Matruşka Fener
Maggie’s Kanser Merkezleri'nin sonuncusu Londra'da Steven Holl tarafından tasarlandı. Ömer Kanıpak, mimarın en küçük ölçekli yapılarından biri olma özelliği de taşıyan merkezi yazdı.
Maggie’s Kanser Merkezleri, kanser hastalarına ve yakınlarına ücretsiz destek verme amacıyla İngiltere’nin çeşitli yerlerinde inşa edilen sosyal amaçlı yapılar. Vakfın kurucusu, ünlü mimarlık tarihçisi Charles Jencks’in 1990’larda kansere yakalanarak vefat eden eşi Maggie Keswick Jencks. Maggie’s Centre olarak anılan yapılar, kanser hastalarının tedavileri süresince, hasta ve yakınlarına sevimsiz hastane odaları ve koridorları yerine daha insancıl ve sıcak mekanlar sunuyor. İşin içinde Charles Jencks gibi ünlü bir mimarla ahbap biri olunca da her bir merkez, mimari bir deneyin sonucu olmakta.
Son açılan merkez ise İngiltere’de bugüne kadar en çok tartışma yaratan yapılardan biri oldu. Barts Maggie’s olarak adlandırılan yapı, 12. yüzyılda faaliyete geçen, İngiltere’nin en eski hastanesi olan Londra’daki St. Bartholomew Hastane kampüsü içinde yer alıyor.
Proje için açılan davetli yarışmayı 2012 yılında Steven Holl kazandı ancak inşaat 2015 yılına kadar başlayamadı. Mimari korumacılığın üst seviyede olduğu bir ülkenin en eski hastanesinde bir Steven Holl yapısı yapmanın kolay olmayacağı belliydi. Ancak proje, kraliçenin jinekoloğunun başını çektiği ve hastanenin kuruluşundan beri bağışlarla neredeyse bir zengin soylular kulübüne dönüşen St. Bartholomew Büyük Salon Dostları adlı grubun muhalefetiyle neredeyse iptal olmak üzereydi. Çünkü yeni yapı, Büyük Salon olarak anılan, çeşitli davetlerin ve toplantıların gerçekleştiği tarihi salonun bulunduğu Kuzey Kanadı’ndaki bloka bitişmiş, 1960’larda inşa edilmiş bir ofis yapısının yerine yapılacaktı. Steven Holl’un önerisine karşılık Büyük Salon Dostları grubu Micheal Hopkins’e ayrı bir master plan hazırlatarak, hatta koruma kurulunun ilk onayından sonra mahkemeye giderek projeyi önlemeye çalıştı. Tüm bu itirazlara ve engelleme çabalarına karşın Holl’un önerisi, büyük salona geçişi mümkün kılan merdiven, bodrum bağlantısı ve asansör düzenlemesinin ardından kabul edildi ve 2015’te temel atıldı. Temel kazısında çıkan Roma dönemine ait bir yapının kalıntıları ve beş iskelet, inşaatın bir süreliğine durmasına neden olsa da 2017 yılının sonunda bodrum hariç üç kat, planlandığı şekilde tamamlandı.
On sekizinci yüzyıl neoklasik ağır yapıları arasında, önemli tarihi değeri bulunan bir bloka yaslanan yeni yapının, çevresinden aldığı tek referans, tarihi yapılardaki belirgin taş blokların dokusu olmuş. Özellikle komşu tarihi yapının kenarlarını vurgulayan taş örgüden uzaklaşmak için, Holl kendi yapısının köşelerini yuvarlatmayı ve tarihi yapıya bu şekilde yaslanmayı tercih etmiş. Köşeye sıkışmış gibi duran yeni Maggie’s Centre, erkenden kararan Londra gecelerinde bir anda parlayan bir fenere dönüşüyor. Akşamları daha cazip ve davetkar olacağı belli olan yapının gündüz buzlu ve soluk duran kütlesi kimilerince olumlu bulunurken, bazılarında da plastik bir kap etkisi yaratıyor.
Proje için özel olarak üretilen içi bal peteği dokulu özel bir malzeme ile yalıtımlı yarı şeffaf sandviç cam panellerin oluşturduğu yatay bantlar, üç cephesi olan yapıyı çepeçevre sarıyor. Holl, binayı çevreleyen yapay bantları Orta Çağ Avrupa’sının Gregoryen müzik notasyonu olan “neume” gibi düşünmüş ve cephe camları arasında notalara karşılık gelen renkli lekeler kullanmış. Neume, antik Yunancada “yaşam gücü” anlamına gelen pnevma kelimesinden türediği için de bir sağlık yapısı için konsepte eklenebilecek ilginç bir kavram olarak kullanılmış. Her ne kadar cephedeki notları simgeleyen paneller, bilindik bir orta çağ parçasına denk gelmese de, Holl bu analojiler sayesinde, tarihi yapıların yanı başındaki projesine gelecek itirazlara karşın sempatik bir kalkan yaratmış. Rastlantısal olarak dağıtılmış gibi duran bu renkli lekeler, bu analojileri bilmeyen biri için sakin cephede rahatsız edici bir etki yaratıyor aslında. Guardian’ın mimarlık eleştirmeni Oliver Wrainwright’a göre “bu notasyon benzetmesinin farkında olmayan biri, acemice dağıtılmış gibi görünen bu renkli lekeler yüzünden binayı bir anaokulu sanabilir.”
