde. Sergilenen otomobillerin organik formları, müze kurgusundaki akışkanlık ile karşılığını buluyor ve bu tavır, akrilik malzeme üzerinden yakalanmaya çalışılıyor. Tavan boyunca devam eden bu parlak kırmızı yapı, mekan içerisinde yönlendirici etkisi kadar ziyaretçiyi dinamik tutma görevini de üstleniyor.
Turnikelerden geçildikten sonra ana sergileme alanlarında ziyaretçi, markanın yarış araçlarıyla karşılaşıyor. Çeşitli dönemlere ait bu otomobiller kadar, sergilenen devasa uçak motorlarının da birey üzerinde etkisi oldukça fazla. Özellikle motorların gerek akılları baştan alan endüstriyel teknolojik detayları, gerekse boyutlarının devasalığı hayranlık yaratıyor. Bu bölüm aslında, insan elinden çıkmış endüstriyel ürünlerin de sanatsal nitelikte olabileceğinin göstergesi. Bir bakıma marka, tasarımlarının göz alıcı kabukları kadar içindeki yapıların da aynı derecede hayranlık duygusu yaratabileceğinin gösterisini yapıyor; mühendislerin de tasarımcılar kadar hayran olunası eserler oluşturabildiğini ispatlıyor. Alan, müzenin üst katlarındaki sergileme mekanlarına merdiven ile bağlanarak son buluyor. Kırmızı tünel şeklinde kurgulanan merdiven ve bu kurgunun çoklu ortam gösterisiyle desteklenmesi, ziyaretçiyi üst sergileme hacimlerine hazırlıyor: Birazdan görülecek olanların görkemli geçişinin ilk seremonisi… Üst katlarda markanın özü, üç ayrı bölümde sunuluyor: Endüstriyel devamlılığın temsil edildiği Zaman Tüneli; stil ve tasarımı bir araya getiren Güzellik; teknoloji ve hafifliği özetleyen Hız.
ZAMAN TÜNELİ
Giriş katının sonunda kırmızı bir tünel içine yerleştirilen merdiven ile Zaman Tüneli alanına bağlanılıyor. Net, kesintisiz kırmızı hacmin yarattığı etkiden, beyaza oldukça keskin bir şekilde geçiliyor. Bu alanda, markanın gelişimini en iyi şekilde temsil eden ve her birinde çoklu ortam bilgilendirme paneli bulunan 19 otomobil tasarımı sergileniyor. Her biri efsane olan araçlar ziyaretçiye, bulundukları bölümün adına uyumlu olarak zamanda yolculuk yaptırıyor. Birbirinden görkemli ancak oldukça farklı tarzlardaki araçların aynı markayı temsil etmesi ilk başta biraz kafa karıştırıcı çünkü tasarımların geneli incelendiğinde otomobillerde bir marka dili, ortaklık, bütünlük yakalanamıyor. Durumu anlaşılır kılan ise o dönemde arabaların farklı tasarım stüdyolarınca ele alındığı ve bunların tasarımların arkasına da belirtildiği bilgisi oluyor.
Sergi, ziyaretçilerin, her modelin tarihi hakkında daha detaylı bilgi almak için etkileşimli sisteme ulaşabileceği akıllı bir istasyon olan “interaktif hafıza” ile tamamlanıyor. Sergileme üniteleri, açık gri duvarlar üzerine beyaz ve dalga desenli. Markanın 100 yıllık tarihinde emeği geçen usta, tasarımcı, mühendis vb. tüm bireylere saygı niteliğinde görsel gösterinin yapıldığı alana, perdeli bir açıklıktan girmek bunca plastik türevi malzeme ve yoğun bir yapay ışıklandırmanın ardından tuhaf bir sıcaklık hissi doğuruyor. Yine buradaki sinevizyon bölümünde, sinema tarihinin kült filmlerinde kullanılan Alfa Romeo arabalarının yer aldığı sahneler gösteriliyor. Burada asıl dikkat çekici nokta, nesne tasarımlarının sinema gibi oldukça güçlü bir sanat dalı ile birlikteliğinin zihindeki etkisi. Beyin duygu yüklü bir anın yaşandığını düşündüğünde, o sahneye ait tüm detayları ayrıntılı bir şekilde kaydediyor. Bu sebeple izleyici, filmlerin akıllarda kalan, duygu yoğunluğu yüksek sahnelerinin detaylarını kendi yaşam hatıraları gibi hafızasına yerleştiriyor. Böylece birey, sahnenin tamamlayıcısı olan nesnelerle herhangi bir fiziksel bir etkileşime girmemişse bile kişisel hafızasına kalıcı olarak kaydediyor. Bu ilişkiye önemli bir örnek teşkil eden Alfa Romeo 6C modeli de bu alanda sergileniyor. Baba 1 filminin kült sahnelerinden biri olan Al Pacino’nun ilk eşi Apollonia’nın suikast sonucu öldürüldüğü sahnede bu otomobil kullanılıyor. Tasarımın, zihnin film kareleri klasöründen birden fırlayıp fiziksel bir şekilde hissedilebilir hale gelmesi, bireyi kendi kişisel zaman yolculuğuna çıkartıyor.
