Herkesin bildiği gibi kamu müzeleri bürokrasiye bağlıdır. Yönetiminde görece bir süreklilik olsa da, kadrolaşma atamalarla gerçekleşir. Bağımsız bir yürütme organı, küratoryel yapıları yoktur.
Gündelik yaşam nesneleri, taşıdıkları somut değerlerin ötesinde, bulundukları bağlam ile zihinlerde değişken bir kavramsallık yaratıyor. Bu hal, nesneleri kendi maddi varoluşlarından sıyırıp, zaman içerisinde geçmiş, gelecek ve şimdiki an ile tuhaf bir bağ kurduruyor. Böylelikle iletişimde olunan nesneler içsel bir yapıya bürünüyor ve zihinlerde imgeler oluşturuyor. Bireyden bireye farklılık gösteren bu görme biçimlerinin referans noktalarından biri olan somut gerçeklik algısı da gerçeküstücü Rene Magritte’in resimlerinde bozguna uğruyor.
Şehirler belirli bir süre içinde misafir ettiği her canlıyı, ona vefa niteliğinde, bedenini toprağında, nefesini atmosferinde, yaşadığı anlarını da kendi gizli zaman katmanlarında saklı tutar.
Bütüncül olarak kurgulanmış mimari yapılar bireylere, fiziksel deneyim kadar, kendisinin aracı olarak rol aldığı zihinsel bir deneyim de yaşatıyor.
Sıradanın ötesine geçebilmiş, ustaca kurgulanmış müzeler, içindeyken başka mekanlarda uyanmayan birçok duyguyu ziyaretçisinin zihninde tetikliyor.