İç içe geçen üç kaptan oluşan bir yapı olarak tanımlanan projenin buzlu camdan oluşan dış kabuğunun hemen arkasında, açık bir eldiven gibi kıvrılarak içerideki bambu kozayı kavrayan beton strüktür yer alıyor. Kıvrılarak bina çevresini dolaşan brüt beton strüktür, cephenin asılacağı yüzeyleri ve kolonları oluştururken içerideki merdiveni de taşıyor. Her ne kadar Holl projenin konsept eskizlerinde binayı bir matruşka gibi iç içe geçen kıvrılmış yüzeyler olarak anlatsa da bu ne dışarıdan ne de içeriden pek algılanan bir metafor değil. Dışarıda buzlu bir kütlenin köşesinden, güzel pirinç kollu bir kapıdan girdikten sonra sizi sıcak bir atmosfer yaratan bambu kaplı bir merdiven karşılıyor.
Binanın tamamı aslında büyük bir merdiven kovası olarak da okunabilir. İçeride merdiven ve galeriden arta kalan alanlara üç görüşme odası ve ofisler sıkıştırılmış durumda. Eski binaya yaslanan yangın merdiveni ve asansör çekirdeği ise yapı alanının neredeyse üçte birini işgal etmesine rağmen içeriden algılanmıyor.
Açık alanlarda mutfak, kütüphane, oturma köşeleri bulunurken küçük partiler, yoga, tai chi gibi hastaların ve yakınlarının yapabileceği sakin sporlar için en üst katta teras bahçesi oluşturulmuş. Merdivenin üzerine gelen eğimli yüzey de yeşil çatıyla kapatılmış, görsel olarak bu terasın kendi içine dönük sakin bir yer olması hedeflenmiş.
İlk projede daha geçirgen olan merdiven korkulukları güvenlik standartları nedeniyle kalın ve kesintisiz bambu yüzeylere dönüşmüş. Bambu yüzeyler tavanda ve kapılarda da kullanıldığı için Holl, beton strüktürün kavradığı, bambu bir koza yaratmış olduğunu iddia ediyor. Bambu yüzeyler, brüt beton ve camın yarattığı akustik olumsuzlukları ortadan kaldırmak için iyi bir tercih olsa da cam cephe ve duvarlarla arasındaki boşluklar yüzünden görüşme odalarında tam anlamıyla mahremiyet sağlanmış değil. Öte yandan beton ve camdan oluşan bir kabuğu sıcak ve davetkar bir atmosfere dönüştüren cilasız bambu korkuluklar, bu korkuluklara yaslanan oturma elemanları ve kapılar, şimdiden kirlenmeye ve lekelenmeye başladığı için bu yüzeylerin temiz tutulması da önemli bir sorun olarak ortaya çıkacak gibi. Herhangi bir yerde klima ya da radyatör olduğu görünmeyen yapı, beton döşemelere gömülü ısıtma ve soğutma sistemiyle iklimlendiriliyor.
Tarihi öneme sahip bir yapıya usturuplu şekilde yaslanan ve çevre yapıların dokusunu bambaşka bir malzemeyle tekrarlayan Barts Maggie’s Centre, Steven Holl’un en küçük projelerinden biri. Neredeyse tamamen bir merdiven kovasından oluşan proje, tarihi bağlama öykünme ile yeni bir söz söyleme arasında bocalayanlar için farklı bir örnek olarak duruyor. Oldukça karmaşık ve muğlak metaforlarla bezeli konsepti ve ufak tefek işlevsel kusurlarıyla iyi bir mimari örnek olup olmadığı tartışılsa da cam ve ahşap teknolojisindeki yenilikleri denediği için Barts Maggie’s Centre mimarlık tarihine, küçük hevesleri olan alçakgönüllü bir madde olarak eklenmiş durumda.
İlgili İçerikler:
-
Reciprocal House
-
Banksy’den Londra’ya Yeni Eser
-
Prof. Dr. Hakan Özsoy Kliniği
-
Warm Nest
-
Londra Türk Mimarlar Derneği Çalışmalarına Başladı
-
Herzog & de Meuron’dan Londra’da Yeni Sergi
-
Yeni Kralın Mimarlık Tutkusu
İngiltere tahtında şimdiye kadar en uzun süre kalan Kraliçe Elizabeth’in ölümünün ardından, varisi Galler Prensi ve Cornwall Dükü Charles Birleşik Krallık tahtına geçti. Yeni kral mimarlık dünyasında mimarlığı tanımlayışı ve ona duyduğu tutku ile defalarca gündeme gelmişti.
-
Üretken Topluluk Merkezi