GÜZELLİK
Serginin zemin katında bulunan ikinci kısım Güzellik olarak adlandırılıyor ve bu kısımda birkaç temalı alan bulunuyor. Düzenleme, her devirden 9 büyük tasarım örneğini bir araya getiren “Tarzın efendileri” ve Superleggera markasıyla Touring atölyesi tarafından yapılan otomobilleri sergileyen “İtalyan Okulu” kadar büyük otomobil üreticilerinin tarzlarını yansıtan kurguyla ziyaretçiyi karşılıyor. Gulia TZ serisinin yer aldığı alandaki sergileme senaryosu da oldukça zekice. Serinin altı adet otomobil tasarımı, eğimli bir platformda ve üst taraflarındaki detayları net bir şekilde incelenebilecek biçimde yerleştiriliyor. Bu kurguda duvara bilgilendirme üniteleri yerine ayna yerleştirilmesi, ürünün arka kısımlarında dikkat edilemeyecek detayları da birçok açıdan görebilmeyi mümkün kılıyor. Merkezde ise “Filmlerde Alfa Romeo” yer alıyor. Bunu “Giulietta Fenomeni”, “Giulia: Rüzgarın Tasarımı” ile 1950’ler ve 1960’larda ekonomi ve İtalyan tarzının büyümesine eşlik eden modeller takip ediyor.
Bu katta Zaman Tüneli’nin aksine tasarımlar bir arada değil, ayrı ve kendilerine özel alanlarda, daha büyük ışıklandırmalarla sergileniyor. Açık gri sergileme üniteleri platformlara uygun bir şekilde daha büyük ve kavisli olarak üstten asılı şekilde yerleştiriliyor. Zeminin antrasit gri seramikleri, giriş katında azalttığı etkinin aksine, bu alanda tasarımları mekandan ayrıştırma görevi üstleniyor. Bu ayrışma, üstten gelen lokal aydınlatma ve ambiyans ışığının uyumlu bir aradalığıyla, tasarımların arasından geçerken zihni net bir şekilde sergilenen nesneye odaklıyor. Bilgilendirmeler dijital ekranlar yerine tavandan asılan yarım ay formunda birimlerle yapılıyor.
HIZ
Yarı-zemin kat boyunca uzanan kurgunun üçüncü parçası Hız. Diğer alanların aksine oldukça karanlık olan bu bölümde efsanevi yarış arabaları sergileniyor. Ana tema olan hız, içerideki ses ve yaratılan görsel ortam sayesinde ciddi bir şekilde fiziksel olarak hissediliyor. Yarış arabalarının bu bölümde, eğimli bir şekilde yerleştirilmesi, ziyaretçide yarışı çok yakından izliyormuş hissi yaratıyor. Kırmızı renk, “Bir Efsane Doğdu” ve “Alfa Romeo’nun DNA’sında Yarışmak” gibi iki dünya savaşı arasında gerçekleşen yarışların öznelerinin bir araya toplandığı çoklu ortam bölümünde oldukça önemli bir görev üstleniyor. Bilgilendirme üniteleri beyaz ve kırmızı renklerden oluşacak şekilde bu eğimli sergileme ünitelerinin ön tarafında yer alıyor. Ziyaretçiler buranın ardından, Alfa Romeo tarihindeki en büyük 10 zaferi gösteren resim, ses ve filmlerin gösterildiği başka bir bölüm olan Zaferler Tapınağı olarak tanımlanan alana geçiyorlar. Müze, 360 derece sanal gerçeklik film görüntüleri ve interaktif sandalyelere oturup Alfa Romeo’nun efsanevi başarıları hakkında 4 boyutlu filmler izlenebilecek özel bir odayla tamamlanıyor.
SONUÇ
Renklere atfedilen anlam ve bunun akabinde üretilen duygular, iletişimi hızlandırma özelliği nedeniyle onların kullanımını ve tercihini önemli hale getiriyor. Mimaride karşılığı ise iletilmek istenen mesaj ya da yaratılmak istenen hislerin, renklerin farklı unsurlarla birlikte kullanılmasıyla oluyor. Bu tutum, ticari değerlerinin ötesinde değerler yaratan “markaların müzeleri”nde daha ön planda oluyor. Bir otomobil markası müzesi olarak Alfa Romeo Müzesi de, kendi etkin ve dinamik etkileşimini rengin ön planda olduğu bir kurgu üzerinden yapıyor. Markanın farklı bölümlerinde iletilmek istenen mesaj, renk olgusunun lokomotif öğe görevini üstlendiği bir senaryoda vücut buluyor. Bir bakıma markanın 100 yıl boyunca insana ve yaşadığı çevreye dair tanıklık etmesini, tasarımlarla olduğu kadar renkler üzerinden de oluşturuyor.
İlgili İçerikler:
-
Dünyanın En Büyük Müzesi Grand Egyptian Museum Açılıyor
-
İş Bankası Resim Heykel Müzesi
-
Ayvalık Rahmi M. Koç Müzesi Kapılarını Açıyor
-
La Vetrina dell’Ingegno
-
Zeyrek Çinili Hamam’da Kalıntıların Şifası Sergisi Devam Ediyor
-
UNESCO, Çalınan Kültür Varlıklarını İçeren İlk Sanal Müzenin Tasarımını Paylaştı
-
Kontrastlanan Seramikler - Princessehof
-
Müze ve Sergileme Alanlarında Yaratıcı Tasarım Yaklaşımları
do[x] architecture kurucuları Dicle B. Özdemir ve Kadir Uyanık’la tasarım yöntemlerini, müze ve sergileme alanlarındaki çalışmalarında nasıl bir hazırlık süreci izlediklerini, eski eserle ilişkilerini, kültürel miras konularına olan ilgilerini, sürdürülebilirlik odaklı tasarım prensiplerini ve multidisipliner çalışmanın avantajlarını ve zorluklarını konuştuk.