Eğer tasarımcılar sürdürülebilirlik etrafındaki sorunları ele alacaklarsa, hiyerarşiler füzyonu olan Varlık Zinciri’nden daha net bir şekilde kopmak zorundayız.
Toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliği derinleştirebilme riskinin sadece belirli kavramlara değil dilin kendisine içkin olduğu söylenebilir.
Yeraltı müziği camiası, geçici mekan kullanımı ve ideolojileriyle New York’tan Tiflis’e kadar baskıcı güçlere karşı bir tür direniş kültürünü işaret ediyor.
Mesleki disiplinin alanı sanki çoğu zaman mimarları fiziksel olarak mekanlar, binalar üzerinden konuşmaya zorluyor; insanlar, kimlikler ise mesleki alanın sınırlarının dışında ve ötesinde kalıyor.
Dijital fabrikasyon üzerinden mimarlık eğitimini bir süredir eleştirmekteyiz ve bu konu hakkındaki kendi önerimizi sunma zamanı sonunda geldi.
Ne olduğunu uzun bir süre anlayamadım. Kelimenin kendisini bile. Andropozen? Erkek gibi poz vermek anlamına geliyor olamazdı herhalde.
Mimar Dimitris Pikionis’in Atina’daki Philopappos Tepesi’ne çıkan yol için tasarladığı kaldırım döşemesine ve onun üzerine düşen ağaç gölgesine bakıyoruz.
Bir önceki mimarlık bienali, mimarlığın toplumsal yönlerine odaklanıyordu ve hatta eylem ve etkileşim alanının sınırlarını genişletiyor, keşif yapacak ve denenecek yeni alanlar sunuyordu. Bu yılki versiyon, mimarlar olarak dünyayı daha iyi yapmada çok uğraşıp da başarısız olmuşuz, bu nedenle de bir tür umutsuzlukla yeniden disiplini kendi alanı içine kapatmalıyız hissini veriyor.
Bugünün iletişim araçlarının anlıklığı yüzünden, bienallerin mimarlık alanındaki son trendlerin duyulduğu yer olması fikri çoktan tarih oldu.
16. Venedik Mimarlık Bienali, baştan sona kürate edilmiş bir etkinlik gibi değil; daha ziyade “serbest” kelimesi telaffuz edilir edilmez içerik engin, sonsuz bir yorumlama alanına yayılmış gibi görünüyor.