Yapılı çevrede sürdürülebilirlik konusunun muhatapları olarak her ne kadar akla öncelikle mimarlar, plancılar gelse de belediyelere de önemli bir rol düşüyor.
Mimarlık pratiğinin doğa üzerindeki etkisi geçmişte nasıldı, şu an neye göre kurgulanıyor, gelecekte hangi yönlere evrilecek?
İklim araştırmacılarının sıkça dile getirdiği küresel iklim değişiklikleri ve sağanak yağmurlar, akabinde karşılaştığımız sel manzaraları günümüzde kent yaşamının normali olmaya başladı.
Kentin onu var eden insan gibi karmaşık, tarifsiz tinini gözden kaçırmadan geniş bir açıyla yaklaşılmalı kente. Kendi gibi olmasına, kendiliğindenliğine imkan tanınmalı.
Doğa dediğimizde hem kendi oluşumuzdan hem ekolojik sistemden hem de bunların sınırsız potansiyelinden bahsediyoruz.
Doğal ve yapay arasında kurulan ilişkinin, insanı ve kenti de içinde bulunduran bu ekolojik dengenin içinden daha sürdürülebilir bir yaklaşım sağlamak, sistemin kendisinden yola çıkılarak mümkün olabilir mi?
Kentlerin sahip olduğu potansiyeller, gelecek için birçok seçenek sunuyor ve bu seçeneklerin okunabilmesi için stratejilere ve senaryolara gereksinim var.
Modern kent; zaman-mekansal derinliği olan bir “kazı-dolgu” hikayesinin tarih boyunca peyzajda ilmek ilmek işlenmiş, katmanlaşmış, girift izlerinin bir nevi bileşkesidir.